fbpx

Yeniden göçmenler tartışması, göçmen gözünden

Paylaş

Bu yazının konusu, gündeme arada bir giren, yeni dalga Türkiye’den göçmüş insanları odağına alan bir yazı dizisi Ruşen Çakır tarafından hazırlanmış. Yaklaşık 80 kişiyle görüşmüş, hemen hepsi yüksek eğitimli ve meslek sahibi insanlar. Kendi ifadeleriyle “bu yazı dizisi, dünyanın dört bir tarafına dağılmış ya da dağılma hazırlığı içinde olan bu altmışa yakın kişinin -ki yarıdan fazlasının kadın olduğunun, erkeklerden dördünün kendilerini LGBTİ+ kimliğiyle tanımladığının altını çizmeliyim- bana sözlü olarak anlattıklarından derlendi” denilerek kimleri içerdiği aktarılmış. Benim gündemim ise daha çok bu yazı dizisine dair yargıları konu alacak.

Kaçanlar

İlginç bir şekilde, Türkiye’de yükselen mülteci karşıtlığının bazı öğelerine dair imaların utangaç bir şekilde dillendirildiğini gözlemledim. Hatırlarsak, en direkt ve kaba şekilde söylendiği şekliyle, “kaçacaklarına savaşmalılar” tezi idi. Suriye’de koşullarda kimle kime karşı savaşacaklarına dair herhangi bir bilgisi olmayan pek çok insan, bu söylemi kullanıyordu.

Ülkenin sınırından çıkar çıkmaz siyasi özne konumunu terk ettiklerine dair yaygın kanının burada da işlediğini düşünüyorum. Sanılıyor ki Türkiye’den başka bir ülkeye yerleşmek üzere ister zorunlu ister “gönüllü” olarak göç eden kişiler, toplumsal sorumluluklarını ve siyasi bağlılıklarını terk etmek niyetindeler.

Elbette herkesin niyetini ancak kendi bilir. Ancak bu yargı, göçmenliği bir kopuş süreci olarak ele aldığı gibi aslında bağların mekansallığı üzerine yeniden düşünmeyi de gerektiriyor. Türkiye’de yaşamaya devam edenlerin kitlelerle sokakta, meydanlarda veya toplantılarda siyaset yapmadığını, siyasetin sosyal medya ve burjuva siyaseti alanın çıkmazları içinde fena halde sıkıştığını izledikçe, bu eleştirinin muhatabının kim olduğu sorusu oldukça açık.

AKP karşıtlığında takılı kalan ve siyasi dönüşüm umudunu AKP’yi yenmek veya AKP’nin örgütlediği ideolojik ve ekonomik güce kaybetmek olarak belirleyen mücadelenin sınırları ve olasılıkları da son derece belirginken, yurt dışında yaşayanların tek etikette toparlanıp günah keçisi haline gelmesini tuhaf buluyorum.

“Konforlu hayatlarımız”

Bu gündemin diğer noktasında ise aslında mücadelenin özneleri düşünülmesi gereken bir başka konuya dönüşüyor. Zira feminist ve sosyalist olarak kendisinin aynı mücadele ettiklerimiz gibi uluslararasılaşmış olması.

Bu bağlamda siyaset, yerel mücadeleleri içermediği sürece gölge oyununa dönüşüyor. Ülkedeki var olma ve kendimizi ifade etmemize dair mücadeleyi yurt dışındaki “konforlu hayatlarımızda” vermediğimizi düşünenler oldukça yanılıyor aslında. Zira göçmenler, hem ayrıldıkları ülkelerin çelişkilerini ve kutuplaşmalarını yanlarında götürüyor; hem de yeni ülkelerinde var olan eşitsizlikleri katmak katman yaşıyor. Kıyaslama yapmak herkesin kendi duygu dünyası ve mücadele deneyimine bağlı olabilir.

Üstelik ülkenin mücadele dinamiklerine eğreti olarak eklemlenerek ve dayanışmacı platformlar içinde bile sürekli mücadeleyi sürdürerek. Dolayısıyla göçmenlerin toplumsal sorumluluktan uzaklaştıkları ve kendilerini izole ettikleri fikrini yeniden düşünmeli. göçmenler arasında değil aynı zamanda sınırlı da olsa yerleşilen yerlerde de bu mücadeleyi adı konulmamış bile olsa gündelik hayatınız içinde vermek zorundasınız. Üstelik ilk defa deneyimleyeceğiniz ırkçılık ve son derece aşina olduğunuz cinsiyetçiliklerle mücadele ederken, ne yapmanız gerektiğini başınıza kötü şeyler geldikçe öğrendiğiniz hukuki ve toplumsal bir sistem içinde. Tahmin edersiniz ki başka bir dayanışma ve siyaset yapma biçimi içinde buluyorsunuz kendinizi.

“Enternasyonal” sağ

Neredeyse küresel düzeyde seçimlerden veya darbelerden takip ettiğimiz kadarıyla yükselen sağ politika da bu bağlamda kendisine zemin buluyor. Bu küresel sağ politikacılar fabrikadan çıkmış gibi piyasacı, toplumsal cinsiyet karşıtı yani aileci, yabancı düşmanı ve kimi zaman ırkçı, talancı, çoğu kez de yalancı.

Üstelik asla dayandıkları ırksal ve dinsel çoğunluk zemini fark etmiyor. Dünyanın her tarafında aynı cümleleri farklı öznelere nefretle dillendiriyorlar.

Bu anlamda yabancı düşmanlığı ve ırkçı söylemleri sınıf çelişkilerini ve talandan farksız sermaye birikiminin şiddetini örtbas etmeye kolaylıkla hizmet ediyor; kamusal hizmetlerin ve hakların kaybından etkilenen öfkeli kalabalıkları bir bu paketin içinde örgütlüyorlar.

Hatta bu paketin işlemeyen hukuktan güç alarak saldırganlaşması mümkün. Dolayısıyla kadınların yeniden üretim bağlamında kamu hizmetlerinin piyasalaşmasına doğrudan saldıran mücadelesini hedef alıyorlar; özgürleşme çabasıyla çocuk üretme hedefiyle kurulmuş ailevilik içine sıkıştırılmış birikim dinamiklerine saldıran varlık mücadelesine karşı toplumsal cinsiyet karşıtı cepheyi büyütüyorlar.

Dünyanın her yerinde farklı yoğunluklarda ve şiddet biçimlerinde sürüyor. Kimi zaman emeklilik paketinden bu şiddet çıkıyor, kimi zaman ekoloji mücadelesine karşı bir söylem tutturuyorlar. Düşman küreselken, enternasyonalizm yerine ulusal devletçi çerçeveden beslenen imtiyazların içinde mi sürdürmeliyiz mücadeleyi?

Genellemeler, Etiketler

Bir diğer yargı ise muhayyel batı karşısında devletini eleştiren tek göçmen grubu olduğumuz konusunda. Burada “devletin” kimin olduğu ve devletin politik sorunlarını eleştirmenin nasıl bir devletçi perspektifle eziklik veya hainlikle eş tutulduğunu es geçeceğim.

Zira işlemeyen hukuk, kişisel hırslara göre yönetilen yargı, talancı bir ekonomik birikim sistemi, istikrarı mumla aradığımız bir gündelik hayat, şiddeti normalleştiren bir eğitim sistemi, işsizliği tehdit ve hak aramayı suç haline getiren çalışma hayatı, mağdur suçlayıcı bir muhalefetin içinden buralara geliverdik.

Bunları devletin artık sadece şiddet aracına dönüştüren ve diğer fonksiyonlarını çürüten bir noktada olduğunu da muhalefette kendisini konumlayan herkesten duyduk. Ancak bir göçmenseniz artık bunlardan etkilenmediğiniz varsayılıyor. Halbuki Türkiye’ye gidememekle, sadece hukuki bağlar devam etmiyor; aynı zamanda hala Türkiye’ye giriş ve çıkışlarda problem yaşamamak için kendini sansürlemenin sınırını da orası belirliyor.

Duygusal bağlar sadede sevdiklerimizle sınırlı değil, elbette daha çok onlar için kira ve doğalgaz faturasını dert ediyorum; ancak adını bilmediklerimiz için her an endişelenip twitter kampanyalarından medet umuyoruz. Ülkenin gündeminin mekan bağları dışında pek çoğumuz içindeyiz. Bunu da en iyi deprem nedeniyle gördük ne yazık ki.

Mekansal bağların, uzun zamandır internete ulaşabildiğimiz yerlere uzadığı bir dönemi geçirdik. Zira ortaklıklar gibi politik tartışmalar da meclis partileri için bile çoğu tez sosyal medyada yapılıyor. Mekansal bağlar, sermaye için olduğu gibi geniş kesimler için de böylesine esnekleşirken, yankılı şekilde evimizin içini göçmenler olarak kalbimizin attığı mekana dönüştürüyor.

Kalbimizin attığı yerin neresi olduğu sorusu ise son 2023 Mayıs ayındaki seçimlerin kırılma noktası olduğu, kentlerin insan kalbinden daha hızlı değiştiği, dikili ağacımızın kalmadığı gerçekliği içinde dönüşüyor. Elbette o ünlü “kurulu düzen” meselesine gelip takılıyor tüm söylemler. Sahi, kurulu düzen imkanı bu kadar güvencesiz işler içinde, bunca siyasi istikrarsızlıkla oyun alanına dönüşen hayatlarımız içinde, bunca hayat kaygısı içinde var mıydı?

O halde başka bir düzende, hiçbir şeyin güvende ve sabit olarak kalamadığı, moda deyimle köklenemediğimiz bir dünyada yaşadığımız gerçeğini zemin almalıyız. İttifaklarımız ve ortaklık kurduklarımız bu çerçevede yeniden oluşuyor zira. Sermayenin talan ve yağma üzerine kurulu düzeneği devletin şiddet tekeline mukabil işledikçe ezilenler ve bu şiddetin kaybedenleri olanlar arasında kurulan can yoldaşlığı son derece politik hale geliyor. Burada kıyaslama, tuzu kuru ilan etme, ötekileştirme hakkına sahip değiliz. Zira her ötekileştirme, bir imtiyaz ilanına dönüşüyor; egemenlerle ittifakın aracı haline geliyor. Halbuki hukukun işlememesinden ve ülkelerindeki egemenlerin talanlarından boğulan farklı yoğunluklarda olsa da hepimiziz yine.

Her yerde Siyasi Özne Olmak

Yeni yerleştiğimiz yerlerde bu dayanışmayı bulamayacağımız iddiasına gelirsek, çok çetrefilli bir konunun içinde geçmiş oluruz. Yakınlarda ünlü Ford direnişinin, ya da Alman medyası gözünden Wild Streik (vahşi grev)’in yıl dönümüydü. Bu direniş ile misafir işçilerin de insan olduğunun farkına varan sadece Alman sermaye sınıfı değildi, Alman sendikalarıydı da. Bu grevden sonra çok yol alındı, Almanya gibi pek çok ülkede politik atmosfere göçmenler isimlerini yazdırdı ve etkide bulundu.

Öyle yerleşti ki göçmenler artık sadece sol partileri desteklemiyorlar bu ülkelerde. Kentlerdeki dükkan tabelalarına bakarak, bu ülkelerin göç toplumu haline geldiğini bile söyleyenler var hatta. Ancak, dayanışmanın dili hala zayıf ve kolonyalizmden kopmuş değil. Hala, göçmenler etiketleniyor bu cennet batıda, en önemli göçmen toplantılarının gündemi ırkçılık, ayrımcılık ve dışlanma.

Göçmenler, göçmen olarak siyasallaşıyor ve varlıklarını kabul ettiriyorlar; ve sadece göçmenlik konularında kalmaları da arzu ediliyor. Elbette insanın kalemi acısının yerini çizer. Ancak bu sınırlı siyasal öznelik halinin sadece göç edilen yerde olduğunu söylemek zor. Aynı kabuller ve beklentilerle ne yazık ki göç edilen yerdeki bağlarda da karşılaşıyoruz. Bu bağlamda sormak isterim, bu kategorilerin içinde kalmak zorunda mıyız?

Halbuki belki Berlin’de yaşadığımdan olsa gerek, benim deneyimim politik bağların asli olduğu dayanışma ağları ve platformlarda siyasi özne olarak kişilerin kendini ifade ettiği, çoğu kez bu sınırları yıkma girişimlerinden oluşuyor. Mesleğini tanıtmanın ve sokaktaki şiddeti tanımlamanın bile politik olduğu bir yerde, her tür gündelik bağ da politik bir direnişe dönüşüyor.

Bunlar yerine neden ezberlerin tekrar edildiğine bakacak olursak, yukarıdaki mantığın yine işlediğini görüyoruz. Zira dünyanın hiçbir yerinde ezilenlerin dayanışması gündemi oluşturmuyor. Dünyanın hiçbir yeri cennet değil, ancak günümüzde göçmenlerin geldikleri ülkelerden bağlarını kopardığına dair ifadeler de geçerli değil. Sınırdan geçinde siyaseten yok olmuyorsunuz.

Bu söylemlerle siyasetten dışlanmak, yoldaşlık ve yurtseverliğinizin sadece duygusal fidyenizi ödediğiniz sürece kabul edilmesi aslında mülteci düşmanlığında ortaya konan mekanizmanın başka bir biçimde işlemesinden başka birşey değil. Biz göçmenler hem oradayız, hem burada, üstümüzde doğduğumuz toprakların bilgisiyle yepyeni koşullarda çok boyutlu bir mücadelenin parçasıyız.

31.08.2023