fbpx

Kadınlar kazandığında sevinmeyecek miyiz?

Paylaş

Kadın düşmanlarının bu kadar pervasızlaştığı bir zamanda kadınların başarısını kutlamak mücadelemize sahip çıkmaktır. Kendi sesi ve sözüyle mücadele ederek kazandığı alanı ırkçılık ve milliyetçilik yapanlara terk etmemektir.

A Milli Kadın Voleybol Takımı, temmuz ayında Çin’i 3-1 yenerek Milletler Ligi’nde şampiyon oldu. Bu şampiyonluğun ardından, iktidarın beslediği yandaş kesimler, başarıyı kutlamak yerine voleybolcu kadınları, onların cinsel yönelimlerini, spor kıyafetlerini hedefe koydu.

Toplumun önemli bir kesimi ise hem başarıyı kutladı hem de kadınları.

Bu başarıyı kutlayanların içerisinde kadın-erkek eşitliğini, sekülerliği, laikliği, çoğulculuğu ve birlikte yaşamı savunanlar olduğu gibi Kemalistler, Türk milliyetçileri ve ulusalcılar da vardı elbette. Hatta büyük bölümünü bunların oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz.

Kemalistlerin şampiyonluk kutlamalarında daha ziyade cumhuriyetin 100’üncü yılı ve bu başarının kaynağı gibi gösterilmeye çalışılan Türk kadınına haklarını veren Mustafa Kemal Atatürk vurgusu öne çıktı. Elbette kadınlar “Cumhuriyetin Kadınları”ydı.

İktidara yakın taraf, voleybolcuları kadın olmaları, cinsel yönelimleri ve kıyafetleri nedeniyle hedefe koyarken, onlar kocaman, güçlü bedenlerini kuş tüyü kadar hafifmişçesine yükseklere sıçratıp dinci yobazlığın üzerine üzerine uçarak smaçladılar. O da yetmedi; cinsel yönelimlerini, kadın olmalarını daha açıktan savundular. Utanmadılar. Korkup geri çekilmediler. Yalnız değillerdi, ülkede her kesimden kadının destekleri yanlarındaydı sporcu kadınların. Kimi dualarıyla, kimi isyanıyla, kimi özgürlükçülüğü ile, kimi kadın haklarına sahip çıkarak saldırılara karşı yalnız bırakmadı kadın sporcuları. Ve elbette erkekler de.

A Milli Kadın Voleybol Takımı’nı destekleyenler arasında yer alan Türk milliyetçisi, Kemalist kesimlerin şampiyonluğu sahiplenmesi kadın hakları, modernlik, Türkçülük, kısaca aydınlanmacılık çerçevesindeydi. 100’üncü yılında eski cumhuriyeti aşan ideolojik/politik bir yerden değil, onun kuyruğuna takılan, 10. Yıl Marşı’na yapışıp kalmış, onu bile misal 100. Yıl Marşı yazacak kadar güncelleyememiş, ideolojik açıdan kendisini geliştirip yenileyememiş, tek adım yol alamamış bir Türkçülük propagandası ile adeta toplumdaki şampiyonluk zaferini ve heyecanını vantuzlayarak azalttılar.

Milletler şampiyonluğundan hemen sonra bu kez Avrupa şampiyonluğunu kazandı A Milli Kadın Voleybol Takımı. Bu şampiyonluğun kazanılmasının hemen ardından yine kadınlara, kadın takımlarına, lezbiyenliğe, sporcu kadın olunmasına, kadın sporcuların kıyafetlerine ve daha fazlasına yönelik kadın düşmanlarının sesi yükseldikçe yükseldi.

Aynı şekilde, A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın başarısı üzerinden Türkçülük, Kemalizm, modern kadın hattı savunucuları da Milletler Ligi şampiyonluğu sonrasındaki gibi aynı söylemlerle kaldıkları yerden devam ettiler.

Siyasal İslam, Kemalizm, Türkçülük

Kemalistler ve Türkçüler, Siyasal İslamcıları yobazlıkla eleştirip, onların kamusal alanda kadınların yer almasından duydukları rahatsızlığa karşı “Cumhuriyetin Kadınları”nı, gerici yobazlıkla mücadelede hazır kıtalar olarak görüp böyle sahiplendiler. Onlar, Mustafa Kemal’in “verdiği haklarla” buralara gelmiş modern kadınlardı. Yobazlığa karşı mücadelede Mustafa Kemal’in izinden yürüyorlardı.

Öyle bir ruh haline bürünmüşlerdi ki Kemalistler ve Türkçüler milli duygular diye coşarken mevcut iktidarın da kendileri kadar milliliği savunduğunu akıllarına getirmediler. Cumhur İttifakı’nın ikinci parçası MHP’nin de Kemalist olmasa da Türkçülük siyaseti yapan millilerden olduğunu unuttular.

Mevcut iktidar koalisyonu ile mevcut Kemalist, Türkçü ve ulusalcı kesimler, aslına bakarsanız birçok açıdan aynı tekçi, dinci, Türkçü ideolojinin yani Türk-İslam sentezinin sonuçlarıdır.

Aralarında en çok farkın olduğu konu kadın hakları. Siyasal İslamcıların kadın düşmanlıkları ve kadınların her türlü haklarını reddeden pozisyonlarının aksine Kemalistler ve Türkçüler, geçmişten gelen kültür ve mitolojileri nedeniyle eşitlikçi olamasalar da kadın hakları konusunda nispeten olumlu cümleler kurabiliyorlar. Lafta kısmen var olan eşitlik, pratiğe gelince sıfırlanıyor elbette.

Kemalistlerin “kadın hakları” efsanesi

Kemalistlerin kadınlar konusundaki tutumu, kendilerine atfettiklerinin aksine, cumhuriyet öncesi ve cumhuriyet kurulurken mevcut olan feminist mücadeleyi inkâr eden, batıcı, modernist bir kadın hakları savunuculuğu çerçevesinde. Kadınların bugüne dek sahip oldukları kazanımları ve hakları Mustafa Kemal’e bağlamaları, bu topraklarda yüz yıllardır verilen kadın mücadelelerini ve yüz elli yıldan bu yana yürütülen feminist mücadeleyi görmezden gelecek kadar sığ ve ideolojik.

Kadınların bugüne dek sahip oldukları kazanımları ve hakları Mustafa Kemal’e bağlamaları, bu topraklarda yüz yıllardır verilen kadın mücadelelerini ve yüz elli yıldan bu yana yürütülen feminist mücadeleyi görmezden gelecek kadar sığ ve ideolojik.

Neredeyse dünyadaki birinci dalga feminizmle yaşıt olarak Osmanlı’nın son döneminde yükselmeye başlayan ve cumhuriyetin kuruluşundan sonra da devam eden feminist mücadele sayesinde kadınlar eğitim, ücretli alanda çalışma, evlenme/boşanma, eşit miras, seçme-seçilme, seyahat etme, kürtaj olma ve örgütlenme haklarını kelimenin tam anlamıyla canları pahasına kazandılar.

Gerek Osmanlı zamanında gerek cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne dek kadınlar hak kazanma ve nefes almalarını sağlayacak her adım için ağır bedeller ödediler; iktidarlara, devletlere karşı mücadele ettiler. Cumhuriyet döneminin CHP’den de (o zamanki adıyla CHF) önce kurulan ilk siyasi partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın kuruluş kongresi, Nezihe Muhiddin ve arkadaşları tarafından 15 Haziran 1923’te Darülfünun Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Ancak partinin resmi olarak kurulması bizzat Mustafa Kemal iktidarı tarafından engellendi. Kuruluş dilekçesinin verilmesinden sekiz ay sonra “1909 tarihli Seçim Kanunu’na göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçe gösterilerek partinin kuruluşu reddedildi.

Cumhuriyet öncesi ve cumhuriyet döneminde kadınlar medeni kanun dahil gerekli her türlü adımın atılması için örgütlü feminist mücadeleler vererek o dönem iktidarının kabul etmek zorunda kaldığı hakların elde edilmesini, yasaların çıkarılmasını sağladılar. Kadın hakları kazanılsın diye cumhuriyet hiç de kadınlara buyurun demedi. Kolaylık sağlamadı. Modern cumhuriyette erkeklik gölgesi ve müdahaleleri altında mücadele eden kadınlar vardı. Bu nedenle Kemalistlerin dillere pelesenk ettikleri “cumhuriyet kadınları” yoktu ama cumhuriyetin erkekleri vardı. Çok da güçlüydüler. Ve meclisten kamusal alana, siyasete, spora, sanata dek kadınların önünde patriyarkal baskılar aralıksız devam etti.

Kadınların o süreçte de bugün de kazanımları ve başarıları varsa bunlar başka kimsenin lütfuyla değil, kadınların kendi mücadeleleri sayesinde elde edildi.

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek kadınların on yıllardır verdiği feminist mücadeleyi yok sayıp bu mücadele ile elde edilen başarıları erkekler üzerinden açıklamak kadınları güçlendirir mi? Ayrıca kadınların eşitliğini savunan bu ideolojilerin sahiplerine sormak gerekmez mi; şampiyon kadınları kutlarken varsınız ama siyasi partilerde kadınlar nerede?

Kadınların eşitliğinden bahsederken özgürlük olmadan eşitliğin olamayacağını hatırlatmak, uzun yıllardır içinde bulunduğumuz atmosfer açısından yersiz olmayacak. Özgürlüğün dallanıp çiçek açması için evvela bu muhafazakâr atmosferle mücadele etmek gerekiyor. Bunu da “en yerli ve milli benim” yarışında olan Türk-İslam kaynaklı siyasi akımlardan, partilerden beklemek, ölü gözden yaş beklemektir.

Eşitlik ve özgürlük hattı

Cumhur İttifakı’nın ve bu ittifakla işbirliği halindeki ufak tefek dinci siyasi partilerin, AKP’den kopan Gelecek Partisi ve dinci partilerin kökeni olan Saadet Partisi’nin kadınların eşitlik mücadelesine ve kazanılmış haklarına karşı kurdukları kadın düşmanı ittifak durmaksızın saldırılarını devam ettiriyor.

Peş peşe gelen tüm erkeklik saldırılarına karşı mücadele eden feminist/kadın hareketi farklı kesimlerden, ideolojilerden kadınların her türlü erkeklik saldırılarına karşı adı konmamış bir ittifak şeklinde direniyor. Bu direniş ve mücadele ile toplumun geniş kesimlerinde feminist/kadın mücadelesinin önemine dair farkındalık yaratıldı. Toplumun bilinci yükseldi. Burada özellikle aydınlanma, modernleşme gibi kavramlar kullanmıyorum. Feminist mücadelenin kavramlarını kullanıyorum.

İstanbul Sözleşmesi’nden Filenin Sultanları’na dek toplumun önemli kesimlerinin kadınlarla dayanışma içinde olmasının nedeni bu bilinç yükselmesi. Ancak bir de kadınlarla dayanışıyormuş gibi yapıp, faydacı ve milliyetçi çaba içinde olup kadınların başarılarını araçsallaştıranlarla da belli ki önümüzdeki dönem mesai harcayacağız.

Kadınların kamusal alandaki varlığını kadınların kendileri için değil, ülke ve toplum için faydalı görenlere her fırsatta bu bakışın arkasındaki ideolojinin erkek egemen ideoloji olduğunu hatırlatmamız gerekecek. Ve bu yaklaşımın kadınlara değil, kadınların mücadelesini araçsallaştıranlara fayda sağladığını sözümüzün ulaşabileceği en ırak noktalara dek taşımak durumundayız. Kadın sporcuların maçlar kazanmasını, şampiyonluklarını militarist ve ulusalcı zemine çekerek güya kadınları güçlendirmeyi hedefleyenlerin, erkek egemenliğine karşı ortak mücadele veren kadınların mücadelesine müdahale olduğunu sık sık ve yeri geldiğince söylemekten geri durmayacağız elbette.

Her şeyden önce kadınların ortak yanları kadın olmaları. Hangi milliyet, din, sınıf ve ırktan gelirlerse gelsinler kadınların ortak yanı kadın olmak. Bu sadece biyolojik bir ortaklık değil, toplumda kadına biçilen roller, patriyarkanın ekonomi politiği, kadın bedeninin denetimi açısından kurulan bir ortaklık.  

Bu ortaklık, ancak kadın bilinci kuşanmış örgütlü mücadeleyle sonuç alabilir. Eğer ülkede örgütlü kadın mücadelesi yoksa dünyanın tüm kupalarını kazanan kadın takımlarınız olsa, bilim üreten çok sayıda bilim kadını olsa, kadınlar kamusal alanda yaygın şekilde yer alsa dahi bunlar kadınları ikinci cinsiyet olmaktan çıkarmaya, erkeklerin “kölesi” olmaktan kurtarmaya yetmiyor. Kadınların kurtuluşu sadece feminist bir perspektifle oluşturulmuş örgütlü mücadele ile mümkün. Güçlü ve yaygın örgütlü mücadele için birbirinden uzaklaşan değil, yakınlaşan kadınların olması gerekir.

Kadın düşmanlarının bu kadar pervasızlaştığı bir zamanda kadınların başarısını kutlamak mücadelemize sahip çıkmaktır. Kendi sesi ve sözüyle mücadele ederek kazandığı alanı ırkçılık ve milliyetçilik yapanlara terk etmemektir.

Filenin Sultanları’ndan onların başarılarına sevinen kadınlara; akıllarımızdan çıkartmayacağımız en önemli şey homofobiye, kadın düşmanlarına ve özgürlük düşmanlarına karşı gücümüzün kaynağının örgütlü feminist/kadın mücadelesi olduğudur. Burada hemen her çevreden binlerce kadının “Kadınlar birlikte güçlü” mottosuyla katıldığı 8 Mart’ları, 25 Kasım’ları anımsayalım.

Kadınlar kazandığında sevinmeyecek miyiz?

Sevineceğiz. Herkesten çok sevineceğiz. Kutlayacağız şampiyon olan kadınları. Çünkü kadınların oralara gelmesinin nasıl zor olduğunu, nasıl bedeller ödendiğini en iyi biz biliyoruz.

Uzun yıllardır ülkede güzel olan birçok şey kadınların çabası ve emekleri sonucunda oluyor. Erkeklerin bile kurtarıcı olarak kadınları kabul etmek zorunda kaldığı bir zamanda biz kendimizi kutlamaktan, birbirimize sarılmaktan, birbirimizi güçlendirmekten hiç vazgeçmeyeceğiz. Başarılarımızı kutlamak lüks değil zaruret. Elbette kimi siyasi ideolojiler aramıza duvarlar, aşılmaz engeller örmeye, kadın olmaktan kaynaklı birliğimizi bozmaya yeltenecek. Ve yine biliyoruz ki insanlar güçlü olanın rüzgarına kapılır. Çünkü siyaset boşluk tanımaz. Ancak biz kadınlar, yıllardır İstanbul Sözleşmesi’nde, kadınların nafaka hakkı mücadelesinde, çocuk istismarına karşı yürüttüğümüz ortak mücadele deneyimlerinden öğrendiklerimizle safları daha da sıkılaştırmayı başarmanın yollarını birlikte düşüneceğiz. Benzer baskılar altında olan kesimlerle yan yana olmaktan geri durmayacağız. Yaşam biçimine müdahale edilenler, seküler yaşam savunanlarla, özgürlüğü, eşitliği talep eden kesimlerle sık sık yan yana geleceğiz. Yaşam biçimlerimize müdahale etmeye çalışanlara karşı direneceğiz.

Kimliğimize, bedenimize, kararımıza karşı en saldırgan politikaların hayata geçirildiği bu süreçte haklarımız, özgürlüğümüz ve hayallerimiz için yürüttüğümüz bu mücadeleyi kimsenin küçümsemeye, sulandırmaya hakkı yok. Kemalistler, ulusalcılar, Türkçüler kadınların dinci yobazlığa karşı yürüttüğü mücadeleyi istismar etmek istiyorlar diye kimse bize hayatlarımızı koruduğumuz mücadele alanlarımızı terk etmeyi, önemsiz görmeyi ve hatta karşımıza almayı teklif etmesin, bunu güzellemesin. Biz hem patriyarkayla hem dinci yobazlıkla, tekçilikle, Türkçülükle aynı anda mücadele edebiliriz, ediyoruz.  

Devletin ve iktidarın kimlikleri siyasallaştırarak halkları ve kadınları ayrıştırmasına izin vermeden birlikte sevinmenin, birlikte mutlu olmanın yollarını bulmalıyız. Milli ve yerli yanılsamasına karşı milli takım diye sunulanın bile yerli ve milli olmaktan öte farklı ve çoğulcu olduğuna dikkatleri çekmekten geri durmayacağız. Şampiyon olan “Milli” takımdaki Kübalı Vargas, 41 sayı kazandırarak kupanın bir numarası seçildi. Türkçülerle mücadelenin yöntemi haklarımız için verdiğimiz mücadeleden geri çekilmek değil, bu çelişkileri ve tutarsızlıkları ortaya koyarak kendi alanımızı temizlemek olmalı.

A Milli Kadın Voleybol Takımı’nın başarısına sevinmek feministliğimize zarar vermez, bizleri Kemalistleştirmez. Yaşam biçimine müdahale, homofobi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin sonlandırılma çabası ve seküler hayata müdahale konularında Kemalistlerle benzer düşünüp aynı tarafa düşmek bizleri aynılaştırmaz. Yukarda yazdığım siyasi farklılıklarımızı ortadan kaldırmaz. Kadın düşmanlarının bu kadar pervasızlaştığı bir zamanda kadınların başarısını kutlamak mücadelemize sahip çıkmaktır. Kendi sesi ve sözüyle mücadele ederek kazandığı alanı ırkçılık ve milliyetçilik yapanlara terk etmemektir. İdeolojik ve politik açıdan her daim canlı bir organizma olarak toplumun içinde, kendisini tecrit etmeden var etmeyi başarabilmektir. Ezber yerine yeni cümleler aramaktır.

Seviniyorum; çünkü kadınları eve kapatıp erkeklere muhtaç bırakma çabası içinde olanlara karşı kadınlar şampiyonluk kazandı. A Milli Voleybol Takımı, içerdeki kadın düşmanlarını yendi. Toplumu muhafazakâr bir cendereye sıkıştırmak isteyenlere karşı yeni bir “blok” kurdu. Birbirini hiç tanımayan, görmeyen; farklı milliyet, inanç, sınıf, kültür ve bölgeden kadınlar arasında erkek egemenliğine karşı güçlü bir savunma çizgisi çekti. Kız çocukları için heyecan verici, teşvik edici bir örnek oluşturdu. İşte bunlara çok seviniyorum, çünkü ben bir kadınım.

Yazının ilk hali Kadın İşçi sayfasında yayımlanmıştır.