fbpx

“Oppenheimer”: Erkek dünyasının bir sureti mi?

Paylaş

Oppenheimer son haftalarda dijital ve analog olarak kaçınılmaz olan bir isim. Fizikçi Julius Robert Oppenheimer’ın adı; ama özellikle ünlü yönetmen Christopher Nolan’ın yeni filminin adı. Birinci sınıf gişe rekorları kıran bir film.

Oppenheimer son haftalarda dijital ve analog olarak kaçınılmaz olan bir isim. Fizikçi Julius Robert Oppenheimer’ın adı; ama özellikle ünlü yönetmen Christopher Nolan’ın yeni filminin adı. Birinci sınıf gişe rekorları kıran bir film.

Filmin reklamı internette, sokakta ve tabii ki sinemalarda yapıldı. Nihayet 20 Temmuz’da sinemalarda gösterime girdiğinde, hava da rolünü oynadı: duruma göre kâh aşırı sıcaktan kâh şiddetli yağan yağmurdan biraz soluk almak isteyen sinemaseverler kendilerini sinema salonlarına attılar.

Böylece kasvetli bir Pazar öğleden sonra ben de ailemle birlikte Potsdam’daki Thalia’ya gittim. Ne de olsa film, okul tatillerinde canları sıkılan kadın ve erkek kardeşlerimi tam üç saat eğlendirmeyi vaat ediyordu.

 Biz de hayal kırıklığına uğramadık. Filmin tınısı (sound)  bizi koltuklarımızdan uçurdu ve gözlerimiz tüm renk, görüntü ve bomba patlamalarını görecek kadar iri açılamadı. Ne de olsa filmde bombalar söz konusu.

“Eşsiz bir dahi” olarak Oppenheimer

Film, kendisini tümüyle Fiziğe vermiş olan Oppenheimer’in siyasal bir aktör haline gelişinin dramatik bir şekilde anlatılan hikâyesidir. İkinci Dünya Savaşı sırasında atom bombasının geliştirilmesi üzerinde çalışan ABD ordusunun Manhattan projesinin yöneticisi olur. Nihayet 1945’te önce New Mexico çölünde ve kısa bir süre sonra da Hiroşima ve Nagazaki’de ilk atom bombası deneme amaçlı olarak patlatılır. İnsanlık tarihinde son derece önemli tarihsel bir olay olan buluşu yeni bir dünyayı mümkün kılar. Film böyle diyor.

Oysa gerçeklik bu konuda başka bir şey anlatıyor. Oppenheimer karakteri, üslup ve anlatı araçlarıyla, ortalama insanın açıklamadan sonra bile anlayamayacağı şeyleri, “Hafıza Sarayı” (Sherlock dizisinden bilinen) ile hayal edebilen eşsiz bir dahi olarak çizilirken, gerçek Oppenheimer fizik bilgisiyle yalnızca bir dizi dahi kafa arasında yer alıyordu.

Niels Bohr ve Werner Heisenberg gibi bunlardan bazılarından filmde de bahsediliyor. Ancak bu üç saatlik duygu ve fiziksel olaylar gösterisinde yalnızca bir kişinin adı yok: Lise Meitner denilen kişinin adı.

Lise Meitner kimdi?

Lise Meitner

Film anlatımında bir konuda haklı: 1940’larda kadınlar, kadın cinsinden insanların mantıklı düşünüp düşünemeyeceğini merak eden inatçı erkeklerle uğraşmak zorundaydı (bu nedenle filmde General Leslie Groves, daktilonun arkasında oturan bir kadının yeterliliğinden düpedüz şüphe etmek zorundaydı).

Ancak film Lise Meitner’in adını bile anmayarak ona haksızlık ediyor. Uranyum atom çekirdeğinin nötron bombardımanı altında parçalanmasına ilişkin ilk bilimsel açıklamayı yapan ondan başkası değildi. Otto Hahn ile birlikte atom füzyonunu keşfetti. 1939’da nükleer füzyonu doğru yorumlayan oydu.

Onun araştırma sonuçları olmasaydı, Oppenheimer’in araştırması ve Manhattan Projesi mümkün olmazdı. Bugün Alman Patent ve Marka Dairesi (DPMA) Meitner’in Nobel ödülü almamış olmasını en vahim ihmallerden biri olarak değerlendirmektedir. Bunun giderilmesi için tam 48 kez fırsat çıkmıştı – çünkü meslektaşları tarafından bu kadar sık aday gösterilmişti.

Bu adaylıklar onun ve çalışmalarının daha hayattayken bile uzmanlar tarafından görüldüğünün, tanındığının ve takdir edildiğinin bir kanıtıdır. Ancak ödülü hiç almamış olması dönemin siyasal anlayışının kanıtıdır.

Bir kadın, bir Yahudi ve bir pasifist olarak 1938’de üniversitede çalışması yasaklanınca Berlin’den kaçmak zorunda kaldı. Ancak meslektaşlarıyla yakın temas halinde kaldı ve araştırmalarına sürgünde de devam etti.

Meitner’in adı geçmiyor

180 dakikalık bilim hikâyesinde Lise Meitner’e bir saniye bile ayrılmamış olması filmin en büyük eksikliklerinden biri olarak değerlendirilebilir. Christopher Nolan’ın yapım ekibinin neden bunu yapmayı seçtiği sorusu ortaya çıkıyor. Lise Meitner’e rastlamamış olamazlar. Buna, Oppenheimer’in geçmişine dair titizlikle araştırılıp anlatılan olaylar karşıdır. Kaldı ki onun adıyla karşılaşmadan nükleer enerji tartışılamaz. Oppenheimer’den daha cesur olduğu için bir figür elde edememiş olabilir mi? Onun da 1943’te Manhattan Projesi’ne davet edildiği söyleniyor, ancak bu daveti, kitle imha silahı araştırmaları onun ahlaki ve etik düşünceleriyle çeliştiği için reddetti. Acaba bu cesur kararla Oppenheimer karakterine zarar mı verirdi?

Ancak asıl nedenin insanlığın geçmişi yüzyıllardır nasıl anlattığında yattığı varsayılabilir: Sadece erkekler tarafından şekillendirilmiş bir zaman olarak. Bugün geçmiş yüzyılları düşündüğümüzde kadınların ezildiğini ve sömürüldüğünü gözümüzün önüne getiriyoruz. Eylem yerlerinin 3 K olduğunu- Kinder, Küche, Kirche (Çocuk, mutfak, kilise). Herkesin hayatını aktif olarak etkileyen, bugünümüzü şekillendiren şeyleri tasarlayan ve yaratan kadınlar hayal edilemez görünüyor.

İnsanlığın yarısının kültür, bilim ve siyasetin gelişmesine hiçbir katkıda bulunmamış olmasının nasıl mümkün olabileceğini kimse sorgulamıyor. Gerçekten toplumun yüzde 50’si ilgisiz bir şekilde, gününü gün ederek yaşamış olabilir mi? En azından tarih kitaplarının bugüne kadar okulda bize anlattığı budur.

Kadınlar eş veya aşk ilişkisi olarak kalıyor

“Oppenheimer” gibi filmlerin kadınlara sadece eş, aşk ilişkisi ya da sekreter rolünü uygun gördüklerinde yaz tatillerinde kardeşlerime anlattıkları da budur. Elbette 1940’lar kadınlar için zor bir dönemdi, fakat kadınlar asla boş duran (inaktiv) değildi.

Lise Meitner bunun en iyi örneğidir. Sadece fizikte bir öncü düşünür değildi, aynı zamanda bir kadının neler yapabileceği fikrinde de öncüydü. 1878’de, kadınlara erkeklerle aynı hakların verilmediği bir dönemde Viyana’da doğdu.

Meitner, erkek meslektaşlarının hayal edemediği fiziksel şeyleri hayal edebildiği gibi, zamanının ataerkil fikirlerinin ötesini de düşündü ve Almanya’da doçentlik sınavını başaran ilk kadın, şehrimiz Berlin’deki ilk kadın fizik profesörü oldu.

Bugün kadınlara erkeklerle aynı hakları tanıyan ve vatandaşları cinsiyete dayalı ayrımcılıktan koruyan bir yasaya sahip bir toplumda yaşıyor olmamızı onun gibi kadınlara borçluyuz. Kadınlara bu haklar verilmedi, onlar bu haklar için mücadele ettiler ve bu mücadele anlatılmalıdır.

Bugünün genç kızlarının geçmişin kadın savaşçılarını öğrenmesi gerekiyor, kadınların düşünceleri ve yetenekleriyle geçmişte de insanlığı zenginleştirdiğini ve şekillendirdiğini duymalı ve görmeliler. Hiçbir zaman gerçekten  “salt bir erkek dünyası” olmadığını bilmeliler.

İşte bu yüzden bir sonraki gişe rekorları kıran filmin bir sözüm ona, erkek kahraman hakkında değil, daha iyi bir dünya için kahramanca savaşan bir kadın hakkında olmasına ihtiyaç var. Lise Meitner böyle biri olabilirdi.

Nane Pleger

Çeviri: Meriç Gök

Kaynak: Siyasi Haber