fbpx

HDP risk almalı

Paylaş

7 Haziran 2015 tarihi, Türkiye için bir dönüm noktası oldu. O yılın seçim sürecine kadar iyi kötü bir çözüm arayışı vardı. Devlet kanadı sürecin başından itibaren sahtekarca bir yaklaşım sergilediği biliniyordu. Ama özellikle Sayın Öcalan devletin bu sahtekar yaklaşımlarına rağmen süreci gerçek bir çözüm ve barışa evirmek için büyük çaba sarf etti.


Nihayetinde seçim sathı mahalline girilince AKP, seçimleri kazanamayacağını anladı. Özellikle HDP’nin parti olarak seçime girmesi, hem AKP’de büyük panik yarattı, hem de CHP, HDP’nin bağımsız adaylarla girmesi için az çırpınmadı.


Neticede sayın Öcalan ile hazırlanan mutabakat 28 Şubat’ta Dolmabahçe Sarayı’nda okundu. Bu mutabakat büyük umutlar ve beklentiler içeriyordu. Zira bundan sonra devlet adım atarsa artık savaş son bulabilirdi.


Ama böyle olmadı. Başkanlık sistemini getirebilecek yeterli milletvekili çıkarmayacağını anlayan Erdoğan masaya tekme vurdu ve kendi deyimiyle sil baştan bir süreç başlattı. Yani 12 Eylül 1980 ve 90’lar sürecine yeniden dönüldü. “Kürt sorunu benim de sorunum, devlet hata yaptı” söyleminden tekrar “Kürt sorunu yoktur” hatta “Kürt yoktur” söylemine dönüldü. Irkçı faşist MHP ve Ergenekon’la Kürtlerin inkarı ve imhası temelinde ittifak yaparak iktidarını yeniden kurdu. Yeniden kurdu çünkü 7 Haziran seçiminde iktidardan alaşağı oldu ve koalisyon kuracak ortak bile bulamadı. Ergenekon ve MHP faşistleri can simidi gibi yetişti. Ama bir şartla, Kürtlere imha siyaseti uygulama şartı. Zira seçimde elde ettiği zaferle HDP devletin derin yapısında büyük deprem yarattı.


O günden beri devletin tüm imkanlarını seferber ederek PKK’yi “bitirmek” için operasyon üstüne operasyon yaptılar. Her operasyon başlamadan, Süleyman Soylu denen çete elemanı (ne yazık ki içişleri bakanlığı makamında oturuyor) bitirmek için kesin tarih verdi. Ve her tarih verdiğinde de namus şeref sözü verdi. Hatta bitmese yüzüme tükürün dedi. Bu operasyonlar PKK ile de sınırlı kalmadı. Kayyumlar yoluyla ve fezlekelerle HDP’yi de bitirmeye çalıştı. Bu döngü tam 7 yıldır devam etmektedir.


Peki ne oldu?


PKK bitmedi, değil bitme daha da güçlendi. Ama devlet her operasyonda büyük hezimet yaşadı. Garê bunun en açık örneği. Bunun dışında 24 Nisan 2021’de başlayan kapsamlı Zap, Avaşîn. Metîna operasyonunda defalarca kimyasal silah kullanmasına rağmen yenilen kendisi oldu. PKK ise her zaman olduğu gibi siyasi ve askeri olarak kendini büyüterek çıktı.


Ama devlet sadece operasyonda askeri olarak yenilmekle sınırlı kalmadı. Ekonomik, siyasi, sosyal her türlü aşındı. Hatta dibe vurdu. Uluslar arası ilişkilerde yani diş politikada itibarı kalmadı. Ekonomik olarak sadece bir kaç ay içinde dolar 15 TL’nin üstüne çıktı. Her şeye yüzde 100 ile yüzde 300 arasında zam oldu. Zorunlu tüketim maddeleri artık lüks tüketim maddeleri oldu. Örneğin Ayçiçek yağı, akaryakıt, elektrik, doğalgaz her şey ateş pahası oldu. Toplum bir isyanın eşiğine geldi.


Maliye bakanı, ziraat bankası başkanı artık neredeyse 6 ayda bir değişir oldu. Kısaca yokluk, yoksulluk, açlık aldı başını gidiyor. Ekonomi 5 çeteye teslim edildi. Hırsızlık yolsuzluk artık sır olmaktan çıktı. Açık açık devletin hazinesinden milyar dolarlar çalındı.


Siyasal olarak bir çürüme yaşandı. Artık devleti siyasetçiler değil mafya ve tarikatlar yönetmeye başladı. Hukuk yerle bir oldu. Hakimler ve savcılar kendi yetkilerini kullanarak kararlar veremez oldu. Her siyasi davada mutlaka iktidar mensuplarının, başta Erdoğan’ın ne diyeceği endişesiyle kararlar verildi verilmektedir.


Toplumsal olarak da çürüme had safhaya ulaştı. Artık her köşede bir tarikat kuruldu. Her tarikat kendine göre bir din inanç tanımı yaparak toplumun yozlaşmasına neden oldu. Taciz tecavüz meşru hale getirildi. Cemaat, tarikat, vakıf kuran kursları gibi kurumlar adeta fuhuş yuvası haline geldi. Erkek çocuklara bile tecavüz haberleri her gün medyada yer almakta.


Dolayısıyla 40 yıllık savaş Türkiye’nin her şeyini aldı götürdü. Siyasi toplumsal ahlaki çürüme artık normal hale geldi.


Bütün bunlar yaşanırken hiç bir şey olmamış gibi siyaset kurumu rutin oy derdine düşmüş durumda. Hiç bir siyasi parti toplumsal, siyasal, ekonomik, askeri, diplomatik, ahlaki, insani tüm değerleri kaybediyoruz, hele bir durun, neler oluyor, diye bir şey söylemiyor. Saray bir korku imparatorluğu yaratmış, en büyük partiden en küçüğüne kadar herkes “bir şey söylersem tutuklanırım” ya da “terörist olarak suçlanırım” diye korkular içerisinde siyaset yapmaktadır. Hiç kimse çıkıp bu çöküşe müdahale etmek istemiyor. Oysa yolun sonu çoktandır görünüyor ve bu son TC devletinin sonudur. Bu son öyle risksiz de olmayacak. Büyük kayıplarla sonlanacak.


Peki ne yapmalı?


Önce cesur olmalı. Bütün sorunların kaynağının 100 yıllık bir Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklandığını yüksek sesle dile getirmeli. Bu sorunun çözülmesi için PKK yıllardır büyük çaba ve fedakarlık yapmaktadır. Ama gel gör ki PKK adını ağzına alacak cesarette bir muhalefet partisi yok. Bu en çok CHP gibi ana muhalefet partisine düşerdi. Ama maalesef sorunun kaynağının bir parçası da CHP’dir. Diğer partiler irili ufaklı leş kargaları gibi sorunun etrafında dönüp dolaşarak nasıl nemalanacaklarının hesabını yapmaktadırlar. O zaman geriye sadece HDP kalıyor.


HDP tarihi bir misyon yüklenmeli. Zaten faşizmin hedefinde ve her gün tutuklama gözaltı vs. devam etmektedir. HDP bu süreçte daha büyük risk almalı.


Nasıl yapmalı?


HDP hiç zaman kaybetmeden öncelikle bir deklarasyon yayınlayarak iki taraflı bir ateşkes önermeli. Kürt sorunu çözülmedikçe olmuş ve olabilecek tüm olumsuzlukları kamuoyuna ve parlamentoya deklere etmeli. Bunun yanında ve en önemlisi de PKK’nin acilen uluslararası terör listesinden derhal çıkarılması için başta BM ve AB olmak üzere ABD ve tüm Avrupa ülkelerinin hükümet ve parlamentolarına mektuplar yazmalı ve bu konuda yoğun bir diplomasi yapmalı. Şu açıkça belirtilmeli ki PKK’nin terör listesinde tutulması demek; 1. Türkiye de barışın önünü kapatmak demektir. 2. Kürt sorunu bu haliyle asla çözülmez. 3. Türkiye şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün kaynaklarını bu savaş uğruna heba eder. 4. Bunda kazançlı çıkacak olan PKK’yi terör listesinde tutan yabancı güçler olacaktır. Çünkü savaş sürdükçe onlar Türkiye’yi sömürmeye devam edecek. Savaş biterse onların siyasi ve ekonomik sömürüsü de son bulacaktır. Hatta darbe mekaniği de artık aşılmış olacak. 5. Türkiye’de mafyalaşma çeteleşme ve ahlaki çöküntü sonlanacak. Çünkü Türkiye gerçek anlamda demokratik bir yapı kazanacak. Eşitlik temelinde özgürce demokratik bir yaşam kuran bir topluma hiç kimse zarar veremez, ister içeride ister dışarıda.


Kısaca bu böyle devam etmemeli. Kürtler de Türkler de tüm Türkiye toplumu bu savaştan çok zarar gördü. Artık yeter demenin zamanı geldi geçiyor. Bunun tek yolu PKK’yi kabul ederek Kürt halkının her Newroz’da olduğu gibi bu Newroz’da da açıkça iradesi olarak ilan ettiği sayın Öcalan’la karşılıklı dürüstçe sorunu müzakere ederek olur.


Taliban gibi vahşi bir örgüte bir devlet sunan güçler neden PKK gibi hiç bir terör faaliyeti olmayan bir örgütü terörist ilan eder. İşte bunun cevabi yukarıda saydığımız, tüm bu erozyonlardadır. Yani PKK’yi terörist ilan etmekle Türkiye’yi çıkmaza sokup sömürü politikası yürütülmektedir. Bunu sadece dış güçler yapmıyor, içerde savaştan kandan nemalanan muktedirler, askeri ve siyasi bürokrasi çeteler, mafya gibi kan emiciler de ısrarla PKK’nin listede tutulmasını ister.


Kısaca bu ülkeyi Erdoğan gibi din tüccarı ile Bahçeli gibi kan tüccarlarının insafına bırakmamalı. Bu toplumun gerçek iradesi ve ülkenin gerçek seveni ve sahibi böylece HDP olduğu herkese ve her kesime gösterilmeli.