fbpx

Bir Devlet organizasyonu: 6-7 Eylül Pogromu

Paylaş

“6-7 Eylül Pogromu, Türkiye’deki resmi devlet ideolojisinin mantığına uygun hazırlanan insanlık suçunun işlendiği kanlı bir politika uygulamasıdır. Devlet kendi halkının bir bölümüne karşı bizzat katliam planlamış ve onu fütursuzca hayata geçirmiştir.”

Biz burada elimizden geleni yapıyoruz, gazetecilerimiz de yapıyorlar. Ayrıca Başbakanın da ilgililere gereken emri vermesinin çok faydalı olacağını düşünüyorum.[1]

                            “6-7 Eylül Olayları, bir özel harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.[2]

19. yüzyılın son çeyreğinden günümüze kadar Türkiye coğrafyası üzerinde yaşayan Türk ve Sünni Müslüman olmayan halklar ve inanç grupları kısa zaman aralıklarıyla irili ufaklı katliamlara maruz kalmıştır. 6-7 Eylül 1955 tarihine kadarkilerden en önemlileri, 1894-96 yılları arasında Hamidiye Alayları’nın Ermenilere uyguladığı kırım, 1909 Adana Ermeni Kırımı, 1915 Büyük Ermeni Soykırımı ve gene aynı yıl ki Süryani Soykırımı ve 1919-22 arasındaki Pontus Soykırımı, 1934 Trakya Olayları olarak bilinen Yahudi Pogromu ve 1938 Dersim Kırımıdır. 6-7 Eylül 1955 Pogromu ise 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin gayrimüslim vatandaşlarına uyguladığı en büyük pogromdur.

Bu pogrom tam sayısı kesin bilinmemekle birlikte yirmi ila otuz arasında kişinin hayatını kaybettiği, 4000’den fazla evin, 1000’den fazla işyerinin, 73 kilisenin, 26 okulun, iki manastırın ve bir sinagogun tahrip edildiği olaylar dizisi olup çoğunluğu İstanbul ve küçük bir bölümü İzmir ve İskenderun kentlerinde cereyan etmiştir.[3] Pogrom ilk olarak Rumları hedef alıp zararın en büyüğüne Rumlar maruz kaldıysa da, hadisenin akışı içerisinde diğer Türkiyeli gayrimüslimlerden Ermeniler ve Yahudiler de büyük zarar görmüştür.

6-7 Pogromu, Türkiye Devleti’nin temsilcisi Demokrat Parti hükümetinin yöneticileri başta olmak üzere, devlet kurumlarından istihbarat teşkilatı, ordu, polis, jandarma ve dönemin mülki amirlerinin bizzat katılımlarıyla tasarlanıp gerçekleştirilmiş bir pogromdu. Pogrom en üst düzey devlet yetkililerinin bizzat emir vermesiyle başladı. Dönemin Demokrat Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 1955 yılında patlak veren Kıbrıs meselesini İngiltere ile konuştuğu Londra’dan talimat vermesiyle pogromun düğmesine basılmış ve daha sonrasında lümpen halk yığınları planlı bir şekilde devlet görevlilerinin verdiği talimatlarla bu katliama bizzat iştirak ettirilmiştir. 

Atatürk’ün evini MİT bombalattı

Olayların seyri kısaca şöyle oldu: 1955, Kıbrıs’ta Rumların İngiliz sömürge yönetimine karşı ayaklandığı bir yıldı. İngilizler, ayaklanan Rumların bağımsızlık isteklerini görmezden geliyor ve kendileri için stratejik önemde olan adayı yönetimlerinde tutabilme hasebiyle Türkiye’yi kendi taraflarına çekmek istiyordu. O dönemki Menderes hükümeti İngiltere yönetiminin çıkarlarına uyumlu bir şekilde adadaki Türk azınlığı Rumlara karşı kışkırtıyor ve Türkiye’de de Rum karşıtı bir propaganda sürecini başlatıyordu. 1955 Ağustos ayının sonunda Kıbrıs’ın durumunu görüşmek üzere Londra’ya giden Fatin Rüştü Zorlu, oradan Türk devlet yetkililerine artık bir şeyler yapmanın zorunlu hale geldiğinin mesajını verdi. Bu mesajın verilmesinden sonra Yunanistan’ın Selanik şehrinde 5 Eylül günü, daha sonra 1992 yılında Nevşehir valiliği görevinde de bulunacak olan Selanik Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Oktay Engin, o dönem Milli İstihbarat Teşkilatı’nın selefi olan Milli Emniyet Hizmeti tarafından hazırlanan bombayı Atatürk’ün evine atıyordu.

Atatürk’ün evine MİT’in verdiği bombayı atan Oktay Engin, 1992 yılında Nevşehir valiliği görevine getirildi.

Suç, Türk devlet yetkilileri tarafından Yunanistan’ın üzerine yıkılıyor ve o dönem tirajı sadece 20 bin olan Expres Gazetesi ise 6 Eylül tarihinde 290 bin adet bastırılarak manşetinden, “Atatürk’ün evine bomba atıldı” haberini veriyordu. Aynı saatlerde Devlet Radyosu’ndan bu yalan haber ulusal ölçekte halka duyuruldu. 6 Eylül öğle saatlerinden itibaren Demokrat Parti hükümeti tarafından kurdurulan Kıbrıs Türktür Derneği ise sokaklara inerek ajitatif propaganda yapıyor ve ilerleyen saatlerde de pogromu gerçekleştirecek lümpen yığınlar daha önceden hazırlığı yapılmış bir şekilde düzenli olarak İstanbul’da gayrimüslimlerin yoğun yaşadığı ve işyerlerinin olduğu semtlere toplu taşımayla sevk ediliyordu. Ayrıca bir takım şahıslar, gayrimüslimlere ait birçok işyerini ve kurumu önceden işaretlemişti. O günün aksam saatlerinden, ertesi günün sabah saatlerine kadar talan, yağma, saldırı, tecavüz ve öldürmelerin olduğu pogrom gerçekleşti. [4]

6-7 Pogromu’nun ortaya çıkışında biri özel, diğeri daha genel, iki temel saik vardır. Genel saik, Osmanlı’nın son döneminde iktidarı elinde bulunduran İttihat Terakki kadroları tarafından devletin resmi ideolojisi olarak benimsenen ve daha sonra da Cumhuriyet’i kuran kadroların aynen devam ettirdiği “Türk-İslam Sentezi” doğrultusunda gayrimüslimlerin sermayesine zorla el koyma ve bu sermayeyi Müslüman-Türk nüfusa aktararak milli bir burjuva sınıfı yaratma politikasıydı.

Gayrimüslim Soykırımı

Yazının başında da değindiğimiz gibi, 1909’da yaklaşık 30 bin kişinin öldürüldüğü Adana Ermeni Katliamı, bir milyonun üstünde Ermeni’nin öldürüldüğü 1915 Ermeni Soykırımı, gene bu yıllarda yüzbinlerce kişinin katledildiği Süryani ve Pontus Soykırımları, 1934’de Trakya’daki Yahudi Pogromu ve 1942-43 yıllarında gayrimüslimlerden Müslümanlara kıyasla on kat verginin alındığı ve bu vergiyi ödeyemeyenlerin Erzurum Aşkale’deki toplama kampına gönderildiği Varlık Vergisi hadisesi, aynı Türk-İslam sentezci dünya görüşünün tarihsel süreklilik içinde sermaye aktarım süreçlerini gerçekleştirdiği büyük insanlık suçu, işlenen devlet politikalarıydı.

Harput’tan tehcir edilen Ermeniler

Ülke içindeki sermaye bu politikalar sonucunda çok büyük oranda Müslüman-Türk nüfusa aktarılmıştı. İşte, 6-7 Pogromu da bu ideolojik dünya görüşünün tarihsel süreklilik içerisinde tertip ettiği bir operasyondu. Özellikle İstanbul’da son kalan orta ve küçük boy gayrimüslim ticaret erbabı büyük oranda yok edilmekle kalmamış, gayrimüslimlere ait dinsel ve kültürel kurumlar da büyük bir tahribata maruz kalmıştı. Gayrimüslim ticaret erbabının önemli bir kesimi olaylardan sonra işyerlerini kapatmış ve bir kısmı da ülkeyi temelli terk etmiştir.

Özel saiki ise, Türkiye’nin dış politikada dönemin emperyalist çıkarlarına uyumlu politikalar gütme isteğiydi. Rumların kolonyalist İngiltere yönetimine karşı başlattıkları isyanı, Türkiye yeni katıldığı Batı Bloğu’na şirin gözükme çabası doğrultusunda, İngiltere lehine çözmekten yanaydı. Türkiye toplumundaki Rum karşıtlığı arttırılırsa, Yunanistan tedirgin olacak ve Kıbrıslı Rumlar da taleplerinden vazgeçmek zorunda kalacaklardı. Dış politikada emperyalist çıkarlarla uyumlu bir takım kazanımlar elde etmek uğruna Demokrat Parti hükümeti ve onun emrindeki devlet aygıtı iç politikayı araçsallaştırmış ve kendi gayrimüslim vatandaşlarını katletmişti. Başta sadece Rumlara karşı hazırlanan pogrom, kontrolden çıkmış ve tüm gayrimüslim vatandaşların madden ve manen büyük zarara uğradığı bir katliama dönüşmüştü.

Ceza değil mükafat!

6-7 Eylül Pogromu’nun sonrasında kurulan mahkemede bu suça iştirak ettiği tespit edilen yaklaşık üç bin kişinin tamamı kısa bir tutuklama sürecinden sonra serbest kaldı. O dönemin sorumluluk makamında oturan idari ve mülki amirleri de yargılanmadı.

Üstüne üstlük suç, olayla hiçbir ilişkisi olmayan aralarında Aziz Nesin, Kemal Tahir, İlhan Berktay’ın da olduğu dönemin kırk beş sosyalist aydınının üzerine yıkılarak antikomünist propaganda yapıldı. Üç ay kadar tutuklu kalan aydınlar daha sonra serbest bırakıldı.[5] Demokrat Parti hükümeti yöneticileri ise, 27 Mayıs Askeri Darbesi’nden sonra bu pogromdan dolayı mahkeme heyeti tarafından suçlandı. Ancak, devlet kurumları hiçbir şekilde soruşturmaya tabi tutulmadı ve Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba koyan Oktay Engin örneğinde görüldüğü gibi bu kurumlarda çalışanlar daha sonraki zamanlarda terfi ettiler. 

6-7 Eylül Pogromu, Türkiye’deki resmi devlet ideolojisinin mantığına uygun hazırlanan insanlık suçunun işlendiği kanlı bir politika uygulamasıdır. Devlet kendi halkının bir bölümüne karşı bizzat katliam planlamış ve onu fütursuzca hayata geçirmiştir. Devlet açısından tek sorun pogromun boyutlarının uygulamada planlanandan daha büyük ölçekte olması ve bunun sonucunda da dış dünya nezdinde ortaya çıkan prestij kaybıdır. 

6-7 Eylül Pogromu, 20.yüzyılın başından beri Türkiye coğrafyasında maddi ve manevi büyük kayıplar yaşayan gayrimüslimlerin en azından İstanbul’daki göreli huzurlu yaşamlarını büyük ölçüde tarumar etmiş ve güvensizlik duygusunu had safhaya çıkarmıştır. O zamana kadar çok kültürlü bir yaşam geleneğine sahip olan İstanbul, bu tarihten itibaren bu özelliğini yitirmiş ve Gayrimüslim nüfus sonraki yıllarda hızla azalmıştır. Örneğin, 1955’de İstanbul’daki toplam nüfusun yüzde altısını oluşturan 50 bin civarındaki Rum sayısı, yirmi sene içinde sadece birkaç bine indi. O döneme kadar zanaatlerde ve ticaret yaşamında belli bir etkinliği olan gayrimüslimler, bu etkinliklerini büyük oranda yitirdiler. Bu pogromun bir diğer olumsuz etkisi de daha sonraki yıllarda özellikle Alevilere ve Kürtlere karşı yapılacak katliamlara derin devlet aklı nezdinde bir hafıza oluşturmasıydı. Önce 1978’de Maraş’ta, sonra 1980 yılında Çorum’da Aleviler pogroma maruz kaldı. Bunu, 90’larda Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde yüzlerce köyün yakılması ve on yedi bin Kürdün faili meçhul cinayetlere kurban giderek kaybolması, 1993 Sivas Katliamı ve 1995 Gazi Olayları izledi. Günümüzde de ne yazık ki, Türk-İslam sentezci resmi devlet ideolojisinin makbul saymadığı halk ve inanç grupları geçmiş katliamların gölgesinde kendilerini hiçbir zaman tam güvende hissetmeden, tedirginlik içinde yaşamaya devam ediyor. 

[1] Dönemin Demokrat Parti Dışişleri Bakanı, Fatin Rüştü Zorlu’nun bu telgrafını dönemin diplomatı Coşkun Kırca Yassıada Sorgulamaları sırasında söylüyor. Bakınız: 6-7 Eylül Olaylarında Neler Yaşandı? | 1955 | 32. Gün Arşivi – YouTube

[2] Eski Özel Harp Dairesi yöneticilerinden emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun konuyu araştıran gazeteci Fatih Güllapoğlu’na 6-7 Eylül Olayları ile ilgili yaptığı yorum. Bakınız: 55 Yıl Sonra 6-7 Eylül Olayları – Nazlı Doğuoğlu – bianet 

[3] Güven, Dilek. 2006. Cumhuriyet dönemi azınlık politikaları ve stratejileri bağlamında, 6-7 Eylül olayları. İstanbul: İletişim Yayınları.

[4] Güven, Dilek. 2006. Cumhuriyet dönemi azınlık politikaları ve stratejileri bağlamında, 6-7 Eylül olayları. İstanbul: İletişim Yayınları.

[5] Bu bilgiler akademisyen Güven Dilek’in 2005’de Radikal gazetesinde çıkan yazısından alınmıştır. Bakınız: Radikal-çevrimiçi / Yaşam / 6-7 Eylül Olayları (2) (archive.org)