İşsizlik, zamlar ve hayat pahalılığı bizi en fazla etkilenen kesimler arasında birinci sıraya oturturken, toplum içinde ittirerek edindiğimiz özgürlüklerimizin de elimizden kaymasına yol açıyor
Yeni yıla iğneden ipliğe her şeye yapılan zamlarla girdik. Elektrik, doğal gaz, benzin, taşıma… Zamlardan en fazla etkilenenler şüphesiz ücretleri ve gelirleri en düşük olan kesimler: İşçi sınıfı, orta alt sınıf… Evinize yandaşlar gibi beş altı maaş girmiyorsa, asgari ücret alıyorsanız, ister iki, ister üç kişi çalışsın fark etmiyor, çocuklarınız varsa, kira da veriyorsanız, haliniz duman. Türk-İş’in asgari ücret önerilerinde ve TİS görüşmelerinde asla dikkate almadığı, o açlık ve yoksulluk sınırı araştırmalarına göre açlık sınırının çoğu zaman altında, yoksulluk sınırının belki bir tık üstünde ama her durumda açlık ve yoksulluk sınırı içinde bir yerlerde oluyor konumunuz. Çalıştıkları halde ay sonunu getiremeyen kadın emekçilere sorduğumuzda yemeklere yağı üç kaşık yerine iki kaşık koyduklarını, öğünleri üçken ikiye, ikiyken bire indirdiklerini anlatıyorlar. Çalışanlar işyerlerinde tıka basa doyuruyorlar karınlarını, akşamları geçiştiriyorlar.
Bir de işsizler ve emekliler var. İnsanlar mutlak bir yoksulluk altında, sağlıklarını yaşamlarını yitirirken, saray rejimi çevresindekiler alay eder gibi porsiyonları küçültün, elektrikleri söndürün, kombiye kısın, danaya girin gibi halkın çoğunluğunun gerçeklerinden kopuk öneriler getiriyorlar. Kendilerinden kestikleri bir şey yok, nasılsa her durumda ellerindeki üç kuruşu vergilerle devlete aktaran, onların servetlerine servet katan çalışanlar grubu var…
Market ve ekmek kuyruklarında kadınlar önde
Bir kadın kendisiyle yapılan söyleşide eve bıraktığı paradan fazla harcadığı için eşiyle her gün kavga ettiğini söylüyor, “huzur kalmadı evde akşamları sürekli kavga var, yetiştiremiyorum.” Başka bir kadın işçi de yine iki günde bir zamlanan sıvı yağı alamadığı için kaç gündür yemek yapamadığını anlatıyor. Pazarda, markette, sokakta zamlardan, hayat pahalılığından, yakınanların çoğu kadın. Çünkü adamlar her durumda, başka işler peşinde koştururken, kadınlar alış verişin en ucuzunu yapma peşindeler, evde doyurulması gereken bir nüfus var çünkü çocukların, hastaların gıda alması lazım…
Zamlar, hayat pahalılığı beraberinde pek çok yoksunluğu, erişememe halini getirse de gelire dair iktisadi bir olgudur ve kadınların gelirleri erkeklere göre her zaman daha düşüktür. Çünkü yaptıkları işler cinsiyetçi emek piyasalarında en değersiz işler olarak görülür. Sendikalardan siyasi partilere kimse onların ücretlerini artırmak için herhangi bir ek çabaya girmez.
DİSK’in 2022 yılında çıkardığı ilk işsizlik raporuna göre her işsizlik türünde kadın işsizliği en yüksek düzeyde görünüyor. Geniş tanımlı kadın işsizliği yüzde 30’larda. Geniş tanımlı kadın işsizliği ile geniş tanımlı erkek işsizliği arasındaki fark 11,9 puan. Ve pandemi boyunca kadın işsizliği artarak varlığını sürdürdü. İşsizlik, zamlar ve hayat pahalılığı bizi en fazla etkilenen kesimler arasında birinci sıraya oturturken, toplum içinde ittirerek edindiğimiz özgürlüklerimizin de elimizden kaymasına yol açıyor. Nitekim, genç kadınların büyük bir bölümü geçinmek için evlerini kapatıp, ailelerinin yanına taşındıklarını orada hiç de rahat olmadıklarını anlatıyorlar. Genç kadın işçilerde bu durum alelacele evliliklere yol açtığı gibi evlilerde erkeğe bağımlılığın artmasına neden oluyor…
Güvencesizlik artarken kadın emeği değersizleşiyor
Ayrıca işsiz sayısının artması kadınları önlerine çıkan her türlü işi kabul etmek zorunda bırakıyor. Bu işler genel olarak kısmi zamanlı çağrıya bağlı, geçici düşük ücretli işler oluyor. Bu durum da zaten büyük oranda kayıt dışı, güvencesiz işlerde yoğunlaşan kadın emeğinin, bu özelliğinin iyice artması sonucunu doğuruyor. KADAV’ın yayınladığı “Kadıların İstihdam ve Emek Deneyimlerine Bakış” isimli çalışmada da kadınlar arasında tekstil atölyelerinde güvencesiz işlerin yaygınlaştığı, bu şekilde çalışan kadınların büyük bir bölümünün düzenli, sürekli işlerde çalışmak istediği görülüyor.
Evlere günü birlik temizlik ve bakım işleri için giden kadın sayısında da ciddi bir artış söz konusu. Sonuç itibariyle kadınlar çalıştıklarında çok düşük ücretlerle, her türlü sosyal haktan yoksun olarak çalıştıkları için zamlardan ve pahalılıktan en çok etkilenen kesim oluyor. Güvencesiz çalışan kadınları ve ev işçilerini örgütleyen sağlam bir sendika da yok elbette.
Pandemi döneminde yaygınlaşan özellikle meslek sahibi kadınlar için tehdit oluşturan uzaktan çalışma, online çalışma var. Patronlar açısından üretim maliyetleri düşürdüğü için çok sevilen bu çalışma biçiminde, ofis masraflarının büyük bir bölümü kadınlara yüklenmiş durumda, evden çalışmanın getirdiği ısınma, elektrik, internet giderleri de çalışanlara ait biliyorsunuz. Bu alanda sosyal haklar için uğraşan bazı bir araya gelişler ve sendikal yapılar bulunuyor, ama henüz çok cılızlar. Geleneksel örgütlenme modelleri ve politikaları nedeniyle büyük sendikaların buralara yönelik çalışmaları yok.
Tüm bu ücretli ve güvencesiz çalışma biçimlerinde kadınların geliri hızla azalırken bir başka şey daha oluyor: Ücretsiz işlerde de kadın yükü, emek sömürüsü ve bunlara bağlı olarak kadınların bağımlılığı artıyor. Çünkü kadınlar düşük ücretleriyle hiçbir şeye yetişemezlerken, zamlar ve pahalılık olmasa belki de dışarıdan satın alacakları mal ve hizmetlerin eksikliğini ev içlerinde kendi emekleri ile kapatmak zorunda kalıyorlar. Pandemi döneminde artan ücretsiz bakım ve ev hizmetleri bir yandan uluslararası sermaye açısından da can simidi oldu. Çatlak Zemin’de kendisiyle yapılan bir söyleşide ev emeğinin ücretlendirilmesi mücadelesiyle tanıdığımız Silvia Federici kapitalizmin yalnızca fabrikalarda, ofislerde değil evlerde de emeğimize ücretsiz el koyarak kendi gücünü inşa ettiğini söylüyor. Ücretli bir işimiz olsa da olmasa da evde yaptığımız bu ücretsiz çalışma sayesinde fabrikaların çarkları dönmeye devam ederken bu fabrikalarda da bizim emeğimiz değersizleşiyor. Bu da elbette kadın ücretlerini düşürüyor, kadınları daha az bir gelire mahkûm ediyor. En güvencesiz, en düşük ücretli işlerde çalışıyorsanız, elbette zamlardan pahalılıktan çok daha fazla etkilenirsiniz… Bir yandan kapitalistlerin bir yandan da erkeklerin güçlerine güç katarken, biz kadınlar dilenecek haldeyiz.
Ortak bir hak mücadelesi şart
Durum kısaca bu; peki neler yapabiliriz? Feministler hayat pahalılığına karşı kadınların hem ücretli hem de ücretsiz emek alanını, onların keşişim noktalarını hesaba katarak bir hak mücadelesi vermek zorundalar. Bu da ancak yukarıda saydığım- ve unuttuğum- kadın işgücünün her kesimin ücretini ve gelirini artırmaya yönelik ekonomik haklar için mücadeleyle mümkün olabilir. Kadınlar için temel gelir mi istenecek, eş değerde işe eşit ücret bayrağını mı sallayacağız, ev içi emeğin değerini açığa çıkaracak, ev işlerinin ücretlendirilmesi konusunu yeniden gündeme mi getireceğiz, kendi aramızda dayanışma ağları mı kuracağız, ya da hepsini birden mi yapacağız, bu artık feminist hareketin ortak sorunu ve sorumluluğu. Mesela artan ped fiyatları karşısında pedden alınan vergiler düşürülsün, somut bir talep. Boşanmış ve çocuklu kadınlara yönelik vergi indirimlerinin yapılması da, erkek sektörlerinde kadınlara yönelik kota uygulaması istemek de öyle…
Zamlar ve pahalılık her kesimden kadının ortak sorunu ve somut politikalar ve uygulamalarla baş edilecek, mücadele edilebilecek bir mesele. Yani son tahlilde öyle olsa da bu bir feminist devrim sorunu değil, o zamana kadar neler yapabileceklerimizin tahlili üzerinde şekillenebilecek temelde ekonomik, biraz da politik bir mesele. Geçenlerde Ayşe Düzkan’la yaptığımız kısa bir facebook yazışmasından sonra ortaya attığı bir sloganı kullanmak isterim izniyle burada; “Mutfaktan fabrikaya emeğimizin hakkını istiyoruz.” Zamlar ve pahalılık konusunda yürütülecek bir kampanyanın ya da politik mücadelenin kadın emeğinin değersizleştirilmesi meselesini eksenine alması bence bir zorunluluk. Talep bu, yöntem ve araçları ise tartışarak hep birlikte oluşturacağız.
(*) Bu slogan, Ayşe Düzkan’a ait, onun iznini alarak kullanıyorum…
Kaynak: Yeni Yaşam / 15 Ocak 2022