fbpx

Asgari ücret ve “kutsal aile” palavrası

Paylaş

Asgari ücret açıklanırken eşitlikten, haktan, emekten bahsetmek yerine olayı aileye bağlamaları çok isabetli aslında. Aile dedikleri kurumun sömürü, karşılıksız emek, (ücretsiz bakım emeği), namus adı altında işlenen cinayetler ve bol miktarda şiddet içerdiğini çok iyi biliyorlar tabi ki. Devlet ile işverenin Asgari Ücret belirleme sürecinde olan biteni “kutsal aileye” benzetmesi tesadüf değil yani.

Uzun yıllar işçi olarak çalışınca ister istemez asgari ücretin ne olacağını merak ediyorsun. Çünkü hiçbir zaman işçi emeğinin karşılığını, hak ettiğini alamamıştır. Bırakın hak ettiğimiz almayı, asgari ücret diye belirlenen sefalet ücreti her daim açlık sınırının altında kalmıştır. Bu sistem insanları bir yandan açlığa, sefalete mahkum ederken diğer yandan televizyonlarda cafcaflı hayatları, ultra lüks yaşamları konu eden dizilerle sınırsız tüketime özendirir. Sanki herkes ulaşabilirmiş gibi bu hayatlara, sanki hayat herkes için eşitmiş gibi…

Pazarlar, marketler, ev kiraları zam konusunda artık tavan yapmıyor, fiyatlar arşa varmış durumda. Özendirdikleri hayata milyon yıl çalışsa da (çoğu erken yaşta ölüyor) ulaşamayacak işçiler, emekçiler, kadınlar…

Bir gerilim filmi senaryosu gibi sunuluyor Asgari ücret haberleri. Haksız değiller aslında, işçiler için gerçek bir gerilim konusu zira belirlenecek zam oranı.

Patronların temsilcileri, işçilerin temsilcisi rolündeki patron yandaşları ve güya hakem rolündeki ama esasta patronların destekçisi olan devlet yetkilileri toplanıp karar veriyorlar milyonlarca insanın hayatına ilişkin. Emeğiyle geçinenler nefeslerini tutmuş yapılacak açıklamayı bekliyor televizyonun karşısında.

Erdoğan’la görüşüldü deniyor. “Sayın Cumhurbaşkanımız”!!! yapacak açıklamayı haberi yayılıyor önce.

Sonra değişiklik oluyor, açıklama Çalışma Bakanlığına alınıyor.

Her yeni bilgi gerilimi yükseltiyor, beklentiler dalgalanıyor.

Bakanlık’ta açıklama başlıyor ve ezber cümleler dökülmeye başlıyor bakanın ağzından: “yapılan uzun tartışmalar… her iki tarafın da hassasyetlerini dikkate alarak… blabla blabla… sonucunda asgari ücretin…”

İzlerken, dinlerken karnına kramp giriyor insanın, yüzlerindeki samimiyetsizliği gördükçe midesi bulanıyor…

Açıklama devam ediyor: “Bildiğiniz gibi, Temmuz ayında net asgari ücret devletimiz tarafından verilen 500 lira asgari ücret desteği ile birlikte 11 bin 402 lira olmuştu. Şimdi de 700 lirası asgari ücret desteği olmak üzere 1 Ocak 2024 tarihinden itibaren geçerli olacak net asgari ücreti 17 bin 2 lira olarak belirlemiş bulunuyoruz. Ülkemize ve milletimize hayırlı olsun inşallah.”

Hayırlı olacak nesi varsa, ülkemize milletimize hayır diliyor Bakan. Oysa hayır değil şer var, düzelme değil, kötüleşme var belirledikleri Asgari Ücrette.

Devam ediyor Bakan Bey: “Bu rakamla net asgari ücrete önceki döneme göre yüzde 49, önceki yıla göre de kümülatif olarak yüzde 100 oranında artış yapılmış bulunmaktadır. Ayrıca 2002 yılından bu yana asgari ücrette reel olarak 3 buçuk kat artış sağlamış bulunuyoruz. Yeni miktar ile çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüzü bir kez daha yerine getirmiş olmanın memnuniyeti içerisindeyiz. Devletimiz tüm kurum ve kuruluşlarıyla işçisinin, işverenin ve tüm vatandaşlarının yanında yer almaya devam edecektir.” Ne hikmetse aldığı her karar işvereni koruyor, faturayı işçiye, emekçiye, kadına, kürde çıkartıyor.

Sesi dahi titremeden düpedüz yalan söylüyor. Gözümüzün içine baka baka gerçeği çarpıtıyor, işçileri enayi yerine koymak istiyor Bakan. Ustası belli nihayetinde!  

Daha sinir bozucu olan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Burak Akkol’un açıklaması. Devlet ve işverenin aile olduğunu işçileri mağdur etmeyeceğinin altını çiziyor. Ara sıra sorun yaşansa da, karşı karşıya gelinse de, aile içinde böyle şeylerin olabileceğini belirtiyor ve Erdoğan’a ayrıca teşekkürlerini sunuyor. (Kararı esas olarak kimin verdiğini de açıklamış oluyor böylece.)

Eşitlikten, haktan, emekten bahsetmek yerine olayı aileye bağlaması çok isabetli aslında. Aile dedikleri kurumun sömürü, karşılıksız emek, (ücretsiz bakım emeği), namus adı altında işlenen cinayetler ve bol miktarda şiddet içerdiğini çok iyi biliyorlar tabi ki. Devlet ile işverenin Asgari Ücret belirleme sürecinde olan biteni “kutsal aileye” benzetmesi tesadüf değil yani. Biz kadınlar aile cenderesinin bütün bunlardan fazlasını kapsadığını iyi bildiğimiz için alınan kararın ve yapılan açıklamanın ne manaya geldiğini çok iyi biliyoruz. Oysa işçiler, kadınlar, emekçiler “kutsal aile” palavrasıyla uyutulmak değil eşit, özgür ve adil bir yaşam istiyoruz. Madenlerde ölmeden, inşaatlarda düşmeden, çocuk yaşta çalışmadan, emeklilik için mezara girme yaşını beklemeden güvenli çalışma ve insanca yaşanabilir bir ücret istiyoruz.

Yakınlaşmak şöyle dursun daha da uzaklaşıyoruz bu temel haklardan. Bugün işçiler insanca ücret ve sendikal örgütlenme istedikleri için önce işverenin sonra da devletin şiddetine maruz kalıyorlar. Asgari ücretle (ve hatta asgari ücretten de düşük ücretlerle – özellikle de göçmen işçler)çalışan milyonlarca işçi ve ailesi, hiç de gönderme yaptıkları gibi “kutsal” bir biçimde yaşamıyorlar. Açlık sınırının altında, ayın sonunu getiremeden, günü kurtarmanın derdine düşmüş haldeler.

Bu adaletsizliği, sömürüyü “aile” maskesiyle örtüp akılları sıra kabul edilebilir hale getirmek istiyorlar. İşiler “kutsal aile” masalı değil yasal olan haklarını, adaletli bir ücretlendirmeyi istiyorlar. Aile hukuku deği, iş ve işçi hukuku işlesin istiyorlar. Tıpkı aile hukukundaki gibi tek tarafın (erkeğin / patronun) çıkarları değil, işçinin, emek verenin çıkarları da gözetilsin istiyorlar. Bir avuç patron kazanacak diye milyonlar karın tokluğuna köle gibi çalıştırılamaz.

Ne devletten, ne işverenden sadaka değil hakkımızı istiyoruz!

29 Aralık 2023