fbpx

KÜRESEL KRİZ ve TERÖR (2) – Kerim İşbilir

Paylaş

Eğer siyasi üst yapıdaki değişimler ve oluşumlar, ekonomik değişimlerin belirleyiciliğinde şekilleniyorsa, dünyadaki siyasi ve sosyal yaşamda meydana gelen değişimlerin arkasında da küresel sermayenin dünya ekonomisi üzerindeki etkilerini görmek gerekir.

Kriz, krizi doğuruyor

Küresel kapitalizmin yapısal krizi derinleşiyor ve bu krizi aşmanın nesnel koşulları bulunmuyor. Küresel sermaye, bu krizi dünya çapında yeni krizler yaratarak uzatmaya çalışıyor. Dünyada, bölgede ve ülkede yaşanan krizlere baktığımızda, olup bitenleri irdelediğimizde, bunların ne birer tesadüf ne de rastlantı olduğunu görüyoruz. Yaşanan krizler, küresel sermayenin ve onların kuklalarının organize ettiği, yönlendirdiği olaylar ve krizlerdir.

Bir bakın: İsrail-Filistin savaşı, Ukrayna-Rusya savaşı, Suriye’nin parçalanması, İran liderinin öldürülmesi, İsrail-Lübnan ve İsrail-Suriye çatışmaları, Türkiye’deki Kürt sorunu, Almanya’daki patlama, Amerika’daki saldırılar ve son yıllarda, aylarda ülkede yaşanan krizler silsilesi… Tüm bunlar planlı ve programlı gelişmeler! Ve bu süreç devam edecek!

Küreselleşme ve yeni dünya düzeni

Kapitalizmin emperyalist dönemi, 1960’lardan itibaren ulus-ötesi yani küreselleşme evresine girdi. Siyasal sürgünler, mülteciler, kaçak işçiler, turist akışları ve mesleki göçler nedeniyle göç, küresel bir sorun haline geldi. Öte yandan bilgi, teknoloji ve sermayenin akışı da uluslararası boyutta gelişmeye büyük katkı sundu.

Kısaca; nüfus, teknoloji, medya, sermaye ve ideoloji gibi birçok alanda ulus-ötesi bir akışkanlık oluştu. Bu, kapitalizmin ve sermayenin küreselleştiği aşamadır; yani dünyanın küçülmesidir. Tüm bu değişimler, bir dönemin sonunu ve yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor. Kapitalizm bu süreçte, emperyalizmin disiplin toplumu anlayışından çıkıp, küreselleşmenin denetim ve gözetim aşamasına geçti.

Sermayenin küreselleşmesiyle birlikte, emperyalist devletler arasındaki savaş ve çelişkilerin yerini karteller arası savaş ve çatışmalar aldı.

Reel sosyalizmin çöküşüyle beraber, kapitalizm yatay örgütlenmesini tamamladı ve küresel bir sistem haline geldi. Ulusal tekeller, çeşitli ortaklıklarla ulus-ötesi boyuta ulaştı; böylece emperyalist devletler arası çelişki ve çatışmaların yerini, karteller arası mücadele aldı. Devletler arasındaki hiyerarşi yeniden dizayn edildi, ulusal değer yargıları içi boş kavramlara dönüştü ve kapitalizmin aksayan çarkları yeniden işlemeye başladı.

Bu süreçte uluslararası ilişkiler, geçtiğimiz yüzyılın ulus-devletler arası ilişkileriyle tanımlanamayacak kadar karmaşık hale geldi. Çok uluslu şirketler, herhangi bir devletin stratejik çıkarına hizmet etmek yerine, ticaretin uluslararası doğasından faydalanarak kendi stratejilerini devletlere dayattı. Başka bir deyişle, küresel kapitalizm sistemi tüm çarklarıyla tam anlamıyla devreye girdi.

Sermayenin küresel saldırıları, Avrupa’da ve tüm dünyada var olan sosyal devlet normlarını altüst etti; kazanılmış haklar gasp edildi ve ağır saldırılar başladı. Artık ulus-merkezli bir dünya pazarı yok, aksine dünya-merkezli bir ekonomi tarafından belirlenen ulusal pazarlar var.

Bugün korunacak veya savunulacak bir ulusal ekonomi ya da sınır bulunmuyor; korunacak olan dünya pazarı ve küresel kapitalizm var!

Emperyalizmle birlikte, dönemin kavramları ve olguları da tarihe karışıyor. Siyasal egemenliğin ulus-devlet biçimi, sınırlar, sınıflar, uluslar, proleter devrim stratejisi, ulusal kurtuluş mücadeleleri, bağımsızlıkçı/anti-emperyalist hareketler, tek ülkede sosyalizm, zayıf halka teorisi ve proletarya enternasyonalizmi gibi kavramların tamamı emperyalizmin yükselişiyle birlikte tarihin mezarlığına gömülmüştür.

Küresel kriz, terör ve terörizm

Yukarıda da izah edildiği üzere, dünya insanlığı kapitalizmin bir başka evresinden geçmektedir. Dünyada, bölgede ve ülkede yaşanan son iktisadi ve siyasi gelişmeleri, küresel değişimlerden ayrı olarak ele almak ve değerlendirmek bilimsel açıdan hatalıdır. Bu, eşyanın tabiatına ters düşer. Kuşkusuz her ülkenin kendine özgü dinamikleri vardır; ancak bu özgünlükler hiçbir zaman küresel güçlerin yerel üzerindeki etkilerini ortadan kaldıramaz. Bu bağlamda, dünyada, bölgede ve Türkiye’de dünden bugüne yaşanan tüm olayları ve sorunları, ülkelerin özgünlüklerini de dikkate alarak, küresel değişimlerin içinde değerlendirmek gerekir.

Kapitalizmin ve paranın yapısındaki niteliksel değişimler ve sistemin yaşadığı yapısal krizler sonucunda, 11 Eylül 2001’de ABD’de küresel sermaye eliyle gerçekleştirilen terör saldırıları, hem sistem açısından hem de dünya emekçileri açısından bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten itibaren dünya insanlığı, terörle yatıp terörle kalkmaya başladı.

Tarihe kısa bir bakış:

  • 11 Eylül 2001: ABD’deki İkiz Kuleler vuruldu. 5 bin insanın ölümünün ardından, küresel sermaye sözcüleri peş peşe açıklamalar yaparak dünya insanlığını tehdit etmeye başladı. Bu olay, dünya düzeni açısından yeni bir sistemin başlangıcı oldu. ABD Başkanı Bush’un en önemli açıklamalarından biri şuydu: “Teröre karşı büyük bir savaş başlıyor. Dünyada artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
  • 28 Eylül 2001: ABD, saldırılardan sorumlu tuttuğu Bin Ladin’i barındırdığı gerekçesiyle Afganistan’a savaş açtı. Aylarca süren bombardıman ve kara harekâtının ardından Taliban yönetimi düşürüldü. Bu savaşta binlerce Afgan vatandaşı hayatını kaybederken, Bin Ladin’e ise ölü ya da diri ulaşılamadı. Çünkü Bin Ladin, Bush’un Suudi Arabistan’daki işbirlikçisiydi ve Arabistan ekonomisinde etkin bir isimdi.
  • 11 Eylül sonrası: Teröre karşı mücadele adı altında, başta Avrupa ve ABD olmak üzere, ağır bedeller ödenerek kazanılan ekonomik, demokratik ve kültürel haklar gasp edilmeye başlandı. Faşist yasalar devreye sokuldu. ABD’de başta yürütme ve yargı olmak üzere, devletin tüm kurumlarının yetki alanları genişletildi. Adına Patriot Act (Vatanseverlik Yasası) denilen yasa ile telefon dinleme, internet takibi, sağlık, iş, eğitim ve özel sektördeki kişisel verilere erişim yetkisi verildi ve böylece toplum bütünüyle denetim altına alındı. Bu yasalar, Avrupa ve Üçüncü Dünya ülkelerinde de çeşitli biçimlerde uygulanmaya başladı.
  • Silah şirketleri: 11 Eylül’ün ardından, silah üreten tekellerin hisseleri %30’a varan oranlarda artış gösterdi.
  • Aralık 2001: ABD Başkanı Bush, Sovyetler Birliği ile imzalanan Anti-Balistik Füze Anlaşması’ndan tek taraflı olarak çekildiğini açıklayarak, füze üretiminin önünü yasal olarak açtı.
  • 2002: ABD, Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’i askeri darbeyle düşürdü. Ancak iki gün sonra Chavez yeniden görevine getirildi. Bush, “Umarım Chavez dersini almıştır” diyerek onu tehdit etti.
  • Nisan 2002: ABD, askeri gücünü tüm dünyayı kapsayacak şekilde yeniden yapılandırdı ve bu düzenleme Senato’dan geçti.
  • Uluslararası tehditler: ABD, Afganistan’da dört Kanadalı askeri personeli yanlışlıkla hedef alarak öldürdü. Aynı dönemde, uluslararası insan hakları örgütlerinin yöneticileri ya görevlerinden alındı ya da etkisiz hale getirildi.
  • Uluslararası Ceza Mahkemesi: ABD, bu mahkemeye karşı herhangi bir yükümlülüğü olmadığını açıkladı ve bu tutumunu sürdürmeye devam ediyor.
  • Biyolojik ve bakteri silahları: ABD, bu tür silahların varlığını tartışmaya açarak insanlığı tehdit etmeye başladı.

Dikkat edilirse, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından, başta ABD olmak üzere, tüm dünyada terörizme karşı mücadele adı altında demokratik hakların gasp edilmesine yönelik saldırılar başlatıldı. Demokratik ve insani değerler içeren yasalar iptal edilerek, yerine baskıcı ve otoriter yasalar devreye sokuldu.

ABD Başkanı Bush, “Dün düşmanımız belliydi, bugün dünyanın her tarafında. Dolayısıyla ya bizden yanasınız ya da teröristlerden yanasınız.” diyerek tüm dünyaya meydan okudu. ABD’nin terörist ilan ettiği ülkeler dikkat çekicidir: Afganistan, Kuzey Kore, Irak, İran, Küba… Hepsi bir yandan zengin yer altı kaynaklarına sahip, diğer yandan derin bir yoksulluk içinde kıvranan ülkeler.

Gerçek teröristler kim

Kapitalist devletler, emek ile sermaye arasındaki mücadelede, sermayenin en üst örgütlenmesi olarak işlev görmektedir. Bu bağlamda, dünyadaki tüm terör olayları, kapitalist devletlerden bağımsız düşünülemez.

  • IŞİD, Hamas, Müslüman Kardeşler, FETÖ gibi örgütler gerçekten bağımsız mıdır? Yoksa Türkiye, Suudi Arabistan, Sudan, Avrupa Birliği ve ABD gibi güçlerin çıkarları doğrultusunda hareket eden kuklalar mıdır?
  • Küresel sermayenin çıkarları dışında, bu örgütlere yaşam hakkı tanınır mı?
  • Esas terör örgütleri, kapitalist devletlerin ta kendisidir.

Terörizm: Bir bireyin, örgütün, şirketin ya da devletin, masum kişiler üzerinde kasıtlı olarak fiziksel şiddet uygulayarak iktisadi, siyasi, ideolojik ve dini amaçlarına ulaşmaya çalışmasıdır.

Ekmek, aş, iş, demokrasi, özgürlük ve bağımsızlık için mücadele veren halkların direnişi terörizm değildir. Ancak bu hakları bastırmak için devletlerin resmi ve yasadışı kurumlarını devreye sokarak masum insanlara fiziksel şiddet uygulaması, gerçek terör eylemidir.

Şimdi bir kez daha soralım:

  • Terörist olan Afganistan, Irak, Kuzey Kore, Ortadoğu ve Asya halkları mı?
  • Yoksa bu bölgeleri kana bulayan küresel sermayenin siyasal temsilcileri mi?
  • 2.5 trilyon dolarlık silahlanma harcaması yapan ABD yöneticileri mi terörist?
  • Kendi kültürünü, dilini ve inancını özgürce yaşamak isteyen Kürt halkı mı terörist?
  • Haklarını savunan akademisyenler mi, yoksa onları susturmaya çalışan yöneticiler mi terörist?

Sistem derinleştikçe, krizler ve terör olayları da artacaktır!

Tüm bu gerçekler, kimin ya da kimlerin gerçek terörist olduğunu açıkça gösteriyor.

05.02.2025