fbpx

Dünya Kupası finalinde Arjantin’i tutmak ayıp mı?

Paylaş

Arjantin’in Dünya Kupasını almasının ardından (aslında bütün kupa boyunca) sosyal medyada kupa maçlarını izleyenlere, finalde Arjantin’i tutanlara, maçlardan heyecan duyanlara karşı bir solcu-elitist küçümseme aldı başını gitti. Sosyal medyada aklına, fikrine, sezilerine güvendiğim kimi arkadaşlarımda dahi bu refleksi görünce konu üzerine birkaç kelam etmeyi zorunlu gördüm. Öyle paylaşımlar, yorumlar yapılıyor ki, bunları okuyan, finalde Arjantin’i tutanların Tamim bin Hamad Al Thani tarafından yönetilen Katar Kraliyet Ailesi’nin en büyük destekçisi, Dünya Kupası’nın oynanacağı statların inşaatlarında hayatlarını yitiren göçmen işçilerin müsebbibi, futbol endüstrisinin patronu olduklarını düşünür.  

Sanki futbol oynamayı, izlemeyi sevenler uzayda yaşıyor ve olan bitenden habersizlermiş gibi “biliyor musun kaç işçi hayatını yitirdi o statlar yapılırken” diye başlayan cümlelerle esasında işçi sınıfının ve ezilenlerin en kolay ulaşabildikleri sporu sevmeleri eziklik, apolitiklik, ilkellik falan diye küçümsenmek isteniyor bu elitistler tarafından.

“Futbol, işçi sınıfının balesidir”

Oysa ne güzel anlatır Ken Loach futbolu “işçi sınıfının balesidir” derken… Latin Amerikalı yazar Eduardo Galeano da çok güzel anlatır yoksul Brezilya halkının hayatındaki yerini futbolun: “Brezilya’da okulsuz, kilisesiz köyler bulunabilir, ama futbol sahası olmayan bir köye rastlamak asla mümkün değildir. Ülkede pazar günleri en çok yorulanlar kalp hastalıkları uzmanlarıdır; pazar ayini kadar kutsal sayılan bir maç sırasında bir kimsenin kalp krizinden ölmesi beklenmedik bir olay değildir. Bu ülkede futbolsuz geçen bir pazar gününde ise insan can sıkıntısından ölebilir.”

Futbol yoksul halkın en kolay ulaşabildiği kolektif bir oyundur. Kayak takımları, özel kıyafetler, spor araçları, özel ayakkabılar almadan dört taş bir topla hemen kuruluverir mahalle arasında. İmalatından yüzbinlerce işçinin sömürüldüğü, binlercesinin hayatını yitirdiği, doğal kaynakların ve ekolojik sistemin köküne kibrit suyu döken dört çeker arabalarla dağlara doğru sürmeden hemen oracıkta, bulunduğunuz her alanda, iş paydosunda, okul çıkışında, hatta dar alanlarda dahi kısa paslaşmalarla oynayabilirsiniz futbolu.

Su paralı diye içmiyor muyuz?

Elbette havayı, suyu bile satılacak nesneler haline getiren kapitalizm futbolu endüstrileştirdi ve meta haline getirdi. Ama bu bizi havayı solumaktan, suyu içmekten alı koymadı. Nasıl güzel bir film pahalı bir sinema salonunda gösteriliyor diye değerinden bir şey düşmüyorsa, nasıl yüreklerimize değen bir müzik plak şirketlerine milyonlar kazandırıyor diye dinlememezlik etmiyorsak, nasıl şu an yorum yazdığımız Facebook binlerce işçinin emeğini sömürdüğü için kullanmamazlık etmiyorsak, dünya kupası, süper lig, mahalle turnuvası fark etmez futbolu izlemekten, keyif almaktan, üzülmekten de vazgeçmiyoruz.

Dünya Kupası’nın final maçında Arjantin’in kazanmasını istedim. Bu hem güzel futbol oynadıkları içindi (ki bu olmasa ne olursa olsun tutmazdım) hem de Arjantin’in kazanmasının insanlarda yaratacağı duygunun emperyalizme, sömürgeciliğe karşı bir ton taşıyor olmasındandı. Elbette bu tercihte Arjantinli Che Guevara’nın, Maradona’nın da payı büyük. Arjantin de şöyle böyle diye anlatmaya başlayacaklara şimdiden söyleyeyim ki onları da biliyorum elbette. Ama bir kupa maçından bütün devrim programını çağrıştırmasını beklemek haksızlık olmaz mı? O zaman siyasal partilere, örgütlere ne gerek var, mücadeleyi devredelim gitsin spor kulüplerine! Arjantin kazandı ve dünyanın ezilen halkları nezdinde bu “sömürgeci Fransa’ya karşı bir zafer” oldu. Fransa kazansaydı “yine sömürgeciler kazandı” duygusu oturacaktı insanların yüreğine. Dünya kupası maçından ancak bu kadar çıkar zaten, ne bekliyordunuz? Gerisi zaten sizin, bizim işimiz…

Futbolu sevemeyeceğimiz devrim…

Velhasıl kelam futbolu sevmek de Dünya Kupası izlemekten keyif almak da Arjantin’i tutmak da ayıp, günah, yasak, eziklik, ilkellik vs değil. Buradan yola çıkarak derin tahlillerle futbol severleri küçümseyen analizler kasmak en hafif deyimle elitizmin daniskasıdır. Siz futbolu sevmeyebilir, takım tutmayabilir, Dünya Kupası’nı izlemeyebilirsiniz. Ama bu size bunu yapanları küçümseme hakkı vermez, sizi “proletarya sosyalisti” falan yapmaz.

Tıpkı anarşist feminist Emma Goldman’ın “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” dediği gibi “Futbol oynamayı/izlemeyi sevemeyeceğimiz devrim bizim devrimimiz değildir” diyorum ve son sözü diktatör Erdoğan’ın sigara bıraktırma şovuna halk felsefesinin derinliklerinden cevap veren Neşet Ertaş’a bırakıyorum: “fakir fukaranın cüğarasıyla uğraşacağınıza, havamıza zehir salan arabalara bir çözüm bulun”

19.12.2022