31 Mart yerel seçimlerinin merkezinde, İstanbul, ya da daha geniş bir ifadeyle metropol seçimleri yatıyor. 2024’te yanıtı aranan siyaset sorusu, Erdoğan’ın beş yıl önce büyük kentlerde uğradığı, diktatörlüğünü tek ayak üzerinde bırakan yerel yenilgiler serisinin rövanşını alıp alamayacağıdır.
2019 yenilgisiyle, AKP-MHP-Ergenekon diktatörlüğünün yerel ayakları Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Hatay, Van, Diyarbakır ve Mardin’de kırıldı. Bu büyükşehir belediyelerinden mahrum olmak, o günkü nüfuslarıyla 32, bugün yaklaşık 40 milyon insanı kuşatan bir piyasayı yerel yönetim düzeyinde kontrol gücünden apansız mahrum kalmak demekti. Metropollerde yerel yönetimi kaybetmekle diktatörlük, Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın yaklaşık yüzde 65’inin üretildiği büyük merkezlerde gelir ve kaynak dağılımının en önemli regülatörlerinden biri üzerindeki mutlak kontrolünü de yitirmiş oldu.
AKP ve müttefikleri böylece kamu gelirlerinin sağın toplumsal ve manevi hegemonyasının yeniden üretiminin başlıca dolayımları olan vakıflar, cemaatler, ve tarikatlara aktarılma yolunun başından uzaklaştırıldılar. Kentsel rantın AKP çevresinde kümelenmiş mülk sahipleri bloku lehine çekilip çevrilmesi, arsa spekülasyonu ve inşaata dayalı ekonomik döngünün başlıca kurumsal ve mali düzeneklerinin belediyelerle iş yapan müteahhitlerin emrine verilmesi olanakları kösteklendi. AKP’nin gösteri siyasetine belediye kaynaklarıyla beslenen şirketlerden aktarılan lojistik ve personel destek kaynakları kurudu. 31 Mart 2019 hezimeti o yüzden AKP ve bizzat Erdoğan için şahsi bir mesele, acı veren ve bir an önce telafisi için içlerinin titrediği bir kayıplar silsilesi oldu.
2019 yerel seçimlerinin ikinci cephesi, Kürt belediyeleri, diktatörlük açısından yenilginin odağı değil, yenilgiyi katmerleştiren bir etmendi. AKP’nin “Kürdistan’ı kazanma” hedefi yoktu. “Çöktürme Harekâtı” kapsamında yürütülen politik şiddet ve OHAL rejiminin Kürt belediyeleri doğrudan doğruya Ankara’ya bağlayan uygulamalarına karşın Kürdistan’da bütün stratejik belediyelerin kaybedileceği AKP’nin malumuydu. Metropollerdeki yıkım, Erdoğan rejimini Kürdistan’da sömürgeci karakterini açığa vurmak zorunda bırakarak 2019 yenilgisini katmerleştirdi. Birkaç kent ve ilçe dışında AKP’nin Kürdistan’da yerel yönetimlerde serbest seçimlerle işbaşına gelmesinin ve Kürt belediyelerin kayyım dışında merkezi iktidarla eklemlenmesinin söz konusu olamayacağı, bizzat diktatörün kendisi için de artık bir bedahet.
2023 genel seçim sonuçları da göz önüne alındığında diktatörlük açısından 31 Mart 2024 seçimlerinin yumuşak karnının Kürdistan değil İstanbul -ve metropoller- olacağı aşikâr. Kürdistan’da kayyım siyasetinin 31 Mart’tan sonra da sürdürülüp sürdürülmeyeceği İstanbul ve metropollerdeki seçimlerin sonuçlarına bağlı olacak.
İstanbul ve metropollerin yeniden AKP hakimiyeti altına girmesi, yani rejimin maddi ve manevi yerel güç kaynaklarını bir anda kat be kat artıracak dolayımlara kavuşması diktatörlüğün ülkedeki hegemonyasını bir anda genişletecek ve “terör” parantezine aldığı Kürdistan’da rıza arayışını zayıflatacak, zoru katmerlendirecektir.
Dolayısıyla Kürdistan’ın genel dekolonizasyonu, kendi kendisini yönetmesinin yerel olanaklarının çoğalması, merkezin tahakkümünün sınırlanmasının güncel gereksinimleri ve metropollerdeki Kürt varlığının tanınması ve kabulü doğrultusunda daha elverişli zeminlerin oluşumu açısından diktatörlüğün yerel ayaklarının mefluç halde kalmaya devam etmesinin stratejik bir değeri olduğu apaçık.
2019 yerel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) yerel seçim taktiği, diktatörlüğün özellikle metropollerde uğradığı hezimette başat rol oynadı. HDP yerel seçimleri faşizmin kurumsallaşmasının önüne kesecek geniş bir halk ittifakının önünü açma imkânı olarak değerlendirdi ve toplumsal muhalefetin soluk alacağı, Kürt halkının politik gücünün siyasal denkleme dahil edileceği yeni bir konjonktürün ortaya çıkmasında en belirleyici rolü oynadı.
Bununla birlikte 2019 yerel seçimlerini izleyen dönemde muhalefet, kazandığı zaferin gerisindeki siyasal ilişki çerçevesini parlamentoya ve parlamento dışına taşıyamadı. Muhalefet, faşist diktatörlük inşasıyla mücadele mantığına tamamen aykırı bir muhakemeyle rejim üzerindeki baskısını gevşetince inisiyatif bir kez daha Saray’ın eline geçti.
Rejimin iki hedefi vardı: Birincisi, muhalefeti 31 Mart’ta başarıya götüren Kürdistan-metropoller ittifakını parçalamak yani Kürtleri Kürdistan’a hapsederken, metropollerde “Millet İttifakı”nı (CHP-İYİP) dağıtmak ve Kürtlerin karşısına geçirmekti. İkincisi Kürtleri iki kamp -rejimle daimi ihtilaf halinde tuttuğu Kürdistan Özgürlük Hareketi ve rejimle uzlaşmaya sevk ettiği statükocular- arasında saflaştırmaktı.
HDP her iki açıdan da asıl hedefti. Kürtleri siyaseten Kürdistan’dan Türkiye ve dünyanın Batısına, özgürlük mücadelesini partikülarizmden politik çoğulculuğa taşıyan ve bütün diğer özgürlük mücadeleleriyle birleştiren tek, biricik, istisnai odak olduğu için onun havaya uçurulması gerekiyordu. Kayyımlar bu çerçevede merkezi politika tedbirlerine paralel olarak HDP’yi yerel yönetimlerden uzak tutarak istihdam, hizmet ve kaynak üretimi yoluyla siyasi güç ve itibar edinmesini önlemek için de gerekliydi.
Ne yazık ki, şimdi yerini DEM Parti’ye bırakan HDP’nin, birleşik bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi inşa hedefiyle çağırdığı “Demokrasi İttifakı” CHP’nin sağın köhne güçleriyle mutabakatını muhafaza gayretleri kapsamında git gide Kürt düşmanlığıyla içli dışlı hale gelmesi sonucunda akamete uğradı. “Emek ve Özgürlük İttifakı” çağrısı da bir toplumsal mücadele ortaklığı temeline kavuşamadan milletvekili seçimleri parantezi içinde kısıldı ve anlamından uzaklaştı.
Hareketin genliği, geçmişte partiler arasında gerçekleşmiş seçim ittifaklarının taşıyabileceğinin ötesine geçmişti. Önceki ittifaklar çok geniş olmasa da her zaman Kürtler ve müttefiklerin karşılıklı sadakati temelinde yol almakla birlikte geride kalmış, yeni konjonktürde şekillenen ittifakların da özü ve sözü arasındaki bağ gitgide gevşemişti. Sürecin HDP tarafından da iyi yönetilemeyişi, “ittifak” kavramının kendisinin genel olarak halkın gözünde değer yitirmesine neden oldu.
DEM Parti, 2024 yerel seçimlerine, belki de DEP’ten bu yana ilk kez formel bir ittifak ilan etmeksizin giriyor. Oysa, 31 Mart’ta ve sonrasında DEM Partiyi “yalnızca temsil ettiği seçmen sayısı ve iki blokun tabanlarıyla da kesişen hitap alanından değil öncelikle ezilenlerin ve emekçilerin üçüncü kutbunu temsil etme görevini üstlenmesinden kaynaklanan” görevler bekliyor.
Tarih, DEM Parti’yi faşizme karşı mücadeleyi demokratik cumhuriyet hedefine taşımak üzere demokrasi güçlerinin başına geçme sorumluluğuyla ve buna uygun bir seçim politikası ortaya koymakla yükümlü kılıyor.
Bu bağlamda HDP’nin 2019’da faşizm ve diktatörlüğe karşı, en elverişsiz koşullarda, “çöktürme harekatı”nın orta yerinde kazandığı en önemli seçim başarısı, DEM Parti için de öğretici bir tarihsel deneyim olarak yerli yerinde duruyor. Köprünün altında çok sular aktı, düzen muhalefeti ve demokrasi güçleri içindeki diziliş ve yönelim değişiklikleri oldu, her yerelde yeni dinamikler öne çıktı. Ama stratejik ittifakımızın yerel seçimlerdeki öncelikli görevleri değişmeksizin sürüyor: Faşizmin ilerleyişinin önünü kesmek, diktatörlüğün yerel dayanaklarını çökertmek!
DEM Parti bunun için, aday göstermekten daha fazlasını yapmakla yükümlü…
Kaynak: Yeni Yaşam