fbpx

Lozan Barış Antlaşması’nın günümüze akisleri

Paylaş

Toros Korkmaz yazdı: “Türkiye’de hiçbir Müslüman azınlık yoktur; çünkü Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında hiçbir ayırım gözetilmemektedir”

24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması[1], Türkiye’nin Britanya İmparatorluğuFransız Cumhuriyetiİtalya KrallığıJapon İmparatorluğuYunanistan KrallığıRomanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı (Yugoslavya) ile imzaladığı uluslararası bir antlaşmadır. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’nda savaştığı devletlerle barıştığını ve aynı zamanda 1920’de imzaladığı Sevres Antlaşmasını da yok sayan hukuki bir belgedir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin yıkılan Osmanlı devleti yerine kurulduğunu Dünya’ya ilan etmiştir. Bundan böyle çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmış ve Türk ulusal kimliğini esas alan Türkiye Devleti kurulmuştur. Türkiye’nin büyük ölçüde şimdiki var olan sınırlarını, (büyük ölçüde diyoruz çünkü Türkiye’nin Irak ile olan sınırı 1926 yılında Ankara Antlaşması ile, Suriye ile olan sınırı ise Hatay ilinin 1939’da Türkiye’ye katılması ile halen günümüzde geçerli olan hale dönüştü.) belirleyen bir antlaşmadır. Ancak aynı zamanda da Yunanistan ve Türkiye toprakları üzerinde yaşayan Türk olmayan halkların ve Sünni İslam olmayan inanç topluluklarının da kaderini olumsuz anlamda etkileyen bir antlaşmadır. Anadolu topraklarında yaşanan büyük acıların inkarına ve Türklüğe asimilasyona yol açmıştır. 

Türkiye’de Lozan Antlaşması politik görüş farklılığına bağlı olarak genelde iki ayrı şekilde yorumlanır. Ana hatlarıyla bu görüş ve yorumlanış şekilleri şöyledir: Resmi tarih anlatımını doğru olarak kabul eden Kemalist merkez sağ ve merkez sol siyasetler, Lozan Antlaşması’nın o günün tarihsel şartları içerisinde çoğunlukla Türkiye`nin lehine bir antlaşma olduğunu vurgular. Misak-i Milli hudutları Batı Trakya, 12 Adalar, ve Musul-Kerkük bölgelerini içerse ve bu toprakların Lozan Antlaşması ile Türkiye sınırlarına dahil edilememiş olması her ne kadar hayıflanılacak bir durum olarak görülse de, bu durumun kabulünün o dönemin uluslararası politik güç ilişkilerinin Türkiye’nin aleyhine olması ile açıklanır. Antlaşmayı imzalayan Türk heyetinin başı İsmet Paşa takdir edilir ve eleştirilmez. Hatta bu çevrelere göre Lozan Antlaşması, Türkiye tarihinin en şerefli antlaşmalarından biri olarak övülür.[2]

Türkçü ve İslamcı kesimlerin çoğunluğunda, ve özellikle de son yıllarda başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere,  hükümetteki AKP ve MHP bloğunun sözcüleri nezdinde ise, Lozan Antlaşması son derece yetersiz ve başarısız bir antlaşma olarak kamuoyuna takdim edilir ve bu antlaşmayı imzalayan İsmet Paşa beceriksizlikle suçlanır. Erdoğan son yıllarda birkaç kere, “1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a razı ettiler. Birileri bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı.”[3], demiştir. Bu çevrelere göre Misak-Milli’den mümkünse hiçbir taviz verilmemeli, başta Musul olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu’nun İtalya’ya 1912’de verdiği ve daha sonra da 1947’de İtalya’nın Yunanistan’a bıraktığı Ege Denizi’ndeki on iki ada ve Batı Trakya da bir şekilde vatan topraklarına katılmalıydı.[4] Buna ilaveten, önümüzdeki sene Lozan Antlaşması’nın 100. yılı olması hasebiyle de, bu kesimlerde antlaşmanın geçerliliğini yitirdiği ve eski Misak-i Milli sınırlarına ulaşmak için bir engelin kalmadığı fikri yüksek perdeden dile getirilmeye başlamıştır. (Böyle bir durumun gerek uluslararası hukuk bakımından, gerekse de reel politik dengeler açısından imkansız olduğunu bir kere daha vurgulayalım!) 

Lozan Antlaşmasını yorumlayan her iki kesimin de maalesef insan haklarına dayalı çoğulcu bir demokrasinin ve barıştan yana bir dış politikanın Türkiye’de yerleşmesine çabalamak gibi bir uğraşları yoktur. Aslında, Lozan Barış Antlaşması’nın hem tarihsel hem de günümüzü ilgilendiren büyük insanlık dramlarına ve politik sorunlara yol açtığı aşikardır. Öncelikli olarak Lozan Antlaşması, o dönem Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde onunu oluşturan Anadolu ve Trakya’da dini Hıristiyan olan büyük çoğunluğu Rum, yaklaşık bir milyon iki yüz bin kişi ile, Yunanistan’da çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu beş yüz bine yakın Müslüman nüfusun yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan sökülüp atılmalarına ve çok kısa süre içerisinde de mübadele edilmelerine neden olmuştur.[5] Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da, mübadele kapsamına giren nüfus ile mübadele kapsamına girmeyen nüfus arasındaki ayrımın ana kıstasının milliyet ya da dil değil, din olduğu için Rum denilenlerin arasında, Türkçeden başka dil konuşamayan Karamanlı ve İç Anadolulu Ortodokslar, (özellikle Kayseri ve Kapadokya civarlarında yaşayanlar), Yunanistan’dan gelen Müslümanların arasında ise PomaklarRumence konuşan Ulahlar, Romeika konuşan Patriyotlar ve kendi dillerinde konuşan Arnavutların olmasıdır. Bu olay, kuşkusuz bunu yaşantılayan insanlar üzerinde büyük bir travmaya yol açmış ve daha sonraki yıllarda da bu insanlık trajedisini anlatan birçok sanatsal ürün verilmiştir.[6]

Lozan Antlaşması metni, 1. Dünya Savaşı yıllarında ve hemen sonrasında cereyan eden Ermeni, Süryani ve Pontus Soykırımları’na tek bir satırda bile yer vermemiştir. Kendi anayurtlarını soykırım sırasında terk etmek zorunda kalan Osmanlı vatandaşı Ermeni ve Rumlar’a dair yeniden ana yurda dönüşlerini sağlayacak bir  düzenleme yoktur. Her ne kadar ülke içinde yaşayan Ermeni, Rum ve Yahudiler’in temel insan hakları, azınlık hakları bağlamında bir ölçüde güvence altına alınmış olsa da, diğer Hıristiyan azınlıklar, ki bunların başında Süryaniler geliyordu, hiçbir haktan yararlanamamış, kimlikleri yok sayılmış ve doğrudan Müslüman Türk kimliğine zorla asimile edilmelerinin önü açılmıştır. 

Anadolu coğrafyasının Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde çoğunluğunu oluşturan Kürtler ve Türkiye’nin diğer tüm halkları da Lozan’da yok sayıldı. Her ne kadar Lozan Antlaşması’nın azınlık haklarını düzenleyen 37-45. maddeleri Türkiye’de yaşayan herkesin temel haklarını güvence altına alsa da, bu halkların adlarının zikredilmeyişi, muğlaklığa ve müslüman olan herkesin doğal olarak Türk sayılmasına neden oldu. Böylelikle tek tipleştirici Türk milliyetçiliği egemen ideoloji haline geldi. Bunun sonucunda Kürtler ve diğer etnik topluluklar, en temel insan hakkı olan kendi dillerini kamusal alanda kullanabilme, öğrenebilme ve kendi kültürel kimliklerini yaşatabilme haklarından mahrum bırakıldı. Lozan Antlaşması, Sünni İslam’dan sonra Türkiye’nin en büyük inanç grubu olan Alevilerden de hiç bahsetmedi ve bu da onların daha sonraki dönemlerde zorla Sünni İslama asimile edilmelerinin yolunu açtı.  

İsviçreli tarihçi Hans Lukas Kieser, Lozan Antlaşması’nın 1914-22 yılları arasında Türkiye Hıristiyanlarına karşı girişilen soykırıma karışan kişilere yönelik olarak genel af maddesini içermesinin, daha sonraki dönemde etnik ve dinsel kimliklere yönelik katliamlara meşrulaştırıcı bir kılıf hazırladığını söyler.[7] Lozan Antlaşması’nın uluslararası bir antlaşma olması dolayısıyla, en başta 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin gerçekleştirdiği Yahudi Soykırımı, Roman Soykırımı ve dünyanın değişik coğrafyalarında gerçekleşen etnik gruplara yönelik kırımlara, ve zorunlu nüfus mübadelelerine kapı araladığı bir gerçektir. 

Lozan Barış Antlaşması’nın ilerici ve demokratik yorumu, antlaşmanın belirlediği sınırlar dışında şoven ve yayılmacı görüşlere net bir şekilde karşı durmak, antlaşmanın yok saydığı etnik ve inançsal kimlikleri tanımak, onların maruz kaldığı her türlü ayrımcılığa karşı durmak ve bu grupların hak ve özgürlüklerinin gelişiminden yana tutum almaktır. Lozan Antlaşması’nın bahsetmediği başta Ermeni Soykırımı olmak üzere, diğer tüm kırımların ve nüfus mübadelelerinin yarattığı travmaların özgürce tartışılabildiği bir ortamın oluşabilmesine katkı sağlamaktır. Ancak bunlar gerçekleştiği takdirde Lozan Antlaşması’nın 100. yılı, 2023’de Türkiye’de hakkıyla kutlanabilir. 


[1] İsmet Paşa’nın Lozan Barış Antlaşması görüşmelerine başkanlık ederken sarf ettiği bu sözler gerek tarihsel olarak gerekse günümüzde gerçekliği yansıtmamaktadır.

[2] Lozan Barış Antlaşması’nın tam metnine bu sayfadan ulaşabilirsiniz: kanuntbmmc00200343.pdf

[3] Resmi devlet ideolojisinin tarih anlatımının önemli kalemşörlerinden Murat Bardakçı’nın konuyla ilgili yazısı: Murat Bardakçı Lozan’ı yazdı (haberturk.com)

[4]Erdoğan: Birileri bize Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştılar – video Dailymotion, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya ilişkin açıklamaları.

[5](151) LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ? – Şimdiki Zaman (21.12.2011) – YouTube, Türk-Islamcı çevrelerin değer verdiği araştırmacı yazar Kadir Mısıroğlu’nun bu minvaldeki görüşlerini tartıştığı video. 

[7] Rum yazar Dido Sotiriyu’nun, ” Benden Selam Söyleyin Anadolu’ya” adli kitabi bu trajediyi anlatan önemli bir edebi eserdir. Bakınız: Sotiriyu, Dido. 2001. Benden Selam Söyleyin Anadolu’ya, Istanbul: Can Yayınları.  

[8] Kieser, Hans Lukas. 2010. “Almanya ve Ermeni Soykırımı 1915-1917”. Jonathan C. Friedman (ed.) Routledge Soykırım Tarihi, Londra: Routledge Yayınları.