fbpx

Çift kutuplu emperyalizm – Alp Altınörs

Paylaş

25 Şubat 2022 günü, Rusya’nın Ukrayna işgali ile birlikte, 1991’de SSCB’nin yıkılmasıyla başlayan tek kutuplu emperyalizm dönemi sona ermiştir. Artık emperyalist-kapitalist dünya sistemi, çift (veya çok) kutupludur. Bu durum, bir ya da birkaç güç, dünyanın büyük kapitalist güçler arasında mevcut paylaşımına itiraz ettiğinde ve yeniden paylaşım talep ettiğinde meydana gelir. Bugün için Rusya ve Çin bu konumdadır.

Bugünkü dünya, ABD’nin tek yanlı biçimde tüm dünya siyasetini ve ekonomisini belirlediği 1990’lara hiç benzemiyor. Artık bütün meselelerde bir yanda ABD ve müttefikleri (İlk sıralarda Britanya, Fransa, Almanya, Japonya), diğer yanda ise Rusya, Çin ve onların müttefikleri bulunuyor. Bu çift kutupluluk henüz tam manasıyla oluşmuş değil, Rusya ve Çin arasında belli bir politik eşgüdüm gözlense de, sosyo-ekonomik bir bütünleşme henüz söz konusu değil. Ayrıca bu tabloya eklenen bir diğer olgu da, bölgesel yayılmacı güçlerin, Büyük Güçler arasındaki bu bloklaşmayı kendileri için bir avantaj saymaları ve durumdan istifade etmeye çalışmalarıdır.

Maddi güç dengelerinde yaşanan bu değişimin sadece sosyalist solda değil, kendisini “anti-emperyalist” sayan tüm çevrelerde (örneğin Kemalistler arasında da) ciddi kafa karışıklıklarına yol açtığı gözlemlenebilir. Bu kargaşa kendisini “Emperyalizm” kavramı etrafında teorik tartışmalar ve polemikler biçiminde dışa vuruyor. Bu tartışmanın tüm tarafları, tezlerini, “Emperyalizm” üzerine sosyal teorinin tartışılmaz bir otoritesi olan Lenin’e dayandırmaya çalışıyorlar.

Lenin, kendi döneminin Çarlık Rusya’sını emperyalist bir devlet¹, hatta Büyük Güçlerden birisi saymasına rağmen, kimi yazarlar, Lenin’den alıntılar yaparak, bugünkü Rusya’yı “ekonomik geriliğinden” ötürü emperyalist saymamakta, onu “kendisini savunan bir çevre ekonomisi” olarak göstermektedirler. Bu görüşler, Lenin’i değil, onun çağdaşı olan “Sosyal-Devrimcileri ” (SR’leri ) yankılamaktadır. Narodnik kökenli bu parti, Rusya’yı kapitalist saymadığı için, 1. Dünya Savaşı’nda Çarlığı desteklemiştir.

Bugünün dünyası, 1875-1918 dönemini oldukça andırmaktadır. O dönemde Almanya’nın geriden gelip, ekonomik gelişimde, dünyanın hâkimi Britanya’ya yetişmesi, sömürgelerin paylaşımında “hakkı olanı” (!) istemesi sonucunda iki emperyalist blok oluşmuştu. Bir yanda Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya²; diğer yanda ise İngiltere, Fransa ve Rusya dünyanın paylaşımı uğruna giderek rekabeti, silahlanmayı ve tahrikleri yükseltmişlerdi.

Avusturya-Macaristan veliahtı Ferdinand’ın Saraybosna’da öldürülmesi, savaşın patlamasına sadece vesile olmuştu. İlginç olan ise, savaşan tüm tarafların birkaç ay içinde kolay bir zafer elde edeceğini zannetmesiydi!³ Oysa savaş, neredeyse aynı siper hatlarında tam 4 yıl sürdü ve milyonlarca emekçi makineli tüfekler ve toplar tarafından biçilerek katledildi. İttihat-Terakki hükümetinin Turancı-maceracı heveslerle Almanya’nın yanında yer aldığı bu savaş, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla sonuçlandı. 1917 yılında Rusya’da yaşanan Ekim Devrimi ise tarihin ilk işçi-köylü devletini ve ilk sosyalist ekonomisini yarattı. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı, ancak Sovyet Rusya’nın desteğiyle başarıya ulaştı.

1918 sonrasında ise bir yandan yine çift kutuplu bir emperyalizm, onun karşısında ise sosyalist Sovyetler Birliği’nin bulunduğu karmaşık bir dönem yaşandı. Kapitalizmin yegâne üretim tarzı olduğu bugünün dünyasını bu yönüyle 1918-’45 dönemine benzetemeyiz. Ama İtalya, Almanya ve Japonya’nın geriden gelen emperyalist güçler olarak yeniden paylaşım talep etmesi yönüyle, bugünle benzerlikler bu dönemde de bulunabilir.

“ÖZGÜRLÜK VE DESPOTİZMİN SAVAŞI” MI?

Bugün de yine bir çift bloklu emperyalizm dönemini yaşıyoruz. Bu bloklaşma, dün olduğu gibi bugün de, taraflardan birisi (dün Britanya İmparatorluğu, bugün ABD) tarafından “özgürlük ve despotizm arasında” bir savaş olarak sunuluyor. Zira emperyalist rekabette geriden gelen tarafın (o gün için Almanya, bugün için Rusya ve Çin) tekelci devlet kapitalizmine başvurması, militarizmi yükseltmesi ve toplumu bu yönde kamçılamak için despotik iktidarlar kurması eşyanın tabiatı gereğidir. Hâkim konumdaki emperyalistler ise zaten dünya kaynaklarına, sömürge kârlarına hali hazırda el koymuşlardır, onlar bu kaynak bolluğu içinde halklarına nispeten daha serbest bir yaşam imkânı sunabilirler. Ama hâkim emperyalist güçler dün nasıl despotizmin ana kalesi olan Rus Çarlığı ile ittifak etmekten hiç çekinmedilerse, bugün de Kiev’deki neo-nazilerle de “özgürlük uğruna” (!) kol kola girmekten çekinmezler. Yine, 1914-’18 savaşında Almanya da kendisini “Rus despotizmine karşı özgürlüğü savunan” güç olarak sunmuştur!

Oysa gerçekte emperyalizm, tekelci kapitalizmdir. Sermayenin tekellerin elinde yoğunlaşmasının, banka ve sanayi sermayesinin kaynaşmasının, bu temelde ortaya çıkan mali sermayenin sürekli yayılmak ve egemenliğini genişletmek istemesinin bir sonucudur. Rusya ve Çin tekelci devlet kapitalizmleri (geriden gelen güçler olarak) dünyanın gerek ekonomik gerekse toprak paylaşımından “hakları olanı” isterken, doğrudan doğruya “kendi” tekellerinin egemenlik ve yayılma arzusunu sergilemektedirler. ABD, Britanya, Japonya, Almanya ve Fransa emperyalistleri ise bir yandan hali hazırda elde ettikleri imkânları korumak, diğer yandan ise bunları genişletmek yönündeki politikalarıyla yine “kendi” tekellerinin çıkarlarını ortaya koymaktadırlar.

DİBE DOĞRU BİR YARIŞ!

Çift kutuplu emperyalizm (1875-1918’de ve günümüzde) sınırsız bir militarizm yarışı demektir. Ulusal sermaye gruplarının askeri sanayi üzerinden muazzam kârlar elde ettikleri, buna karşılık milliyetçi fanatizmi sürekli tırmandırdıkları dönemlerdir. Her iki tarafta da özgür basının sansürlendiği, düşünce ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alındığı, sadece savaştan yana seslerin duyulabildiği, dibe doğru bir yarıştır.

Emperyalist rekabet, ancak milliyetçi bir işçi hareketine alan bırakır. İşçilerin uluslararası dayanışması “düşman milletlerle ilişki kurmak” sayılarak yasaklanır. Oysa savaş, tekellerin çıkarları uğruna verilirken, savaş sahasında can veren hep işçiler ve yoksullardır. Çift kutupluluk, emperyalist aşamadaki kapitalizmin tüm çelişkilerini son sınırlarına kadar zorlar. Nihayetinde bunların patlayarak sosyalizme dönüşmesinin tohumlarını da içinde taşır. Zira her şey karşıtı ile vardır.

¹ Lenin, Çarlık Rusyasını “zorba, ortaçağcı, ekonomik bakımdan geri, askeri-bürokratik emperyalizm” olarak nitelendiriyordu (Sosyalizm ve Savaş’tan akt. Ahmet Cengiz, Emperyalizm ve Rusya’nın Aynadaki Sureti, Teori ve Eylem dergisi sayı 56, s. 41).

² İtalya sonradan bu üçlü ittifaktan çekildi. Savaşın belli bir aşamasında ise İngiltere’nin yanında savaşa girdi.

³Bkz. Jacques Pauwels, Büyük Sınıf Savaşı, 1914-’18, çev. Çağdaş Sümer, Yordam Kitap, 2019

Kaynak: Artı Gerçek