fbpx

Ağ toplumu ve siyasal faaliyet I

Paylaş

*”Mahir Sayın’ın “Ağ toplumu ve siyasal faaliyet” başlıklı makalesi ilk olarak Yaşayan Marksizm dergisinin 7. sayısında yayımlanmıştır. Siyasi Haber olarak “Ağ toplumu ve siyasal faaliyet” başlıklı makaleyi üç parça halinde yayımlıyoruz.

1994 yılında Frankfurt Kitap Fuarı’nı ziyaret ettiğimizde girişte büyük bir pankartın üzerinde şunu okumuştuk:

“Entschuldigung Gutenberg!” (Özür dilerim Gutenberg!)

CD’lerin keşfinin üzerinden henüz on yıl geçmişti ki, müzik yanında hemen bütün kitaplar da CD’lere kayıtlı hale gelmeye başlamıştı. Artık kâğıda basılı olan her şeyin yerini de dijital olanlar alıyordu. Henüz hala kitap basmak için ormanları talan etme[1] devri kapanmamış olsa da 1990 öncesi neslin hayatı terk edişiyle birlikte onun da sonuna ulaşılacağı hissedilirken, Gutenberg’in icadı matbaanın[2] da, insanlığa verdiği hizmetler göz önünde tutularak mucidinden özür dilenmek suretiyle, “taş balta ve çıkrığın yanındaki yerini” alacağı belirgin hale gelmişti. Ama nasıl ki, bilgisayar kontrollü modern çelik işleyen makinaların yanında hala insanlığın en erken maden işleme devirlerinden kalmış olan körük, örs ve çekiçle bile nal üretmeye devam edenler var olabiliyorsa, gelecekte de kâğıda basılı kitapları üretme ve okuma konusunda ısrarlı olabilecek olanların olacağını da kabul etmek gerekir.

İlk etkin elektronik ağlar sırasıyla askeri ve iktisadi alanlarda ortaya çıkıp oradan günlük hayatımıza taşınmışlardır. Bunun böyle bir sıra izlemesinin nedeni de açıktır: Kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelişi ve emperyalist tekellerin uluslararası bir karakter kazanması onların yönetiminin de küresel bir ağ oluşturması ihtiyacını doğurmuş ve bunların gerçek yapılarının yanında bir de dijital[3]yapılarının oluşması işleyişin sürebilmesinin kaçınılmaz şartını oluşturmuştur. Dünyanın dört bir yanına yayılmış olan bu küresel tekellerin değişik parçalarının -denetlenebilir bir özerkliği de içinde taşıyarak- birbirleriyle mümkün olan en senkronize faaliyetini gerçekleştirmek, rakipleriyle olan rekabetin de en etkin biçimde sürdürülebilmesinin şartını oluşturmuştur. Dünya çapında kurulan bu iletişim imkânları bir zaman sonra bizzat kapitalizmin kendisi tarafından yeni bir kar kaynağı, sömürü, kültürel, sosyal ve siyasal hegemonya alanı olarak kullanılmak üzere toplumun tümünün kullanımına sunulmuş ve bu ticari ve siyasi yaklaşımın bir yan ürünü olarak da birbirinden başka türlü pek bir haberi olamayacak insanların birbirleriyle haberleşmesine imkân sağlayan etkileşimli (interaktif) iletişim ağlarının oluşmasına yol açmıştır.

Elektronik iletişim ağı’nın doğuşu

İlk kez Sovyetler Birliği’nde, askeri ve ticari amaçlarla bilgisayarların bir ağ biçiminde birbirine bağlanması fikri bürokrasinin duvarlarına çarpıp bir kanara bırakılırken, Pentagon, küresel bir savaşta kumanda merkezinin vurulması riskine karşı savaşın çok merkezden yönetilmesine imkân sağlayacak olan, internetin atası ARPANET projesini hayata geçirdi ve uzun zaman bunun bir askeri araç olarak kalmasını sağlamak amacıyla kamunun hizmetine girmesine izin vermedi. 1981’de geniş elektronik ağların oluşmasına imkân veren internet protokolleri (TCP-IP) ilk bilgisayar ağlarının yayılmasını sağlarken 1990’da Cenevre’de bulunan CERN araştırma merkezinde oluşturulan ilk ağ tarayıcısı WorldWideWeb (www) ile interaktif ağlara, medya platformlarının kullanılmasına olanak sağlayan Web2 ve nihayet yapay zekânın makine öğrenmesinin ve blok zincirlerinin kullanılmasıyla Metaverse, Kripto para, NFT, DeFi, dApp ve Cross-chain gibi kavramların hayatımızın merkezine yerleşmesine yol açacak olan Web3’e giden yolun açılmasına ve dünyanın dört bir yanının bugüne kadar düşünülmesi imkânsız bir nicelik ve nitelikle birbirine bağlanmasına ve interaktif olarak iletişimde bulunmasına varıldı.

1830’da telgrafın icadı da dünya iletişim sisteminde muazzam bir dönüşümdü. Birbirinden binlerce, on binlerce km uzaklıktaki mekânlar arası haberleşmenin imkân dahiline girmesi insanlık tarihi için gerçekten yeni bir sayfa oluşturmuştu. 1. Sanayi Devrimi’yle çakışan bu buluş aslında insanlığın oluşturduğu yeni ilişkilerin yarattığı ihtiyaçların zorunlu yanıtından başka bir şey değildi. Gelişen kıtalararası (sömürgeci) ilişkiler aynı zamanda kıtalararası anında haberleşmeyi de zorunlu bir hale getirmekteydi. Telgraf bu ihtiyacın yanıtı oldu. 

İnternet de aslında asıl olarak kendisini 21. yüzyılda en belirgin biçimiyle ortaya koyacak olan yerel ve küresel ilişkilerin gerektirdiği bir tür telgraftı ama benzerlik sadece küresel haberleşme imkânı açısındandı. Geri kalan hiçbir açıdan arada bir benzerlik yoktu. Aslında bu gelişimin ilk habercileri enformasyonun dijitalleşmesinin gerçekleştiği 20. yüzyılın ikinci yarısında başlamıştı.

Ağ ve Yeni ağ nedir?

Ağların çeşitliliği ve tarihselliği

İnsanların birbirleriyle -her anlamıyla- çoklu ilişkiler kurdukları her devride bu ilişkiler sisteminin bir ağ oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz.  Bu oluşturulan ağların yatay olanları çoğunlukla dar, kapalı gruplara ait olurken sınıflı toplumun ortaya çıkışı ve egemenlik bağımlılık ilişkilerinin oluşumuyla ağlara ait ilişkilerin tümü, dolayısıyla ağların kendileri de hiyerarşik bir ilişki içerisine sokulmuş ve bu sayede de her anlamıyla bir azınlık hegemonyası oluşturabilmek mümkün olmuştur.

Bu toplumun tüm dokularına nüfuz eden ağlar üzerindeki hiyerarşik hegemonyanın belli zamanlarda kırılabildiğine de tanık olunur. Bunlar sınıf çelişkilerinin artık denetlemez ölçüde şiddetlenmesinin sonucu ihtilallerin patladığı dönemlerdir. Aynı kırılma “hegemonyanın yıkılması” kavramıyla da ifade edilegelmiştir.

İnsanların birebir ilişkilerinde, kitap, gazete, telgraf, radyo, TV’ye varıncaya kadar birçok iletişim aracının kendisine yer bulması hem sözünü ettiğimiz ağların genişlemesine ve iletişimin artmasına yararken hem de ağlar üzerinde akan bilginin denetimi aracılığıyla da azınlık hegemonyasının üretilmesi, genişletilmesi ve pekiştirilmesine hizmet etmiştir. Özellikle de bilginin üretiminin ve akışının tekele tabi kılındığı durumda ağların denetimi ve dolayısıyla da hegemonyanın gücü artmıştır zira, üretilen bilginin tekelinin yaratılmış olması bunun sistemin yeniden üretimiyle uyumlu kılınması imkânını verirken, aynı bilginin akış kanallarının denetimine sahip olmak da kimin hangi bilgiden ne kadar yaralanması gerektiğine karar verebilecek bir mekanizmanın oluşmuş olması anlamına gelir. Kapitalist toplum bu anlamıyla bilginin üretimi ve iletimini sağlayacak (Althusser’in devletin ideolojik aygıtları diye tasnif ettiği) kurumların yaygınlığıyla kendinden önce gelen sınıflı toplumların hepsinden daha yetkin bir mekanizma oluşturmuştur ve günümüzde de bunu biyosiyasetsürdürecek ve biyoiktidar düzeyine çıkarabilecek bir yetkinliğe ulaştırmıştır.

Diğer ağların yanında sosyal medya ağlarının da elektronik iletişim sayesinde hayat bulmasıyla bir yandan daha önceki ağların hegemonyanın pekiştirilmesine hizmet etmesi, bunu biyopolitikaların etkinliğinin genişlemesine kadar uzatırken diğer yandan da eskisi kadar hiyerarşinin denetiminde kalmayan yatay ağların genişlemesine de olanak sağlamıştır. Bilgiye dayalı teknolojinin üretiminde egemen sınıf tekelinin devam etmesine karşılık, bilginin üretimi ve yayılması gittikçe bu tekel alanın dışına taşmaya ve yatay ilişkilerin bütünüyle denetlenemeyecek bir yaygınlık kazanmasına olanak sağlamıştır.

21. yüzyılda özellikle yaygınlık kazanan antikapitalist sosyal hareketlerde bu yatay sosyal ağların oynadığı rol tartışma götürmez düzeydedir. Sadece mesele bununla kalmamakta daha önce ancak mekânın, çalışmanın, meslek örgütlenmesinin sağladığı imkânlarla devlet hiyerarşisine doğrudan tabi olmayan yatay ağlar sayesinde birbiriyle bağlanabilenlere bunlardan yoksun olanların da sosyal medya ağları sayesinde birbirleriyle iletişim içine girip bir sınıf gibi davranma imkânlarını artırdıklarını görmekteyiz. Yaşanan mekân, belli ölçülerde hemşerilik ve akrabalık ilişkileri dışında birbirleriyle herhangi bir şekilde geniş ölçekte bir araya gelme ve ortak bir eylem gerçekleştirme imkânına sahip olamamış olan, örneğin, ev kadınları sosyal ağlar sayesinde artık bir ağın mensupları olarak sorunlarının çözümü için birlikte davranabilmenin en azından maddi imkânına kavuşmuş durumdadırlar. Ya da Marx’ın bir araya gelişlerini “bir çuval patates”le benzeştirdiği köylüler, birbirleriyle doğrudan bağlantısı olmayan ekolojistler yine aynı imkâna sosyal ağlar sayesinde sahip olabilmekte ve eylemlerini yine bu ağların yardımı ile işçi sınıfının eylemiyle en organik ilişkilerin içine sokabilme şansına kavuşabilmektedirler.

Reel ilişkilerin sınırlılığı içerisinde oluşmuş olan kitle toplumu, elektronik medyaları kullanan ağ toplumunun ortaya çıkışıyla birlikte birden kendisini sınırlayan engellerden kurtulmakta ve dinamizminin artmakta olduğu bir ortamda bulur. Dünyanın birçok yerinde cereyan eden antikapitalist eylemler gibi Gezi Parkı Direnişi’nde de izlediğimiz reel ilişkilerle medyalara dayalı ağ ilişkilerini bir araya gelişi, bir yandan en geniş kitlelerin direnişe katılımını sağlarken, diğer yanda da bu kitlenin gerek eylemlerinin yaratıcılığının artırılması ve gerekse de devlet güçlerinin engellemelerinin aşılması konusunda muazzam bir dinamizm sergilemiştir. Gezi üzerine yapılan incelemelerin ortaya koyduğu gerçeklik bu dinamizmin, kapitalizmle sorunu olan tüm toplum kesimlerinin (özel olarak İstanbul’da) direnişe, var olan niceliklerine paralel bir katılımı sağladığıdır. Denebilir ki, Türkiye’nin sınıf mücadelesi tarihinde bu kadar uzun soluklu ve bu kadar geniş katılımlı başka hiçbir eylemi olmamıştır. Eskiyi temsil etmekte ısrarlı olan yapıların bu özelliği görememiş olması sonucu, bu dinamizmi geliştirmenin yollarını aramak yerine, Gezi’nin “örgütsüzlüğe tekabül eden bir başıbozuklukla malul olduğunu sanarak, onun kendi örgütlü yapısının takipçisi” kılmaya çalışmışlardır. Bu çaba Gezi mücadelesinin, geliştiricisi olmak yerine, gelişmekte olan dinamizmi frenleme ve sonunda da geride yapısal anlamda hiçbir şey bırakmadan geri çekilmesine neden olmuştur. İki dünya gerçekliği doğru kavranabilse ve burada ortaya çıkan yeni ilişkilerin pejoratif anlamında “anarşizme”, örgütsüzlüğe, başıbozukluğa tekabül ettiği değerlendirmeleri yerine, bunların yeni doğmakta olan dünyanın ilişkilerini temsil ettiği görülebilseydi, Türkiye sosyalist hareketi ve Kürdistan özgürlük mücadelesi bugün yeni bir safhaya, yeni bir yapılanmaya ulaşmış olabilirdi. İktidar bu muazzam tehdidi sosyalistlerden daha iyi kavradığı için ona olanca gücüyle saldırıp siyaset sahnesinden kovabilmek için ne gerekiyorsa yaptı ve hâlâ Kavala’yı 6 yıldır hapiste tutarken bu girişimin intikamını alıp, yarattığı yılgınlığı sürdürmeye çalışmaktadır.

İşçi sınıfı ve onun her türden örgütlenmeleri günümüzde bu gerçekliği görerek örgütlenme alanını/ilişkilerini bunlara ve yine bunların taşıdığı antikapitalist potansiyellere doğru genişletebildiği ölçüde tüm toplumun öncüsü olabilmek açısından daha büyük bir imkâna kavuşmuş olacağı gibi kapitalizme karşı mücadelesinde gücüne güç katacak müttefikler de kazanmış olacaktır.

Lenin proletarya partisinin örgütlenmesini anlatırken, işçi sınıfının toplumun öncüsü sıfatına layık olabilmek için, gazete, örgütçü, ajitatör ve propagandistleri aracılığıyla toplumun diğer katmanlarının hayatlarında ifade bulan baskı, zulüm ve sömürünün her bir ifadesine kendi sorunlarına gösterdiği hassasiyet düzeyinde yaklaşması ve bunlara en şiddetli bir biçimde karşı koyması gerekliliğini anlatır. Bugün bunu yapabilmek, söz konusu alanların kendi içlerinde gerçekleştirebilecekleri ağların sınıfın oluşturduğu ağlarla doğrudan bağlantısı sayesinde kat be kat kolaylaşmış bulunmaktadır.

Ağ nedir?

90’lı yılların başından beri toplumsal şekillenmenin tarifinde gittikçe artan bir yoğunlukla kullanılmaya başlayan ağ ve ağ toplumu kavramları yeni kullanımındaki farklılığa karşın sosyoloji açısından yeni bir şey değildir. Oluşturucu unsurlarının birbirleriyle ilişki/karşılıklı (her türden) alışveriş içerisinde olan her sistemi bir ya da birçok ağların toplamı olarak tarif edenler olmuştur. Çoklu, yatay ya da dikey alışverişleri ifade etmek üzere biyolojik, siyasal, toplumsal, uluslararası ağlardan söz edilegelmiştir. Örneğin insanın sinir sistemi, bedenin bütün parçalarının birbirleriyle alışverişlerini sağlayan bir ağ oluşturur. Ya da bir ülkenin değişik noktalarını veya ülkeleri birbirine bağlayan değişik türden (deniz, hava, kara yolları, elektrik, su, telgraf, telefon vb.) ilişki/iletişim/alışveriş sistemleri hepsi bir ağ oluştururlar ve söz konusu yapının işleyişini sağlarlar.

Esas olarak da sınıflı toplumda, azınlık egemenliğinin sürdürülebilmesi için insanlar arasında oluşturulan ağlar mümkün olduğu kadar dikey bir yapının belirleyiciliği altına sokulur ki, yatay olan ağlar aracılığıyla sağlanan iletişim nizamın işleyişine engeller çıkaramasın, onu temelden değişikliğe uğratamasın. Esasında sosyal ve siyasal alanda yatay ağları oluşturanlar da var olan sistemi aşmak için bu yatay ilişkileri en etkin biçimde kullanabilmek amacıyla dikey ağlar oluştururlar. Anarşizm ile Marksizm arasındaki temel ayrılık da bu noktada ortaya çıkmıştır. Anarşistler yatay ağların, yaşamı devam ettirebilmek için yeterli olacağını ve tüm dikey ağların varlığına son verilmesi gerektiğini savunurken, Marksistler azınlığın rıza ve zora dayalı egemenliğinin ifadesi olan dikey ağların ortadan aldırılmasının ancak benzer bir araçla mümkün olabileceğini savunarak, önce yatay ağların kendi aralarında dikey bir ilişki geliştirip, bunu yatay ağların gittikçe egemen olacağı bir biçimde örgütledikten, bunun sağladığı imkânla eski dikey ağın/yapının tüm varlığına son verdikten sonra var olan ağın gittikçe yataylaştırılabileceğini ve nihayetinde tüm dikey toplumsal/siyasal ağ ilişkisine son verilebileceğini savunurlar. Devletin bilinen anlamındaki devlet olmaktan çıkarılıp toplumsal varoluşu sürdürebilmenin ortak yapısı (Gemeinwesen) haline getirilmesi ağların “merkez” karşısındaki özerkliği ile güvence altına alınabilir.

Bu anlamda kitle toplumu[4] içerisinde ortaya çıkan ağ kavramı bizlere hiç yabancı bir içeriğe sahip değildir. Ne var ki, ağ toplumu kuramını geliştirmiş olan Manuel Castels ve Jan Van Dijk[5] gibi sosyologlar bu kavramı eskisiyle bağları olan ama yeni bir içerikle kullanırlar. Kullanımın temel farklılığını da eski ağların yanında, onların gerçekleştiremeyecekleri ölçüde büyük nicelik ve niteliklere sahip ağlara imkân sağlayan elektronik araçların kullanılmasıyla oluşturmuş olduğu ağlardır.  

M. Castells, “ağlar insan deneyiminde eski bir organizasyon biçimi olsa da, Bilgi Çağı’nın karakteristiği olan dijital ağ teknolojileri, ağ oluşturma biçimlerinin, ağın belirli bir boyutunun ötesindeki karmaşıklığı yönetme konusundaki geleneksel sınırlamalarının üstesinden gelerek, sosyal ve örgütsel ağları, sonsuz genişlemelerine ve yeniden yapılandırmalarına imkân verecek şekilde güçlendirdi.” tespitini yaparak, dijital teknolojiler ile gerçekleştirilen ağların eski ağ mantığını nicelik olarak sınırsız denilebilecek bir boyuta genişletirken aynı zamanda, geçmişte büyüdükçe işleyişi zorlaşan ve bir noktada imkânsız hale gelen ağların yerini “sınırsız boyutta genişleyebilen” ve aynı zamanda ortaya çıkan “karmaşıklığı yönetebilen” bir yetenekle donattığını ortaya koyuyor.

Günümüz dünyasında, örneğin Facebook’un bir araya getirdiği 2.5 milyar insan arasında oluşturmuş olduğu ağ hiçbir karışıklığa yol açmadan bütün bu insanların tümümün birbirleriyle iletişim içerisinde olabilmesini sağlayabilecek bir yetenek sahibidir. Geleneksel siyasal ağların en büyük örnekleri olarak her biri 1.5 milyara yakın insanı bir araya getirmiş olan Hindistan ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) devletleri geleneksel yapıları içerisinde bu insanların hepsinin birbiriyle ilişkide olmasını[6]sağlamayı (zaten bunu hangi nedenle isteyecekler?) bir yana bırakalım, devletlerin kendileri de bu insanların tümüyle aynı anda interaktif olarak alışveriş içerisinde olamazlar; karşılarında yapının imkânsızlıklarının ötesinde zamanın ve mekânın yarattığı muazzam sınırlamalar bulurlar[7]. Elbette 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan elektronik kitle iletişim araçları vasıtasıyla interaktif olmadan talimatlarını ya da propagandalarını toplumun tümüne iletebilirler ama bu tek taraflı işleyen bir ağ oluşturur. Dijital ağlar ise zaman mekân sınırlamalarını da ortadan kaldırarak istendiğinde ağın bütün düğüm[8] noktalarının birbiriyle iletişimini sağlayabileceği gibi hiyerarşik olarak örgütlenmiş haliyle de hiyerarşinin tepesini herhangi bir düğümle iletişime sokabilir.

Bu durumun iyi bir örneğini sunan Facebook 2.5 milyar üyesiyle gerçek hayatta var olan her örgütlenmenin ve bireyin birbirleriyle ilişki içerisinde kendisini ifade ettiği bir alan haline gelmiş bulunuyor. Ama bir şey var ki, bu alanda örgütlenenlerin hepsinin tabi olduğu Facebook’un koyduğu kurallardır. Üye kaybetme korkusunun dışında üyelerin Facebook’un işleyişine en ufak bir müdahale imkânı, siyasal toplumda olduğu gibi, biçimsel de olsa platformun biçimine müdahale etme ve değiştirme hakkı yoktur. Burjuva demokrasisinden çok geniş bir imkânlar sunuyor, bir özgürlük alanı açıyormuş gibi görünen bu platform aslında bir ticari tekelin insanların önüne attığı ve nasıl oynanacağı konusundaki kuralları, hiçbir dıştan belirlenmeye imkân bırakmaksızın, kendisinin belirlediği bir oyun alanıdır. Bu özel mülkiyetle kolektif üretim[9] arasındaki muazzam çelişkiyi en üst düzeye taşıyan bir durumdur ve kapitalizmin bütünü için söylendiği gibi üreten/kullananla, mülk sahipliği arasındaki çelişkinin ortadan kaldırılmasının tek yolu kapitalist özel mülkiyetin yerini bu alanda da kolektif mülkiyetin almasıdır.

Toplumsal, siyasal, kültürel, iktisadi vb. vb. alanlarda gerçekleşmeye başlayan bu yapısal değişikliklerin künhüne varamadığımız takdirde, yüz yıl önce toplumsal yapıdaki değişikliklerin gerçek mahiyetini kavrayamayıp ekonomizm bataklığından ilerleyerek bir burjuva akım haline dönüşmüş olan sosyal demokrasinin kaderini paylaşmaktan kendimizi kurtaramayız. Yeni ilişkiler sistemi, siyasal gericiliğin tarihinden, faşizmin insanlığın başına getirdiği belalardan dersler çıkaran kitlelerin demokrasi ve sosyalizm bilincinin gelişmesine paralel olarak toplumsal rızayı üretmekte gittikçe zorlanan ve tarihsel tecrübenin yarattığı uyanıklık karşısında 20. yüzyılın ilk yarısındaki gibi terör egemenliğinin somutlaşmış biçimi olarak faşizmi kolayca hayata geçiremeyen burjuvazi ağ toplumunun sunduğu imkânlardan yararlanarak hâkimiyetini pekiştirmenin imkânlarının peşinde koşmaktadır. İşte tam bu nedenledir ki, hem burjuvazinin bunu kullanmasının önüne geçmek hem de aynı silahı ona karşı kullanabilmek için şu anda belki sisler arkasında duran ve ön yargılarımız dolayısıyla eskinin bir varyasyonu olarak benimseyebileceğimiz ilişkilerin incelikli analizi ve bunların sunduğu imkânlar üzerinden yeni karşı hegemonya, mücadele ve örgütlenme biçimlerini ortaya çıkarabilmemiz gerekir. Eğer Lenin yeni çağın karakteristiğini o zamanki bulutların arkasından çıkarıp gözler önüne sermemiş olsaydı, Bolşevik Devrimi de onu takip eden sosyal ve ulusal kurtuluş mücadeleleri de bildiğimiz yoldan, aynı mekânlarda ve o zamanlarda gerçekleşemeyecekti.

[1] Yılda toplam 15 milyar ağaç kesiliyor ve bunun da %42’si kâğıt yapımında kullanılıyor. Bu da küresel olarak 16 milyon hektar orman alanına tekabül etmektedir. Bunun ne kadar büyük bir alana tekabül ettiğini görmek için Türkiye’nin tüm orman alanının 21,7 milyon hektar olduğunu akla getirmek yeter.

[2] Burada Çinlilerin hakkının yenildiğini belirtmeden geçmek doğru olmaz! İlk matbaa, ağaç oyma tekniği kullanarak, MS 593‘te Çin’de kurulmuş, ilk basılı gazete de MS 700’de Pekin’de çıkmıştır. Dokuzuncu yüzyılda, Çin’de ilk basılı kitap, şu an İngiliz Kütüphanesi’nde bulunan 11 Mayıs 868 tarihli Diamond Sutra’dır. (Wikipedia)

[3] Yaygın kullanım kazanmış olan “sanal” sözcüğünün “sanmak”la olan bağı dolayısıyla birçoğumuzda yarattığı yanılsamayı sınırlayabilmek amacıyla “dijital” sözcüğünü kullanmayı tercih ediyorum.

[4] J. V. Dijk kitle toplumunun sanayi devrimine paralel olarak gelişen büyük kentlerin eseri olduğunu, kapitalist işbölümüne paralel olarak gelişen büyük ölçekli fabrika örgütlenmesi, meta üretimi, karmaşıklaşan merkezileşme, karar alma ve siyasal, sosyal, kültürel iktisadi örgütlenme biçimlerinin iletişimin yoğunlaşmasına paralel bir biçimde ortaya çıkışıyla, kitle toplumunun işçi sınıfının örgütlenmelerini de içerecek biçimde insanın varoluşunda yeni bir safhayı temsil ettiğini ifade eder. Kitle psikolojisi konusundaki derinlikli araştırmalarında G. Le Bon, yeni oluşan toplumsal yapılanmanın uyaranlarının farklılığına bağlı olarak ortaya çıkan kitlelerin mensubu olan bireylerin de bu kitlenin (kendileri o toplulukla özdeş olmasalar da) bütününün kazandığı sınıf dayanışması gibi özelliklerin belirlemesi altına nasıl girdiğinin mekanizmalarını ortaya koyar. Reel dünyanın koyduğu sınırlar ve imkânlara göre iç ve dış ilişkilerini gerçekleştiren kitle toplumu, elektronik iletişim temeline dayalı medyalar aracılığıyla bu sınırlanmış yapısını değiştirerek herkesin herkesle ilişkiler geliştirebildiği, bilginin (doğru yanlış bir arada olmak üzere) neredeyse sınırsız bir biçimde yayılabildiği ve buna göre davranışların tetiklendiği ağ toplumuna doğru evrilir.

[5] Castells dijital ağların esas biçim haline geldiğini ve gittikçe daha fazla böyle olacağına dayalı bir kavrayış geliştirirken, Dijk, reel ve dijital olanın birlikte ve karşılıklı etkileşim içinde bir var oluş sergilediğini ve sergilemeye devam edeceğini söyleyerek gerçeğin daha doğru bir tasvirini yapmış olmaktadır.

[6] Toplumun üstünde yer alan devletler kendi denetimleri dışında kitlenin kendi içindeki doğrudan iletişimin mümkün olduğunca en aza indirilmesini ve olabilecek iletişimlerin kendi kurumları aracılığıyla gerçekleşip denetlenebilirlik yaratmasını tercih ederler. Bütün kapitalist sistemde olduğu gibi ÇHC bir adım daha ileri giderek sosyal medyalar aracılığıyla gerçekleşen doğrudan ilişkilerin tümünü takip edecek teknik ve yasal kurguları gerçekleştirmeye devam etmek ve bunu da sosyalizmin bir fazileti olarak anlatmaktan utanmamaktadır.

[7] ÇHC bu fiziki imkânlar, zaman ve mekân sınırlamalarını aşmak üzere kendisini dijital ağlarla yeniden kurmak üzere 200 milyon (önemli bir kısmı 400MP çözünürlüğe sahip) kamerayla donatılmış “Sosyal Kredi Sistemi” diye yeni ve muazzam bir ağı hayata geçirmeye başlamış bulunuyor. 400 MP’lik çözünürlüğe sahip kameralar, yüz tanıma sistemi olmanın ötesinde, insanın yüzünü görmeden, giysilerinden ve hareket biçimlerinden onu milyonların içinde ayırt edebilme yeteneğine sahip gözler anlamına gelir. Bu sistem zaman ve mekâna bağlı olmaksızın anında insanı ödüllendirebilir ya da cezalandırabilir; örneğin, ÇHC’nde trafik hatalarında olduğu gibi anında hatayı yapanı diğer insanlara teşhir edebilir. Böylece ağ toplumu, Orwell’in tasvirlerini de aşacak bir denetim toplumunun inşasının temeli yapılmış olmaktadır. Yabancılaşmayı ortadan kaldıracak olan komünist toplum kapitalizmin yarattığından daha beter bir yabancılaşmanın üreticisi haline gelmektedir. Bunu gerçekleştiren partinin adının “komünist” olması kadar yürüttüğü sistemin de “sosyalist” diye nitelenmesi sanki komünizm ve sosyalizmle alay etmenin zirvesi olarak görünmektedir.

[8] Düğüm, iletişimin hem öznesi hem nesnesini oluşturan ağın ilişki noktasına verilen addır. Bu bir birey, bilgisayar, bir mekân vb. olabilir.

[9] Bu platform bir maden ocağı gibidir; burada üretilen maden de kullanıcıların kendileri veya başkaları hakkında sundukları “veri”dir. Veri madeninin işlenip artı değeri gerçekleştirmek üzere değişim değeri olarak, “bilgi metası” diye pazara sunulması ise Facebook şirketi çalışanları tarafından gerçekleştirilir. Veriden bilgi üretenler işgüçlerini satabilirken, madeni ocaktan çıkaran çalışanlara ise hiçbir şeyin ödenmesi, halihazırda, böyle bir işgücü tanımlamasının olmaması dolayısıyla kadınların ev bakım emeği gibi yasal olarak hiçbir karşılık ödenmesi gerekmez.