fbpx

Reform Değil, Özgürlük

Paylaş

İran’da feminist oluşumun ve kadın hareketinin özellikleri – talepleri, stratejileri, taktikleri, etkinliği ve başarıları – ulusal ve uluslararası düzeylerde farklı sosyoekonomik gelişmelere, devlet politikalarına, siyasi eğilimlere ve kültürel bağlamlara göre değişiklik gösterdiği iddia edilerek, kabaca 8 döneme ayırarak inceleniyor...

Dünya’nın pek çok bölgesinde savaş, grev ve isyan gündemi var. En fazla izlenenlerden biri de Mahsa Amini’nin saçlarının görünmesi bahane edilerek güvenlik güçlerince öldürülmesinin ardından, özellikle kadınları sınırlayan ahlak yasalarına ve molla rejiminin getirdiği yasaklara ve özellikle de örtünme zorunluluğuna karşı yükselen kadın isyanı.

Videolardan ve İranlı muhaliflerin aktarımlarından anladığımız kadarıyla, İran’da rejimin yarattığı baskılardan rahatsızlık duyan herkesi, kadınların önderliğinde birleştirmiş gibi görünüyor. Rejimin isyan karşısında aldığı tutum ise, Gezi sürecini yaşayan bizlere oldukça tanıdık: Polis şiddeti ve taşradaki lümpen proleterlerden oluşan milislerce göstericilere korkunç bir şiddetle karşılık verilmesi. Son verilere göre, insan hakları aktivistleri 78 kişinin hayatını kaybettiğini belirtmiş. Pek çok medya kaynağında Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi neredeyse mutlak bir güce sahip, ordunun ve genellikle şehir sakinlerinden daha muhafazakâr olan kırsaldaki geniş halk kesimlerinin desteğine güvendiği ve böylelikle iktidardaki mollaların yurttaşlarını sansürle, katı siyasi denetimle, azınlıklara yönelik baskılarla ve kendilerini eleştirenlere karşı acımasız zulümlerle baskı altına almayı amaçladığı yazılıyorsa da rejimin akıbetini egemenlerin baskısına çeşitli sivil itaatsizlik eylemleriyle direnen kadınlar belirleyecek gibi görünüyor.

Son 40 yıldır İslami renge bürünmüş olsa da İran’daki devlet şiddeti ve baskı rejimine yönelik kadın isyanlarının tarihi oldukça eskilere uzanıyor. 1900’lerin başındaki tütün grevlerinin ardından ekmek isyanı olarak tarihe geçecek isyandan Zeynep Paşa adını duyarız. Gıda istifçiliği nedeniyle ekmek fiyatlarının kontrolsüz yükselişi ve özellikle açlık karşısında Tebriz’deki karşı silahlanan ve ajitasyon çeken kadın örgütünün lideri olarak bilinen Zeynep Paşa dönemin Şah’ının koruduğu istifçilerin depolarına saldırıp ürünleri fakir halka dağıtan bir tarihsel kahraman bugün. Ardından 1925’ten 1979’a kadar süren monarşi döneminde de yine kadınlar oldukça aktif olarak bağımsızlık mücadelesinin özneleri halinde. Çalınmış devrimin ardından ise kadınlar İslami kılıfa bürünmüş yasaklamalara karşı çeşitli şekillerde direnişte.

İran’da Kadın Tarihi

Nayereh Tohidi’nin 2016 tarihli İran’da kadın hakları ve feminist hareket isimli makalesine göre modern İran’da feminist oluşumun ve kadın hareketinin özellikleri – talepleri, stratejileri, taktikleri, etkinliği ve başarıları – ulusal ve uluslararası düzeylerde farklı sosyoekonomik gelişmelere, devlet politikalarına, siyasi eğilimlere ve kültürel bağlamlara göre değişiklik gösterdiği iddia edilerek, kabaca 8 döneme ayırarak inceleniyor.

İlk dönemde kadınlar yarı gizli örgütlerde kimi zaman silahlı kimi zamansa temel haklar için bir araya gelerek çoğunlukla anayasal, halkçı ve anti-emperyalist faaliyetlere katılımları yoluyla ortaya çıkıyorlar. Özellikle anayasal meşrutiyet ve petrolün İran’da bulunması ve ticari kaynak olarak kullanılmaya başlanmasını dikkate aldığımızda bağlam netleşecektir ki yazar bu yüzden bu döneme anayasacılık tanımlaması yapıyor.

İkinci dönemi ise yazar tarafından, “artan okuryazarlık ve kadınların üniversitelere girişi, kadın derneklerinde ve kadın basınında kademeli genişleme, tartışmalı devlet tarafından dikte edilen kadınların zorunlu olarak açılması (1935) ile ilişkili modern ulus-devlet inşası dönemi (1920’ler-1940’lar) ve zorla erkekler ve kadınlar için Batılı kıyafet kurallarının benimsenmesi” olarak tanımlanmış.

Üçüncüsü, (petrol endüstrisinin) kamulaştırıldığı (1940’lar-1950’ler), politik kutupların ideolojik ve örgütsel çerçevelerin daha fazla belirginleştiği ve dolayısıyla kadınların politik örgütler içinde geniş çapta kendilerine yer açtığı, somut başarı kazanmasa da politik ve sosyal katılıma yönelik cinsiyet eşitlikçi taleplere geniş bir meşruiyet kazandıran döneme tekabül ediyor.

Dördüncü döneme, yazar kadınların tüm dünyada olduğu gibi İran’da da hızlı kentleşme ve yoğun sanayileşme nedeniyle modern kentli işçi sınıfı içindeki paylarının arttığı ve böylelikle kadınların sosyal görünürlüğünün politik görünürlüğü e mümkün kıldığı bir modernleşme çağı (1960’lar – 1970’ler) olarak isimlendirmiş. Bu dönemde kadınların oy hakkı kabul edilerek, medeni hukuka dair önemli yasal reformlar yapılmış. Ancak yazar, Türkiye’dekine benzer şekilde artan politik hareketliliğin ve nispeten içinde olunan özgürlükçü iklimin bastırılmasına yönelik otoriterleşme eğilimine de dikkat çekiyor ve böylece ikili ve kutuplaşmış bir toplumun yaratılmasının miladını burada buluyor.

Beşincisi, şah diktatörlüğünün yıkılmasının ardından, çalınmış devrim veya İslamlaşma dönemi (1979–1997), olarak adlandırılmış: “kadın ve erkeklerin kitlesel sosyo-politik seferberliğinin kısa sürede, kadınlara ve dini ve etnik azınlıklara karşı birçok gerici ve baskıcı yasa ve politika, zorunlu başörtüsü (hijab), cinsiyet ayrımcılığı, savaş ve şiddet, siyasi baskı, entelektüellerin ve tektipleşmeye karşı çıkan sıradan insanların kitlesel göçü ve sürgünü ile genel sosyo-ekonomik gerileme”.

Altıncı dönemi karakterize eden, göreli (neoliberal politikaların yapılanmasını sağlayacak ölçüde) sosyo-politik esneme, sivil toplum söyleminin içerildiği neoliberalizm, post-İslamcı reform ve pragmatizm dönemi (1997-2005) olarak tanımlanmış. Yine tanıdık gelecektir ki sivil toplum örgütlerinin etkilileşmesi ve feminist basın da dahil olmak üzere canlı ve nispeten özgür basın ile göreli ekonomik iyileşmenin uzun sürmediği yazarca not edilmiş.

Yedinci dönem, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad dönemine (2005- 2013) karakterini veren neo-muhafazakar ve popülist tepki: yani, “İslamcı fanatik grupların yeniden canlanması, nükleer hırslara aşırı vurgu, kavgacı ve kışkırtıcı dış politika, İsrail ve Batılı güçler arasında yoğunlaşan gerilimler, dolayısıyla artan askeri saldırı ve savaş tehlikesi, artan uluslararası yaptırımlar ve İran’ın izolasyonu ile bağlantılı , kadın grupları da dahil olmak üzere medya ve sivil toplum örgütlerine yönelik baskının artması, kadın karşıtı faturaların getirilmesi, artan yolsuzluk, ekonomik kötü yönetim, enflasyon ve artan işsizlik”.

Son dönem ise, ılımlılığa geri dönüş olarak isimlendirilmesine ve dış politikada gerilimleri azaltıcı müzakere politikasının odağa alınmasına rağmen özellikle insan hakları, emek mücadelesi ve kadınların statüsünde bir düzeyde iyileştirme girişimlerinin engellendiğini ifade etmiş yazar. Zaten 2017 yılından itibaren kadınların başlattıkları Beyaz Çarşamba isimli baş örtüsüz kamusal alanda bulunma ve doğrudan iktidarın baskı aygıtlarının karşısında sivil itaatsizlikle durmayı içeren eylemleri, LGBTİQ görünürlüğüne dair direnişlerin idam cezasına rağmen yaygınlaşması sonraki sürecin sertliğine dair en önemli işaret olsa gerek.

Kadınların Suçu: Saçları

Şimdi İran’ın büyük kentlerinin sokaklarının alev almış olduğunu görüyoruz. İran hükümetinin internet kısıtlamalarına rağmen sosyal medyada viral olan videolarda cesurca direnen öldürüldüğünü izliyoruz. Dünyanın pek çok yerinde de basın açıklamaları ve protestolarla direnen kadınlara selam ve dayanışma mesajları gönderiliyor. Kadınların saçlarını özgür bırakılma talebi artık bir sembol. Zira İranlı direnen kadınlar, beyaz feminizmin dikenli söylemlerinin aksine, islamofobik politikalarla baş örtüsü takanlara yönelen şiddet karşısındaki özgürleşme talepleri ile kapanma baskısı karşısındaki özgürleşme taleplerini ustaca birleştiriyor. Dahası, kadınların direnişinin de yasının da isyanının da sembolü olarak kadınlar saçlarını kesiyorlar.

Yüzyıllardır erkeklerin tahakküm sınırlarını çizen makbul kadınlıktan çıkma cezası ve ifşası olan saç kesmeyi, kadınlar tersine çevirerek, kararlılıklarını saçlarını keserek gösteriyor. Özgürleşme inadının bir yolu olarak cenazelerin, yasın ve isyanın ortasında saçların kesildiği eylemler, bir anda baş örtülerini çıkararak ve yakarak eylemlerde yer alan kadınların direnişine destek demek artık. Zira Mahsa Amini’nin işkence edilerek öldürülmesinin nedeni saçlarının görünmesinden başka bir şey değildi. Bu yüzden İranlı direnişçiler, dayanışmadan bahseden batılı politikacı kadınlara da İran’daki politik ve ekonomik aktivitelerinde kültüre saygı olarak adlandırılan zorunlu başörtüsü uygulamasını kendileri gibi protesto etmelerinin önemini hatırlatıyor.

Bugün giderek dünyanın pek çok yerinde temel toplumsal cinsiyet gündemlerinin kadına yönelik erkek şiddeti ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerinden yükselen baskıcı/ayrımcı politikalar olarak görmemize rağmen, bu sorunlara dair politika yapan kadın örgütünün azaldığını izliyoruz. Bu açıdan neoliberal politikaların güvencesizlik ve belirsizliklerinin, en arkaik toplumsal form olan aile ve kadınların sömürülmesi yoluyla bir nebze giderildiği bu korkunç dönemde, İran’daki kadınların mücadelesinin, Meksikalı kadınların Anayasa Mahkemesini ateşe vermesi, Sudanlı kadınların direnişi ve Avrupa’daki kadın grevleri gibi heyecan yarattığını anlayabiliyoruz. Zira bu yüzden her yerde kadınlar haykırıyor: reform yetmez, eşitlik ve özgürlüğe ihtiyacımız var.