fbpx

Sağ Antisemitizmi Nasıl Yeniden Keşfetti? – Richard Seymour*

Paylaş

İsrail’in 1967’de Filistin’in büyük bir bölümünü işgal etmesinin ardından Avrupalı ve Amerikalı muhafazakârlar işgali eleştirenleri antisemitizmle suçlamaya başladı. Son zamanlarda, politikacılar Filistin ile dayanışmayı suç haline getirmek için bu yeniden tanımlamadan yararlandılar.

Çeviri: Nihal Kalender

Hem Birleşik Krallık’ta hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde antisemitizme karşı muhafazakâr ve sağcı tepkinin garip bir özelliği, bu tepkinin çoğunlukla gerçek antisemitizm vakalarını tespit etmek ve bunlara karşı harekete geçmek yerine Filistin’le dayanışmayı suç haline getirmek şeklinde olmasıdır.

Londra’da 150.000 kişinin Gazze’deki soykırıma karşı yürümesinin ardından İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman, protestoyu “nehirden denize Filistin özgür olacak” sloganının “İsrail’in yok edilmesi” anlamına geldiği “korkutucu bir kalabalık” olarak tanımladı. Muhafazakâr bir milletvekili olarak görev yapmasının yanı sıra Birleşik Krallık’ın Holokost Sonrası Sorunlar Özel Elçisi pozisyonunda olan ve değerli eserlerin bakımından büyük ölçüde sorumlu olan Eric Pickles daha da ileri gitti. Pickles, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ), İsrailli insan hakları örgütü B’Tselem’in “Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar Yahudi üstünlüğü” sistemiyle yönetildiğini söylediği toprakların tamamında laik demokratik bir devlet kurmak için yürüttüğü kampanyada ortaya çıkan bu sloganın bir “etnik temizlik sloganı” olduğunu iddia etti.

Elbette antisemitik olmakla İsrail devletinin tutkulu bir destekçisi olmak arasında bir çelişki yoktur. İsrail’in şu anki başbakanı Benjamin Netanyahu ve oğlu, açıkça George Soros komplo teorilerinden bahsediyor. Netanyahu röportajlarında, Yahudi hayırsever tarafından finanse edilen radikal solculardan oluşan küresel bir elitin medyanın büyük bölümünü kontrol ettiğini iddia etmiştir.

Netanyahu, yerleşimci hareketinin liderleri gibi Macaristan’daki Yahudi düşmanı Viktor Orbán hükümetinin de yakın müttefikidir. Siyonist hareket uzun zamandır antisemitik Evanjelistlerle ittifak halindedir. Bu açıdan bakıldığında, mevcut İsrail hükümetinin Avrupa aşırı sağı ile olan yakınlığı ilk bakışta göründüğünden daha az gariptir. Haaretz’in geçen ayki başyazısında Netanyahu’nun “antisemitlerin amigosu” haline geldiği uyarısı boşuna değildi.

Nükleer başlıklı Spartalılar

Bu yeni ittifaklar dizisi, kısmen, İsrail’in komşularını askeri olarak ezdiği ve tarihi Filistin’in geri kalanını işgal ettiği 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın bir sonucu olarak Batı solu ile İsrail arasında bir çatlağın ortaya çıkmasıyla mümkün oldu. Bu acımasız fetih hareketi, Vietnam’da bocalayan Washington’un hayranlığını kazandı. Ancak, Batı Şeria ve Gazze’de hemen başlatılan yerleşimci-sömürgeci projelerle birleştiğinde, İsrail’in Arap düşmanlığı denizinde cesur bir ilerici Sparta olduğu yanılsamasını yok etti.

Savaş karşıtı hareketten Black Power’a kadar radikal solun İsrail’i eleştirmek için her türlü nedeni vardı. Öte yandan, İsrail’e yeni aşık olan yeni sağ, solun Arap milliyetçiliğiyle birlikte, Yahudilere doğrudan saldırmak yerine, Yahudilerin uzun vadeli varlıklarını güvence altına almak için baktıkları devlete sinsice saldıran “yeni bir antisemitizmin” kaynağı haline geldiğini iddia etti.

Yeni antisemitizm kavramı 1974 yılında Anti-Defamation League tarafından yayınlanan The New Anti-Semitism adlı kitapta popüler hale getirilmiş, Oryantalist Bernard Lewis tarafından 1986 yılında Semites and Anti-Semites adlı kitabında mütevazı bir entelektüel ağırlık kazandırılmış ve o zamandan bu yana Avrupa Birliği Askeri Komitesi tarafından kullanılan tanımdan Uluslararası Holokost Anma İttifakı’nın oldukça tartışmalı tanımına kadar antisemitizmin bazı “çalışma tanımlarında” yaygınlaştırılmıştır.

Yeni antisemitizm tezinin özü, İsrail’in askeri saldırganlığının gerçekte meşru müdafaa olduğu ve Filistinlilere yönelik dayanışmanın gerçekte antisemitizm olduğudur. Böylece Fransız deneme yazarı Alain Finkielkraut, İsrail’in Savunma Kalkanı Operasyonu sırasında Batı Şeria’yı yerle bir etmesini protesto eden pek çok kişinin bulunduğu 2002 yılını “Kristal Yıl” olarak tanımlayabilmiştir; dört yıl sonra Lewis, İsrail’in 2006’da Lübnan’ı işgal etmesiyle ortaya çıkan atmosferi 1938’dekine benzetmiştir.

Bu ifadeler işlevsel olarak antisemitiktir. Antisemitizmin “işleyen” ya da başka türlü tanımlarının çoğu, İsrail devleti ile Yahudiler arasında ayrım yapmamanın antisemitik olduğu konusunda hemfikirdir. Gecenin gündüzü takip ettiği kadar kesin bir şekilde, İsrail devletine enternasyonalist, sömürge karşıtı ve ırkçılık karşıtı gerekçelerle karşı çıkmak ile Yahudilere düşmanlık arasında ayrım yapmamanın antisemitik olduğu sonucuna varılır. Ancak İsrail savunuculuğu tam da kendisi ile Yahudiler arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaya dayanır. İsrail, ne kadar çok Yahudi tarafından reddedilirse reddedilsin ya da protesto edilirse edilsin, kendisini “Yahudilerin devleti”, “ulusların Yahudisi”, başka bir yerde ancak “yabancı” bir unsur olarak var olabilecek bir halkın ulusal öz savunması olarak temsil etmelidir.

Dünyanın dört bir yanındaki muhafazakâr politikacılar, antisemitizme karşı çıkmak gibi sahte bir gerekçeyle Filistin dayanışmasını suç sayarken bunu yapıyorlar; Britanya Başbakanı Rishi Sunak, sanki tüm Yahudiler İsrail’i destekliyormuş gibi konuşurken bunu yapıyor; Berlin ve Fransa’daki yetkililer Filistin protestolarını yasaklarken bunu yapıyorlar. Mezarlıklara ya da sinagoglara saygısızlık etmiyor olabilirler, ancak mantıkları bunu yapanlarla aynıdır.

Medyaya Sızan Emperyalizm

Bu yeni antisemitizm tezi, İngiltere’de ulusal medyaya da yansımıştır. BBC’de, Filistin yanlısı protestocuların Hamas’ı “destekledikleri” iftirası atılıyor. Bu tür suçlamalar hızla doğrudan antisemitizm suçlamalarına dönüşüyor. Ülkenin içişleri bakanı Priti Patel tarafından atanan aşırı sağcı “aşırılıkla mücadele” danışmanı Robin Simcox’a göre, Birleşik Krallık’taki son yürüyüşler “Yahudilerin ölmesini ve İsrail’in haritadan silinmesini” isteyen kişiler tarafından yönetiliyor.

Kötü gazetecilik standartlarıyla ünlü Jewish Chronicle, Filistin yanlısı protestoların yasaklanmasından yana olduğunu açıkladı. Gazete, planlanan ulusal bir gösteriden “Nefret Yürüyüşü” olarak bahsetti. Editörünün şimdi silinen bir tweet’inde “Müslüman kültürünün büyük bir kısmının kan dökmeyi kutsallaştıran bir ölüm kültünün pençesinde olduğunu” iddia etmesinden kısa bir süre sonra gelen haber, büyük ölçüde bazı protesto organizatörleri ile Hamas arasında son derece zayıf bağlantılar kurmaktan ibarettir. Yaklaşık üç yüz bin kişinin katıldığı 21 Ekim’deki yürüyüşün ardından medyanın panik halindeki karalamaları daha da kötüleşti.

BBC’den Sophy Ridge “binlerce” kişinin “cihat” hakkında konuştuğundan bahsetti. Bunun gerçekleştiği tek vaka, Hizb-ut Tahrir tarafından düzenlenen ayrı bir mitingdeki tek bir konuşmaydı. New Statesman’da yazan eski BBC muhabiri Andrew Marr, “Yahudi karşıtı gösterilerde yürüyen nefret dolu yüzlerin” “Holokost’un yankıları ve potansiyel nükleer savaş” sloganları attığını anlattı.

Bu saçma iftiralar, Birleşik Krallık’ta Filistin dayanışmasının daha geniş çapta kriminalize edilmesinin bir parçasıdır. Terörle mücadele polisliği İngiltere’de Filistin haklarını destekleyenlere karşı uzun süredir kullanılmaktadır. 2008-2009 yıllarında Dökme Kurşun Operasyonu sırasında İngiliz polisi evlere baskınlar düzenlemiş ve “Ute Operasyonu” kapsamında toplam 169 protestocuyu tutuklamıştır. Aralarında reşit olmayanların da bulunduğu pek çok kişi nispeten küçük suçlardan dolayı yargılandı ve ağır cezalara çarptırıldı.

Daha yakın bir tarihte, 2021 yılında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısına karşı düzenlenen protestolarda öğrenciler ya puşi takmak gibi suçlardan cezalandırılmış, ya terörle mücadele yasaları kapsamında tutuklanmış ya da Önleme programına sevk edilmiştir. Daha önce İslamcıların Birmingham okullarını ele geçirdiğine dair gülünç bir komplo teorisi peşinde koşarak vergi mükelleflerinin parasını boşa harcayan Muhafazakâr Milletvekili Michael Gove, şu anda kamu kurumlarının İsrail’i hedef alan Boykot, El Koyma ve Yaptırım (BDS) kampanyalarına katılmasını yasaklayan bir yasa çıkarılması için bastırıyor. Bu tür kampanyaların “antisemitik söylemlerin istismarına” yol açtığını iddia ediyor ki bu doğru değil. Bu kampanyaların “Birleşik Krallık dış politikasına zarar verdiğini” de ekliyor ki bu da doğru ve demokratik bir hak olmalı.

Burada olan şey sadece “aşırıcılığın” bir grup komplo teorisyeni, İslamofobik, sağcı fırsatçı ve tetikçi otoriter tarafından yeniden tanımlanması değildir. Her ne kadar savaş karşıtı aktivistlerin hem polis hem de aşırı sağcı haydutlar tarafından kovalandığı İsrail’de bu durum yaşanıyor olsa da, mesele sadece sağın “kalpleri ve zihinleri” kazanma fikrinden vazgeçip düpedüz baskıya yönelmesi de değildir. Rıza kazanma, sabırla hegemonya inşa etme fikrinin tamamı küllenmiş durumda. Örneğin Birleşik Krallık’ta halk ezici bir çoğunlukla ateşkesi destekliyor, ancak en büyük iki parti de bunu desteklemeyecektir.

İşçi Partisi’nde, muhalefet liderinin tutumuna öfkelenen İskoçya’dan Londra’ya, partinin meclis üyeleri ve meclis başkanları dalga dalga istifa etti. ITV muhabiri Shehab Khan’ın bildirdiğine göre, İşçi Partisi konsey liderleriyle acil toplantılar yapıyor ancak Starmer’ın buna karşılık olarak yaptığı en fazla şey, dilini biraz değiştirerek söylediği şeyi inkar etmek oldu. Gölge Uluslararası Kalkınma Bakanı Lisa Nandy şu anda bile İsrail’in toplu cezalandırmasının uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylemeyi reddediyor. Partinin seçilmesi halinde pek bir şeyin değişmesi olası değil.

Amerika Birleşik Devletleri’nde de İsrail’e verilen genel destek Joe Biden’ın iktidar koalisyonunda bölünmelere yol açıyor. Amerikalıların çoğu, özellikle de Demokrat seçmenler İsrail’e daha fazla silah gönderilmesine karşı çıkarken ve ateşkesi desteklerken, yönetimdeki çalışanlar Biden’ın Netanyahu’ya verdiği genel destek politikasına isyan ediyor.

Bu muhalefete rağmen, dünyanın dört bir yanındaki politikacılar, soykırım kampanyası yürüten İsrailli aşırı sağı desteklemek için feci bir savaşa sürükleniyor. Evrensel olarak, iktidardakilerin tepkisi çok yönlü bir strateji oldu: daha fazla insanı işten çıkarmak, isimler ve listeler talep etmek, protestoları yasaklamak, Filistin yanlısı etkinlikleri iptal etmek ve daha fazla insanı hapse atmak. Egemen sınıf hala nasıl yöneteceğini biliyor, ancak rıza ile yönetme yollarını tüketiyor.

Amerika’nın İleri Karakolu

İsrail, Filistinlilere yapmakla tehdit ettiği, BM basın açıklamasında “kitlesel etnik temizlik” ile eşdeğer olduğu uyarısında bulunulan ve uzmanların soykırım niyetinin açık bir ifadesi olduğunu söylediği şeyi, kuduz bir uluslararası destek olmadan yapamazdı. ABD ve İngiltere’nin diplomatik örtüsü ve kayıtsız şartsız desteği olmadan Batı Şeria’daki katliam ve “transfer” (etnik temizlik) politikasını hızlandıramazdı. İşte bu yüzden denizaşırı halkla ilişkiler mücadelesi İsrail için tarihsel olarak çok önemli olmuştur. Bu nedenle İsrail’e karşı kitlesel hareketlerin ortaya çıkması onlar için önemlidir.

İsrail, Levant bölgesinde Yunanistan’dan daha küçük bir nüfusa ve Türkiye’den daha küçük bir GSMH’ye sahip küçük bir ülkedir. Ordusu, nükleer silah programı (Fransa’nın yardımıyla kurulmuştur) dışında, İran gibi diğer Orta Doğu devletlerinden daha büyük ya da daha iyi silahlanmış değildir. Bu yılın başlarında yayınlanan bir Kongre Araştırma Servisi raporunda da belirtildiği üzere, İsrail “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’den kümülatif olarak en fazla dış yardım alan ülke” olmasaydı, bu kadar korkutucu ve şiddet yanlısı bir devlet olamazdı.

Aslında ABD’nin askeri desteği, İsrail’in 1967’de Arap ordularını yenilgiye uğratmasının bölgenin jeopolitik kontrolü için faydasını göstermesinin ardından başladı. Şu anda çoğu askeri olmak üzere İsrail’e yapılan yardım her yıl 3.8 milyar dolardır ve bu yardım Barack Obama’nın on yıllık Mutabakat Zaptı ile tarihteki en büyük yardım paketini (yakın zamanda ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı yardımın gölgesinde kalmıştır) imzalamasının doğrudan bir sonucudur. Cari dolar cinsinden İsrail toplam 158 milyar dolar almıştır.

Pentagon, İsrail’e beşinci nesil hayalet uçağı F-35 Müşterek Taarruz Uçağı da dahil olmak üzere en gelişmiş silahlarını sağlamaktadır. Ayrıca Bill Clinton yönetiminden bu yana, gelen yönetimlerin imzaladığı gizli bir mektupla İsrail’in nükleer silahlarına zımni destek verilmesi de bir politika olmuştur. (Ehud Barak’ın korktuğu gibi, İsrail’de “mesihçi bir diktatörlük” iktidara gelir ve çevre ülkeleri nükleer silahlarla tehdit ederse, bu kısmen bu paha biçilmez desteğin bir sonucu olacaktır).

Şu anda ABD İsrail’e yeni bir grup zırhlı araç tedarik ediyor ve bu araçlar İsrail’in tehdit ettiği kara harekatını başlatması halinde kısa süre içinde Gazze halkına karşı kullanılacak. Elbette ABD bunu hayırseverlik duygusuyla ya da büyük bir “İsrail Lobisi” nedeniyle yapmıyor. Her bir dolarlık yardım, nasıl kullanılacağına dair şartlarla birlikte geliyor, böylece İsrail ordusu (çok isteyerek) ABD’nin bölgedeki dış politika önceliklerinin bir ileri karakolu olarak hareket ediyor.

İsrail ile ittifak onlarca yıllıktır, ‘yeni antisemitizm’ efsanesi de bir o kadar eskidir ve savaş karşıtı ve Filistin yanlısı protestoların belirgin bir şekilde İslamofobik bir eğilimle bastırılması ‘terörle savaş’tan bu yana artmaktadır.

Birleşik Krallık, Arapçada felaket anlamına gelen Nakba’da yedi yüz bin Filistinlinin etnik temizliğe uğraması pahasına İsrail devletinin kurulmasına yardım ederek elbette belirleyici olmuştur. Bunun reelpolitik gerekçesi, Filistin üzerindeki Manda yönetimi sırasında Kudüs’ün İngiliz valisi olan ve Siyonist hareketin “potansiyel olarak düşmanca bir Arapçılık denizinde İngiltere için ‘küçük sadık bir Yahudi Ulster’ oluşturmasını” dört gözle bekleyen Ronald Storrs tarafından ifade edilmiştir.

Ve böylece, özellikle 1936-1939 Arap ayaklanması sırasında, Britanya imparatorluğunun silahlı kuvvetleri, gelecekteki İsrail ordusunun çekirdeğini oluşturacak olan paramiliter güçleri eğitti. Şu anda İngiltere İsrail’in en güçlü küresel müttefiklerinden biridir. İsrail’e her yıl yüz milyonlarca sterlin değerinde silah lisansı vermektedir ve bu silahlar 2018’deki Büyük Dönüş Yürüyüşü’nde olduğu gibi Filistinlilerin bastırılmasında kullanılmaktadır.

Başbakan Sunak’ın “itidal” lafını bile reddettiği İsrail’in savaşını desteklemek için hükümet, İsrail’e sembolik bir destek jesti olarak donanma gemileri ve gözetleme uçakları gönderdi. Gove’un protestocuların yıkmaya çalıştığından endişe ettiği “dış politika” budur. Görünürde antisemitizmi engellemeyi amaçlayan resmi kampanyaların korumaya çalıştığı şey budur.

Bunların hiçbiri tamamen yeni değil. İsrail ile ittifak onlarca yıllık, yeni antisemitizm efsanesi de bir o kadar eski ve savaş karşıtı ve Filistin yanlısı protestoların belirgin bir şekilde İslamofobik bir eğilimle bastırılması “terörle savaş “tan bu yana tırmanıyor. Bununla birlikte, tarihi bir değişim yaşanmaktadır. İsrail ile ittifaka yönelik rıza yıllardır azalırken, İsrail büyük ölçüde sağa kayarak Brezilya’dan Hindistan’a, Macaristan’dan İtalya’ya, Filipinler’den Polonya’ya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar aşırı sağcı bir yönetim tarafından yönetilen devletler dalgasından biri haline geldi.

Filistin dayanışmasına yönelik baskılar nasıl gerici komploculukla yoğrulmuş daha geniş otoriter akımlarla çapraz dölleniyorsa, İsrail’e yönelik uluslararası destek de en akıldışı ve mantıksız haliyle intikamcı etnik milliyetçiliğin yükselişiyle besleniyor. “Büyük Değişim” ya da “kültürel Marksizm” mitlerini yayan ve İsrail’in Filistinlileri ezmesini saldırgan bir şekilde destekleyen aynı güçler, şimdi kendilerini Yahudi halkının müttefiki ve aşırıcılığın düşmanı olarak konumlandırıyorlar.

Sonuç şu anki dengesizliktir. Daha önce hiçbir İsrail savaşını soykırım terimleriyle bu kadar açık bir şekilde meşrulaştırarak protesto etmek zorunda kalmamıştık ve geçmişte bunun Washington ya da Londra için şu anda olduğu gibi sorun olmayacağına inanmak zor. Daha önce savaş çıkaran devlet ve müttefiklerinin liberal enternasyonalizm, insan hakları ve uluslararası yasallığın ideolojik dayanaklarına karşı bu kadar küstahça isteksiz davrandıkları bir durumla karşılaşmamıştık. Daha önce hiç bu kadar coşkulu, muzaffer bir şekilde irrasyonel ve şiddet yanlısı bir küresel sağla ya da bu tepkiye karşı bu kadar şikayetçi bir resmi liberalizmle karşılaşmamıştık.

Yine de yüreklendirici karşı noktalar ve çelişkiler var. İsrail saldırganlığına karşı Orta Doğu, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki şehirlerde büyük ve çeşitli protestolar düzenlenirken ve Washington DC, ABD tarihinde Filistinlilere yönelik en büyük Yahudi destek seferberliğine tanık olurken, Batılı güçler Filistin devletine yönelik küçümseyici ve sahte ilgilerini isteksizce yeniden keşfediyorlar.|

Sunak, bunun gerçekleşmesi için hiçbir şey yapmayan ve bunun için örgütlenen tüm sivil toplum araçlarına baskı uygulayarak bunu engellemek için her şeyi yapan İngiltere’nin bir “Filistin devletini” desteklediğinde ısrar ediyor. Donald Trump’ın politikasını sürdüren ve İsrail’in çılgınca şiddet kampanyasına tam destek veren Biden ise “Filistin devletine giden bir yol olmalı” diyor.

Şüphesiz bunu demokratik hakları geri almaya bu kadar hevesli olmalarıyla aynı nedenden dolayı söylüyorlar: durum kontrolden çıkabilir. Bu İsrail ve umarım Filistinliler için bir dönüm noktası olabilir. Aynı zamanda, Delhi’den Huwara’ya, yurtdışındaki felaket milliyetçiliğinin karanlık akımlarına karşı koyabilecek ve hatta onları yenebilecek türden bir enternasyonalist koalisyonu da bir araya getirebilir. İşte bu nedenle Filistin dayanışmasının kriminalize edilmesine meydan okumaya devam etmek, protestoları sürdürmek ve İsrail’e karşı BDS kampanyasını devam ettirmek elzemdir.

*Richard Seymour, Corbyn: The Strange Rebirth of Radical Politics’in de aralarında bulunduğu birçok kitabın yazarıdır. Lenin’in Mezarı’nda blog yazıyor.

25.10.2023 tarihli Jacobin Magazin’de yayınlanan bu yazı Gaste Avrupa için Nihal Kalender tarafından çevrildi.