fbpx

Ümit Metin: Fransa’da göçmenlerin örgütlenmesi şart

Paylaş

Bianet’den Ercan Jan Aktaş Fransa’da göçmen hakları savunucu Ümit Metin’le konuştu. Macron’un iktidara geldiği günden bu yana sosyal hakların giderek daha fazla gerilediğini ve baskıların arttığını belirtiyor.

Avrupa genelinde yükselen aşırı sağ ve göçmen karşıtı politikalar, özellikle Fransa’da, sosyal ve politik dengeleri sarsmaya devam ediyor.

Bu söyleşimizde, Fransa’da uzun yıllardır göçmen hakları savunuculuğu yapan, ACORT bünyesinde çalışmalarını sürdüren Ümit Metin ile bir araya geldik. Göçmenlerin yaşadığı zorluklardan Fransa’daki siyasi atmosfere, solun mevcut durumundan aşırı sağın yükselişine dek birçok önemli konuya değindik.

Ümit Metin, Avrupa’da yükselen aşırı sağa karşı göçmen mücadelesinin neden ve nasıl devam etmesi gerektiğini, Fransa’nın siyasi tarihindeki kritik dönemeçleri ve solun geleceğine dair gözlemlerini anlattı.

Siyaset Partiler Liginde Çıktı, Başka Bir Şeyler Oluyor

Ümit Metin’i biraz tanıyabilir miyiz?

Fransa’ya 1980 öncesinden göçmüş Türkiyeli, emekçi bir ailenin çocuğuyum. Ben 5 yaşımda iken ailem ekonomik sebeplerden dolayı Türkiye’den Fransa’ya yerleşti. Eğitimimi Fransa’da yaptım. Küçük yaştan itibaren de göçmenliği, göçmen yaşamını deneyimlemeye başladım. 17 yaşımda ACORT (1) çalışmalarına dahil olmaya başladım.

Aynı zaman diliminde özellikle Mağrip Ülkeleri, İtalyan, Portekiz, İspanyol ve Afrika ülkelerinin göçmen dernekleri ile de zaman zaman birlikte yapılan çalışmaların içinde oldum. Genç yaşımda bu çalışmalara dair bir formasyon/eğitim aldım.

O yıllardan bu yana da ACORT bünyesinde bu çalışmalara devam ediyorum. Özelikle 1991 ve 98’da Türkiyelilerin de katılmış olduğu kağıtsızların açlık grevlerinde de, bu grevcilerin bir şekilde temsilcisi olarak görüşmelere katılmaya başladım.

ACORT’a dair bir giriş yaptın. Bu yapı ne zaman, nasıl kuruldu, buna dair neler söylemek istersin?

1974 sonrasında Fransa göçmen almayı durdurdu. Bir biçimde Fransa’ya gelmiş göçmenlerin oturma ve çalışma hakları yoktu. Kısaca bunlara “Kağıtsız” deniyordu. 1980 Martında  oturma ve çalışma hakkı için kağıtsızlar açlık grevi yaptılar.

Sendikalarında desteğini alan grev sonunda binlercesi oturum ve çalışma hakkı elde ettiler. ACORT bu eylemleri organize eden aktif bireyler tarafından 1980 yılının Ekim ayında kuruldu.

Nerede ise 45 yıllık bir yapıdan doğru konuşuyorsun o zaman.

Evet, uzun bir zaman oldu. Ben bu çalışmalara 1985 – 86 yıllarında dahil oldum. O dönemlerde kurulan göçmen derneklerinin çoğu Türkiye’ye dönük çalışmalar  yapıyorlardı. İnsanlar kendilerine ve de kurumlarına geçici olarak bakıyorlardı.

Her şey bir gün geri dönüş üzerinden yapılıyordu. Cunta’dan dolayı Türkiye’de yaşananlar her zaman en önemli ve ön sırada yer alıyordu. Cunta’dan kaynaklı göçler durmadan devam etti.

1980 öncesinde burada Türkiyeli başka başka derneklerde vardı. Türkiyeli Öğrenciler Derneği de bunlardan birisiydi. Kağıtsızların yaptığı açlık grevi bu öğrenciler ile birlikte örgütlendi. Bu eylem sonucu ATT (Türkiyeli İsçiler Derneği) kuruldu.

ATT’nin aşağıdan yukarıya bir hareket sonrası oluşması ve diğer göçmen gruplarının dernek ve örgütleriyle, politik partiler ve sendikalarla birlikte çalışmayı benimsemesi onu diğer derneklerden ayıran önemli özelliği oldu.

Diğer göçmen dernekleriyle süren çalışmalar birlikte kurduğumuz Maison des Travailleurs Migrants (Göçmen İşçiler Evi) çatısı altında sürdü.

1983’te gerçekleşen Marche Pour L’égalité / Özgürlük İçin Yürüyüş eylemine, ATT de bu yapılarla birlikte aktif olarak katıldı.

ATT’de Paris’te yapmış olduğu kongrede artık yerelden doğru göçmenlik alanına dair çalışmalar içinde olacağını duyurdu. Ben işte tam da bu dönemde daha fazla gelmeye başladım bu yapıya. Asıl amacım bu şekilde bu toplum içinde var olmak, sahip olduğumuz evrensel değerler ve düşünceler ile buradaki mücadelenin, sendikal ve sivil toplum çalışmalarının bir parçası olmaya çalışmaktı.

Artık kendimin de bir parçası olduğumu düşündüğüm Fransa’daki mücadele ve deneyimlerden doğru bir şey gözlemledim. Fransa’da devlet elitleri bir tarafa, sol, muhalif olarak kendilerini ifade eden kişi ve yapılarda Dünyanın başka yerlerinden baskılardan, haksızlardan çok konuşurlar, senin de bunlardan konuşmanı sempati ile dinlerler, ancak ne zamanki Fransa’nın içindeki arıza ve sorunları konuşmaya başlarsın, sana bir şekilde ‘işte burada dur, senin sınırın burada biter’ gibi bir pratik ve refleks içine girerler. Biz göçmelerin kendi geldiğimiz ülkelerdeki baskı ve sorunları konuşma hakkı/özgürlüğü var, ancak şimdi yaşadığımız, bir parçası olduğumuz Fransa pratiklerine dair konuşmamızı pek haz etmezler. Bu konuda neler söylemek istersin?

Dediklerine katılıyorum, bende bununlar yaşadım. Bütün eğitimimi Fransa’da yaptım. Genç yaşımdan itibaren Parti Communiste ve Jeunnes Communiste’in içinde yer aldım. Bir noktadan sonra gördüm ki, orada bir engel var.

Kendimden konuştuğumda, ya da bir yükselme durumum olduğunda,  ırkçılık ile karşı karşıya kaldım. Ümit olarak kendi fikir ve düşüncelerini onlara dayatamıyorsun. Küçümseniyorsun, önemsenmiyorsun.

İşte karşılaştığım/yaşadığım bu durumlardan dolayı ben ATT’ye geldim. O zaman düşünmeye başladım, bizim örgütlü ya da tek tek bireyler olarak da bu toplumu değiştirmeye ihtiyacımız var. Bunu yapabilmek içinde özellikle ve özellikle örgütlü olmamız lazım.

Bu durum hala geçerli. Göçmenler kendi içinde örgütlü değillerse Fransa’da sol, sosyalist, Marxist yapılar bunların sorunlarını, yaşadıklarını görmezden gelebiliyorlar. Bu sebeplerden dolayı  mevcut politik partilerin dışında kendimi bir göçmen yapısı içinde ifade edebiliyorum.

Senin aktif mücadeleye başladığın zaman diliminde Fransa’da Sosyalist Parti’den François Miterrand Cumhurbaşkanı idi. Fransız arkadaşlarımdan dinlediğim ve sonrasında da yaptığım okumalarda oldukça iddialı bir seçim kampanyası yürüttüğünü görebilmekteyiz. Hatta bu süreç sonrasında yaşanan ciddi bir hayat kırıklığından da konuşmak gerekiyor. Zira, sonrasında da zaten süreç hep sağa, daha da sağa doğru aldı. Kağıtsızların açlık grevi yaptığı zaman Mitterrand adaydı, gelip eylemcileri ziyaret etti ve destek oldu. 1981 yılı Mayıs ayında Mitterrand Cumhurbaşkanı oldu. O zaman Mitterrand’ın seçilmesinin mücadelenize pozitif bir katkısı oldu diyebiliriz miyiz?

İlk olarak yabancıların dernek kurmalarının önündeki engel kaldırıldı. Zira daha öncesinde 1901 dernekler yasasına göre  göçmenler dernek kuramıyorlardı. Ancak sol iktidar için her şey  toz pembe olmadı. Hatırlıyorum, çalışma kartı ve oturma izni vardır ancak ayrı ayrı idi. Birisini alınca diğeri olmuyordu. Ayrıca Aile bileştirilmesi konusunda da engeller vardı. Bunlar sol iktidarda iken, sola karşı mücadele edilerek elde edilen kazanımlar oldu.

Mitterrand’tan sonra ise durum emekçiler aleyhine dönüşmeye başladı o zaman.

Hayır öyle değil, Mitterrand’ın kendisi dönüşmeye başladı. 1983’ten sonra sol içinde başka bir kırılma yaşanmaya başladı. 1986’da ise zaten yeniden sağ başa geldi. O zamandan bu zamana kadar da her şey daha kötüye gitti.

O zamandan bu yana yaşanan bütün göç deneyimleri ve de mücadeleleri içinde ACORT var. Çok kitlesel değil ancak bir şekilde hep bu mücadelenin içinde olduk. Zira ne o dönem, ne de bu dönemde bizim diaspora içinde göç/göçmenlik önemli bir yer almadı. 40 yıl oldu, ancak biz bunu anlatamadık. Türkiye orijinli örgütler geldikleri yerin ayrıştırıcı tutumları dışında başka bir yaklaşım geliştirmediler.

Sonrasında farklı politik aidiyetler üzerinden kurulu Türkiyeli politik yapılar ile göç ve göçmenlik üzerinden bir yapılaşmaya gittik. Bu gündem çerçevesinde politika üretmeye çalıştık. Birlikte güçlü, kalıcı, kendi sorunlarına çözümler üreten, giderek  temsiliyet yeteneği kazanan bir hareket oluşturmayı hedefledik, ancak başaramadık. Çünkü bir kez daha her bir örgüt/yapı kendi tekil yapısını büyütme peşinde oldu.

80’ler öncesinden başlayan bir mücadele deneyimini anlattın. Ben ise buna 2017’de dahil olmaya başladım. Türkiye’den de buraya son kitlesel göçler, Türkiye’de baskıcı politik atmosferinden dolayı 2015 – 2016 dan sonra gelmeye başladı. Sürece dahil olmaya başladığımdan bu yana seninle sohbetlerimizde genelde kötüye gidiyor/gidecek bağlamında şeyler duyar ve karamsar bir yüz hali ile yanında ayrılırdım. Kabul etmek istemesem de, senin dediklerini doğrulandı zaman. Biraz da güne geliyorum. En son 30 Haziran, 7 Temmuz seçimleri yapıldı Fransa’da. 30 Haziran sonuçları korkularımızı oldukça büyütürken, 7 Temmuz’da bambaşka bir şey olmaya başladı ve bizler çok mutlu olduk. Sol beklenilmeyen bir zafere imza attı. Bu durumda Nouveau Front Populaire / Yeni Halk Cephesi ile yeni bir hikaye mi yazmaya başlayacağız diye biraz heyecanlanmaya başladık. O sonuçlara dair neler söylemek istersin.

Hiç kimsenin beklemediği bir sonuçtu. Yeni Halk Cephesi’ni oluşturan partiler bile bu sonucu beklemiyorlardı. Macron erken seçim kararı aldığında başka bir beklenti içindeydi. Sol içindeki ayrışmalara güveniyor, bu şekilde arada kendisinin bir kez daha sıyrılıp çıkacağını umuyordu. Ancak beklediği gibi olmadı.

30 Haziran ve 7 Temmuz seçimleri önemli bir potansiyele işaret ediyor. Ancak bu potansiyelden söz ederken partiler içinde değil, partiler dışı bir potansiyelden konuşuyorum. Burada çok umut var.

Bir hafta içinde 5 parti ve başka gruplar bir araya gelebildi. Bu çok önemli bir inisiyatifti. Ancak burada  partiler üstü bir güç de vardı, partileri zorlayan bir insan gücü, inisiyatifi vardı. Kampanya süreci içinde gördük ve yaşadık, partiler içinde yer almayan binlerce insan çok aktif şekilde bu kampanyayı yürüttü.

Bu da bize yurttaşların bambaşka bir inisiyatif içinde olduklarını göstermiş oldu. Partiler içinde yer almayan binlerce insan, militan, bu sürece iyi angaje oldular ve muazzam bir dayanışma ile çok iyi bir iş yaptılar. Yurttaş inisiyatifi olarak iyi bir potansiyelin olduğunu göstermiş oldular.

Oysa 6-9 Haziran’da 27 AB üyesinde düzenlenen AP seçimlerinin sonuçları aşırı sağın tırmanışını açık bir şekilde gösterdi. Bu tırmanışın başını Almanya’da AfD çekerken, Fransa’da Marine Le Pen’in partisi Rassemblement National/Ulusal Birlik (RN) aldığı oy oranı ile Fransa’da birinci parti seviyesine yükseldi. Beklentilerde Fransa’da bunların iktidara yerleşeceğine dairdi. Göçmenler sorunu üzerinden kendisini inşa eden popülist aşırı sağın bu yükselişine rağmen bir anda Fransa’da başka bir sonuç gördük.

Şunu unutmamak lazım, Avrupa’da seçmenlerin sandığa umudu kalmadı. Seçmenlerin sandıklara gitmemesi politik bir tavırdır. Ancak iyi bir söylem ve siyaset ile bu insanlar sandıklara gidebiliyor. Bu da bize partiler dışında hala ciddi bir insan kitlesinin güncel ve popülist söylem ve siyaset dışında insanlığın ortak değerlerine sahip çıktıklarını göstermektedir. Sonuç olarak bu inisiyatif Fransa’da RN’nin iktidara gelmesini  engelleyebildi ama  evet Avrupa’nın genelinde aşırı sağ yükselişini görebilmekteyiz.

Ancak bu yükselişi de üreten sistemin kendisidir. Örneğin Fransa’da eskiden güçlü bir sivil toplum vardı. Macron ile birlikte bu durum geriye gitmeye başladı. Macron bu alanı yok saymaya başladı.

Bu süreci aslında Macron’un iktidara yerleşmesinden önce almak daha iyi olur. Sosyalist Parti’den Holland’ın Cumhurbaşkanı, Macron’un Ekonomi Bakanı olduğu sürede ‘Macron İş Yasası’ mecliste geçti. O süreçten itibaren Fransa’da sistem kendi içinde bir değişim sürecine girdi. Macron iş başına geldiğinde de bu süreç daha da hız kazandı.

Kapital Fransa’da yeni bir sürece ihtiyaç duyuyordu. Öncesinde bir şekilde sosyal devlet ilkeleri vardı, masa etrafında bütün sorunlar konuşulabiliyordu. 2015’lerde yeni neoliberal politikalar ile birlikte sermaye başta olmak üzere, devletin diğer yapıları da bu sürecin dışına taşmaya başladı.

Özellikle emek kesimine büyük baskılar ve müdahaleler başladı. Bir şekilde birbirini tolere eden emek, sendika kesimleri ve sistem gittikçe ayrışmaya başladı.

Bu politik ayrışma ile birlikte emek eksenli eylemlere çok yoğun polis müdahalesi gelişmeye başladı. Hatta bu baskılar diğer alanları da kapsamaya başladı. Hak özgürlükler cephesine ciddi bir baskı başladı. Medya, basın, akademi, sosyal hayat gittikçe sermayenin kontrolüme girmeye başladı. Muhalifler kriminalize edilmeye başladılar.

Ekonomik sıkıntılar ekseninde 2018 Mart’ında Fransa’nın her yerinde başlayan Gilets Jaunes/Sarı Yelekliler eylemlerine polis şiddeti çok büyük oldu. Yüzlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı. Yüzlercesi polisin attığı plastik mermiler ve gaz bombaları ile yaralandılar gözlerini kaybedenler de oldu. Bütün bunlar sistemin sosyal barış hattında uzaklaştığını bize çok iyi bir şekilde gösteriyordu.

Aslına bu zaman diliminde batı demokrasisi kendi içinde yeni bir sürece girdi diyebilir miyiz? Çünkü sadece Fransa değil, Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya ve Hollanda’da da benzer süreçler yaşanmaya başladı.

Yaşanan ekonomik bir kriz var. Covid 19 ve Ukrayna savaşının getirdiği sonuçlar ile gittikçe fakirleşen bir toplum ile karşı karşıya kalmaya başladı Avrupa. Bu süreçte sermaye daha da büyümeye başladı.

Macron ile ilk icraatlardan bir tanesi zenginlere yapılan verginin kaldırılması oldu. Daha sonra devletin şirketlere yapmış olduğu yardımlar arttı. Son 7 – 8 yıl içinde bu yardımların daha da arttığını görebilmekteyiz. Maddi destek alıyorlar, büyüyorlar ancak vergi de vermiyorlar.

Bununla birlikte sosyal haklara saldırılar da devam ediyor. Mesela okullar, eğitime verilen bütçe azaldı. Sağlık sisteminde hakeza. Fransa mücadele ile kazanılan haklar var, bu iktidar bu hakları yok etmek için elinden geleni yaptı, yapıyor. Eğitim ve sağlık sistemleri özelleştirilmeye çalışılıyor.

Geleceği öngörmek adeta mümkün değil. Düşünün seçimi kaybeden, sadece yüzde 4 alan bir parti başbakan çıkarabiliyor. Bu sistemi artık siz düşünün. Süreç patronların ihtiyaçlarına göre şekilleniyor.

Devlet şirketleri büyüterek kendisini küçülttü. Fransa’da sosyal sigorta sitemi kaldırılmak isteniyor. Amerika’daki sisteme benzemeye başladı.

Eskiden Fransa’da patronlar bile RN’nin büyümesinden rahatsızlardı. Ancak 2015 ile birlikte içine girilen politik hat üzerinden süreç değişti. Sermayenin de karşı olduğu aşırı sağ Ulusal Birlik RN’ye dair fikirler değişmeye başladı. Fransa’da başta muhalif yapılar olmak üzere, merkez sağ siyasetinde karşı olduğu RN artık şirin gösterilmeye başlandı. Macron da bütün yasal değişiklikleri buna uygun yaptı.

Hatta son seçimlerde beklenen de RN’in birinci parti çıkarak hükümeti kurmasıydı. Yeni Halk Cephesi’nin zaferi de bu politikaları değiştirmeye yetmedi. Sandıklarda kaybedenler masada Macron ve patronların desteği ile iktidara yerleştiler.

Ağır bir durum yaşıyoruz. Burada sola düşen şey, son iki seçimde görülen potansiyeli iyi görmek ve buna çalışmaktır. Sol bunu hala yapamadı. Yeni Halk Cephesi seçim zaferinden sonra bu potansiyeli dikkate alarak yeni bir örgütlenmeye geçmesi gerekiyordu. Bir partiye üye olmadan siyaset yapmalarının önü açılmalıydı. Bunu yapmak yerine sol partiler daha şimdiden 2027 de yapılacak seçimlere oynamaya başladılar.

Daha önce de anlatmaya çalıştım, sol talep ve program üzerinden Cumhurbaşkanı seçilen Miterrand’ın daha iktidarda iken sağa doğru kaymaya başlaması ile birlikte her yıl biraz daha artarak  insanlar sandıklara, sandıklar aracılığı ile toplumsal iyileştirmeler yapabileceklerini dair umutlarını yitirmeye başladılar.

Bir kez daha diyorum, elimizde ciddi bir potansiyel var;  Bu potansiyel görülüp ona göre siyaset geliştirerek Fransa’da yeni bir süreç başlayabilir. Sadece sokak eylemleri değil, hayatın her alanında bu örgütlenmenin geliştirilmesi gerekiyor. Sol kendi öz değerlerine dönerek ancak bunu yapabilir. Bobolaşan bir solun ne kendisine ne de topluma bir bir faydası olmayacaktır.

(EJA/EMK)

(1) ACORT – L’Assemblée Citoyenne des Originaires de Turquie, ACORT, belirli platformları bir araya getiren bir alandır: Hak ve Özgürlüklere Erişim, Kadın-Arabuluculuk, Çocuk-Ebeveyn ve Gençlik-Kültür. Platformlar, ACORT’un yaşamına vatandaş katılımı için alanlardır. Çalışma ve düşünme forumları olarak, ACORT üyeleri ve üye olmayanlar tarafından kolektif olarak yürütülen faaliyet ve projeler yürütmektedir.