TC devleti kurulduğundan bu yana (iç) savaşı hiç bitmedi. Bütün ötekileri Rumları, Ermenileri, Alevileri, Ezidi Kürdleri, Kürdleri katletmekle geçen bir tarih. Bütün halkları yok etmek ve asimle etmekle kendini var eden bir devlet. Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı, Zilan ve Dersim katliamları yetmedi. Roboski katliamı, Sur katliamı… Şimdi ise hızını alamayan katliamcı sömürgeci devlet sınır ötesi operasyonlarla Kürd halkını katletmeye devam ediyor.
Varlık koşulu halkları katletmek ve savaş olan bir devlet. Halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevk eden devlet. Kan ve katliamla beslenen bir devlet. Başka halkların topraklarında ve tarihsel mirası üzerinde kendini zorla yaşatan bir devlet. Yüzyıllık T.C tarihi katliamların tarihidir. Kurulduğundan beri Kürd halkını yok etme ve var olma mücadelesini bastırma savaşı veriyor bu devlet.
Ve tüm baskı, imha ve asimilasyon politikalarına rağmen Kürd halkı yüz yıldır dilini kimliğini kültürünü koruma, var olma savaşı veriyor. Cezaevleri, bitmeyen işkenceler, haksız hukuksuz cezalar, faili meçhuller (biz failleri biliyoruz) toplu mezarlar, kimyasal ile yok etmeler, tacizler, tecavüzler, köy yakmalar, köy boşaltmalar, sosyal, psikolojik ve kültürel baskılar… Sadece asimilasyonu kabul etmeyen bir Kürd olduğumuz, Kürdçe konuştuğumuz için bu devletin hedefindeyiz! Kürdçe şarkı söylediğin için linç edilebilirsin, Halkların Demokratik Partisine oy verdiğin için katledilebilirsin. Yalnız Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, dünyanın hiç bir yerinde kendine biat etmeyen Kürdlere yaşam hakkı tanımıyor bu devlet; sınır ötesi operasyonlar, Avrupa’da tehditler, kaçırmalar ve suikastlarla Kürdü katlediyor…
Katlin sıradanlaşması
Bu zulüm yetmez. Kürd sosyalistlerini, yurtseverlerini; Türkiye sosyalistleri ve devrimcilerini katletmek bu devletin temel politikası. Tutuklamak, işkence yapmak yetmiyor. Mutlak öldürmesi gerekiyor. Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmayacak! O başın gözleri, dili, kulağı kalmayacak. Öyle öldürmekle yetinmiyor. Ölülere işkence yapıyor. Mezarlara saldırıyor.
Hafızalardadır; cenazelere işkence etmeleri, çıplak bedenleri teşhir etmeleri, tankın arkasında sürüklemeleri, Teybet ananın cenazesinin yedi gün yerde kalması, cenazelerin mezardan çıkarılması, defin ritüellerin yapılmasına izin verilmemesi…
Anneye çocuğunun kemiklerinin kargo ile gönderilmesi, Adalet sarayına çağrılan babaya oğlunun kemiklerinin verilmesi. Tam bir vahşet.
Nasıl bir düşmanlık?
Nasıl bir ruh hali?
Nasıl bir adalet?
Nasıl gözünü kan bürümüşlük?
Nasıl bir insanlık?
İnsanlıktan zerre nasiplenmemiş, katliamcı ve kan emici bir devlet. Şu günlük hayatın hengamesinde normal ne varsa ölümü hatırlatıyor Kürdlere.
Eliniz buzdolabına her gittiğinde günlerce buzlukta bekletilen Cemile’nin küçük bedeni düşer aklınıza. Sokakta bir köpeği sevecek olsanız, annelerinin cenazesini köpekler yemesin diye nöbet bekleyen oğullar gelir gözünüzün önüne.
Sıradan bir kargo teslim eder gibi çağırıp bez torbasının içinde evladın kemiklerini teslim ettiler Kürdlere bu ülkede! Hatta Agit İpek’in cenazesi PTT Kargoyla gönderildi annesine…
İnsan savaşa savaşa da ölür, döğüşe döğüşe de… İnsan kendi ölümüne üzülmez… Ama evladını, canını katletmiş cani devlet bu şekilde kızının- oğlunun kemiklerini teslim ederse ana- babasına insan bin defa ölür, nefes alamaz.
Sisyphos kaderi
Kürdlere karşı sürdürülen bu savaş yeni değil, bu cumhuriyet kuruldu kurulalı var. Ama hiç bir döneminde Erdoğan iktidarlarında olduğu kadar insanlıktan çıkmamıştı. AKP-MHP devleti bütün insanlık suçlarını gözü dönmüşçesine işliyor. Ve ne yazık ki kendisine muhalefetim diyen Millet ittifakı da, demokrasi pazarlamacısı Batı devletleri de bu insanlık suçunun ortağı durumunda.
Bütün bunlara rağmen, ne gelişmiş teknolojilere, kimyasal / kirli savaş yöntemlerine sahip Türk Ordusu, ne DAİŞ canavarları Kürd halkının direncini kıramadı. Bir baba paramparça olmuş yüreğine rağmen faşist devletin karşısında dizlerinin bağını çözmedi. Acısını ve öfkesini yüreğinde büyüttü, oğlunun onurunu yere düşürmedi.
Ortaçağ savaşlarında yaşanan bu vahşet hiçbir hukuka sığmaz. Vicdan taşıyamaz bu yükü, insanlık kaldıramaz bu kadarını…
Ölümün dili, rengi, bayrağı ırkı, cinsiyeti, siyaseti yoktur diyoruz ama nedendir hep Kürde düşüyor bu ölüm? Hangi halk dayanabilir bunca acıya? Hangi vicdan kanamaz? Hangi dil susar, lal olmaz? Kürd halkının var olduğunu göstermek için yükselttiği bu kuğu çığlığı neden duyulmaz?
Ölümün insanın yüreğine oturan, içini parçalayan, zamanla azalmayan, sağılmayan acısı vardır. Bu yüzden her ölüm erkendir, acıdır, zehir zemberektir.
Yaşamayı uğruna ölecek kadar seven bir halk elbet ölmez… Her gün Zümrüdüanka kuşu gibi küllerinden yine, yeniden doğar. Sisyphos gibi tekrar tekrar taşır özgürlük düşünü zirvelere. Ama soru şu ki, tüm bu gadre şahit, hatta ortak olanların körelmiş vicdanları ne zaman görür bu gerçeği, bu kan ne zaman durur, bu göz yaşları ne zaman diner, ne zaman gelir bahar bizim ülkemize de…