fbpx

Zürih’te 1 Mayıs ve bir mesajın yankısı – Mehmet Murat YILDIRIM

Paylaş

İsviçreli sendikalar ve 1 Mayıs Tertip Komitesi, bu yıl cesur bir adım atmış, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı ana konuşmacı olarak Zürih 1 Mayıs’ına davet etmişlerdi. Kimileri için şaşırtıcıydı bu, kimileri için ise çoktan hak edilmiş bir onurlandırma.

1 Mayıs sabahı Zürih henüz tam olarak uyanmamışken, şehir merkezinin serin taş kaldırımlarında çoktan ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Ni Una Menos-Platz’a vardığımda ülkenin hatta Avrupa’nın dört bir yanından gelen sendikacılar, sosyalistler, feminist gruplar ve göçmen toplulukları kortejlerini hazırlıyordu. Renkli pankartlar gökyüzüne uzanıyor, sokak müzisyenlerinin ritimleri kulakların pasını siliyordu. Ama herkesin dilinde, o kalabalığın içinde yankılanacak daha derin bir söz vardı. O gün, o meydan sadece emek taleplerinin değil, tarihe not düşecek bir mesajın da sahnesi olacaktı.

İsviçreli sendikalar ve 1 Mayıs Tertip Komitesi, bu yıl cesur bir adım atmış, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı ana konuşmacı olarak Zürih 1 Mayıs’ına davet etmişlerdi. Kimileri için şaşırtıcıydı bu, kimileri için ise çoktan hak edilmiş bir onurlandırma. Çünkü Öcalan, 1999 yılında uluslararası bir komplo sonucu yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmiş ve İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne konulmuştu. 26 yılı aşkın süredir oradaydı Kürt Halk Önderi. Arada bir de 4 yılı aşkın süren bir tecrit. Öcalan sadece Kürt halkı için değil, Ortadoğu’nun dört bir yanında ezilenler, kadınlar, işçiler için de önemli bir figür olarak görülüyordu.

Ancak biliniyordu ki, Öcalan hâlâ ağır bir tecrit altındaydı. Ne ailesiyle ne avukatlarıyla düzenli görüşebiliyordu. Bu yüzden, fiziksel varlığıyla aramızda olamayacaktı. Ama sözü, Asrın Hukuk Bürosu avukatları aracılığıyla o gün o alanda yankılanacaktı.

Mesaj okunmaya başlandığında meydan sessizleşti. Dikkat kesilmiş binlerce insanın arasında dururken, satır aralarından geçen düşüncelerle sarmalandım. Öcalan, mesajında şöyle diyordu;
“İnsanlık tarihi bir yanıyla emeğin tarihidir. Emeğin kavgasıdır… Emsalsiz bedellerle, tarihsel acılara rağmen bunca mücadele ve ısrar emeğin hakkını alması içindir.”

Meydanın her köşesinde o an yılların mücadelesi, göç yollarında bırakılan ayak izleri, cezaevlerinde tüketilen yıllar, grevlerde yükseltilen yumruklar ve zafer işaretleri bir an canlandı sanki. Bu sadece bir tarih anlatısı değil, bugünün de çağrısıydı.

Öcalan, mesajının ilerleyen kısmında emek hareketinin kadın özgürlükçülüğü, ekoloji ve kültürel direnişlerle birleşen yönünü hatırlatıyor ve şunları söylüyordu;
“Emek hareketi tarihsel birikimi ve direniş kültürü ile sosyalizmi daha da mümkün kılmıştır. Bugün tarihsel süreçlerin ezilen bilincini feminist, ekolojist, kültür hareketleriyle daha da ileriye taşımıştır.”

Bir an için kortejin başındaki feministlerin mor bayrakları, çevrecilerin taşıdığı yeşil pankartlar ve göçmen işçilerin sarı flamaları gözümün önünde birleşti. Mesajın sözleri sanki sokakta somutlanmıştı.

Meydanda en çok karşılık bulan bölüm, barış çağrısının yapıldığı satırlardı. Şöyle diyordu Sayın Öcalan;
“Büyük barış ve özgürlük süreci, demokratik sosyalizmin inşa sürecidir. Barış ve özgürlük toplumsal özgürlük içindir. Özgürlük, farklılıkların benzer bir eşitlik perspektifi ile buluşmasıdır.”

Bunu duyan yurtsever bir annenin gözleri doldu. Yanımda duran İsviçreli bir sendikacı yumruğunu sıktı. Onların yüzünde gördüğüm şey, sadece Türkiye ve Kürdistan’ın değil, tüm Ortadoğu’nun, hatta tüm ezilen halkların ortak rüyasıydı.

Ne yazık ki, Türkiye devleti hâlâ Öcalan’ın bu süreci yönetmesi için önünü açacak bir adım atmış değildi. Tecrit devam ediyordu. 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı da devletten ciddi bir karşılık almamıştı. Fakat Zürih’te o gün gördüğüm tablo bana şunu fısıldadı; Fikirler sınır tanımaz. Hapishanelerin, adaların, duvarların ötesine geçer.

Gün biterken halaylar çekiliyor, konserler veriliyordu. Ama meydanın ortasında bambaşka bir şey kalmıştı. Abdullah Öcalan’ın sesini, emekçilerin, kadınların, gençlerin ve tüm halkların kalbinde hissediyorduk.

Meydanı terk ederken kulağımda hâlâ mesajın o cümlesi çınlıyordu;
“Özgür günlerde birlikte kutlanacak 1 Mayıslar’a selam olsun.”

Belki bugün değil… Ama bir gün, o özgür meydanlarda görüşeceğiz.

03.03.2025