Rus siyasetçi ve yayıncı Maksim Şevtşenko* ile Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Rus komünistlerinin buna karşı tutumu üzerine Konkret Dergisi’nin yaptığı söyleşiyi** Cengiz Onur’un Siyasi Haber için yaptığı çevirisiyle yayımlıyoruz.
Konkret: Rus Marksistleri Ukrayna çatışmasında kendilerini nasıl konumlandırmalı?
Maksim Şevtşenko: Böyle bir durumda, ister Rusya’dan ister Amazon Deltası’ndan gelsin, her Marksist, kapitalizmin iç çelişkilerini ortaya koyan Marksist yönteme başvurmalıdır. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden otuz yıl sonra, küresel kapitalizmin en büyük krizini yaşıyoruz. Doksanlı yıllarda dünya batı güdümlü idi. Finans merkezi dünya para birimini elinde tutan ABD´de bulunuyordu ve bu kendisinin siyasi, askeri ve teknik üstünlüğüyle örtüşüyordu. Dünya Bankası bu konuda onun sadık ortağıydı. Aynı zamanda, mal üretimi Güneydoğu Asya’ya ve her şeyden önce Hindistan ve Çin gibi o zamanlar düşük ücretli ülkelere kaydı. Bunu izleyen zaman içerisinde Hindistan ve Çin ekonomik bağımsızlıklarını ilan ettiler. Çin, dünya ekonomisinin rakip bir merkezi haline gelmeyi bile başardı.
Bu arada, Batı için yenilmiş ve önemsiz görünen üçüncü bir güç ilgi odağı haline geldi: Sovyet sonrası alan. Otuz yıl boyunca Batılı elitler onu entegre etmekte isteksiz davrandılar. Rusya Federasyonu ne bir müttefik ne de bir rakipti. Halbuki Rusya Batı’nın bir parçası olmak istiyordu. Putin 2000 yılında Clinton ile Rusya’nın NATO’ya katılma olasılığını görüşmüştü. Kendisi, hala 2013 gibi yakın bir tarihe kadar Avrupa’nın Atlantik’ten Pasifik’e kadar birleşmesi gerektiğinden bahsediyordu. Buna göre, Rus elitlerinin, yani eski komünistlerin ve KGB subaylarının, eski komünist Aleksander Kwasniewski (kendisi 1995 – 2005 yılları arasında Polonya´da iki kere hükümet başkanı olmuştu – Ç.), eski genç komünist Viktor Orban ve eski Bulgar devlet güvenlik şefi Boyko Borisov örneğini izleyerek Avrupa elitine dahil edilmesi gerektiğini söylüyordu. Ama Batı bunu istemedi. Neden? Başta Almanya olmak üzere Avrupalılar buna hiç de karşı değillerdi ve Rusya’yı Avrupa ekonomik alanına entegre etmek için adımlar atmışlardı. Ancak ABD bunun Avrupa Birliği’ni ve özellikle de Almanya’yı güçlendireceğinden korkuyordu. Dolayısıyla mevcut krizden Batılı elitler de sorumludur.
Eğer Rusya NATO’ya kabul edilmiş olsaydı, bu Amerikalıların konumunu zayıflatacaktı, çünkü muhtemelen çok güçlü silahlı kuvvetlere sahip birkaç ülkeden, yani Türkiye, Rusya, Fransa, Almanya ve İngiltere’den oluşan bir ittifak kurulabilecekti. Amerikalılar bunu engelledi ve ancak bir alternatif de sunmadı. Bu durumdan dolayı Rus elitleri Batı’nın kendilerine ilgi göstermediği, Putin’in ya da Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Sekreteri Patrushev’in ölmesini beklediği ve ardından bir “renkli devrime” öncülük edecek Batı yanlısı yeni bir liderlik kuracağı sonucuna vardı. Bu, Rusya’da Batı’ya boyun eğebilen bir hükümetin iktidara gelmesini sağlayacak bir darbe anlamına geliyordu. Putin ve kendisine en yakın sırdaşları, bunu önleyebilecek bir saldırıyı başlatmaya ve Batı ile Amerikalıları zor durumda bırakacak bir savaşı ateşlemeye karar verdiler.
Putin Ukrayna’ya karşı savaşla Batı’nın altını oymak istiyor çünkü Rusya küresel ekonomik zincirde önemli bir rol oynuyor. Rusya üçüncü büyük titanyum üreticisi, ABD’ye uranyum tedarik ediyordu, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip Venezuela’daki petrolün yüzde 70’ini kendine bağlı şirketler aracılığıyla kontrol ediyor. Avrupa’daki ve aynı zamanda Afrika ülkelerindeki birçok tahıl ithalatı da büyük ölçüde Rusya ve Ukrayna’ya bağımlıdır. Ve Ukrayna yakın zamana kadar Fransız nükleer enerjisinin en büyük uranyum tedarikçisiydi. Putin Ukrayna’da savaşı başlatırken tüm bunları göz önünde bulundurmuştu. Kendisi Çin ile ittifak içinde ve Hindistan’ın ilgili bakışları altında emperyalist çıkarlarını sürdürüyor. Kendisi ayrıca Rusya’nın eylemlerini açıkça kınayan ancak gizlice ellerini ovuşturarak dolar sisteminin ve ABD’nin siyasi hakimiyetinin çöküşünü hayal eden bazı Avrupalı çevrelerle de müttefik.
Rusya’daki komünistler Putin’in halkın çıkarları doğrultusunda hareket ettiğine inanmak isteseler de Putin, emperyalist ilişkiler sisteminde güneşin altında (1) yerini almak isteyen bir grup Rus kapitalistin çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Kendileri en sonunda statülerinin tanınacağına, dünya haritasının ve Avrupa haritasının yeniden çizileceğine, Ukrayna’nın ve Orta Doğu ya da Afrika’daki diğer bazı etki alanlarının yeniden paylaşılacağına inanıyorlar. Rusya, emperyalist merkezlere ait olduğunu iddia ediyor, Batı’nın kontrolünden kaçınıyor – bu durum Rus stratejisinden sorumlu üç kişinin, Putin, Patrushev ve ordu generali ve savunma bakanı Shoigu’nun bilinçli bir kararıdır. Rus emperyalizmi istediği statüye ulaşacak ve Batı bu statüyü tanıyacaktır; medyada kılıç sallayan propagandaya rağmen bu kaçınılmazdır. Daha şimdiden Avrupa’da bu yönde sesler yükselmeye başladı: Josep Borrell, Rusya’nın Çin’in kucağına itilmemesi gerektiği konusunda uyarıda bulundu.
Ancak açıkçası pek çok şey Putin’in ön gördüğü şekilde gitmedi, özellikle de Ukrayna’daki savaşın operasyonel-taktiksel gelişimi. Görünüşe göre Putin, Ukrayna’nın birkaç gün içinde Rus ordusunun şiddeti altında çökeceğini düşünüyordu. Emperyalist Rusya, güçlü Donbass ekonomisi, 60 milyon tonluk devasa tahıl üretimi, beş nükleer santrali ve uranyum yatakları ile zengin olan Ukrayna’nın NATO ve AB üyesi olmasına izin veremezdi.
Konkret: Sizce sadece Rus liderliği için değil, Amerikalılar için de Ukrayna bağımsız bir devlet olmanın aksine, sadece bir toprak parçası değil midir?
Maksim Şevtşenko: Hiç kimse bu ülkenin Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içinde gerçekten egemen bir devlet olarak var olmasını sağlamak için en ufak bir çaba sarf etmemiştir. Batı, modern, açık, iki dilli hatta üç dilli bir devletin inşasına yardımcı olmak yerine milliyetçi duyguları körükledi.
Ukrayna’nın modern devlet yapısı 20. yüzyılda oluşturulmuştur. Kendisi, bölgesel olarak, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra yıkılan imparatorlukların yıkıntılarından yaratılmış bir devletti: Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, daha önce Avusturya-Macaristan’ın bir parçası olan Galiçya ve Volhinya topraklarının nereye dahil olduğu sorunu ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Stalin ve Churchill bu sorunu Polonya voyvodalıklarındaki etnik Ukraynalıları yeniden yerleştirerek çözmeye karar verdi. Ancak şimdi, Macaristan’ın Jobbik partisinden faşistlerin ve Başbakan Viktor Orban’ın hak iddia ettiği Transkarpatya ve Rajon Uşgorod da sorgulanıyor. Kuzey Bukovina’yı geri almakla cilvelenen Romanyalılar ise gergin bir şekilde Macaristan’a doğru bakıyorlar. Ve Polonya aniden Lviv ve Volhinya’nın bir zamanlar Polonyalı olduğunu hatırlıyor.
Konkret: 2004 yılında, ilk Maidan’dan önce, Ukrayna parlamento seçimlerinde Petro Symonenko (Ukrayna Komünist Partisi – KPU) ve Oleksandr Moros’un (Ukrayna Sosyalist Partisi – SPU) başını çektiği güçlü bir komünist ve sosyalist seçim ittifakı vardı. Ancak Moskova Viktor Yanukoviç’in Bölgeler Partisi’ni destekledi. Sol eğilimli bir hükümet olası bir senaryo muydu?
Maksim Şevtşenko: Böyle bir senaryo imkansızdı, çünkü Rus hükümeti temelde şimdi olduğu gibi o dönemde de anti-komünist ve anti-sosyalistti. Ukrayna’da sosyalistler ve solcular iktidara gelseydi, bu Rus hükümeti açısından bir felaket olurdu, çünkü Ukrayna’da sola dönüş kaçınılmaz olarak Rusya’nın zayıflamasına ve sol güçlerin güçlenmesine yol açacaktı ki, bu da Rusya’da otoriter bir diktatörlük kurmuş olan Sovyet sonrası oligarşik bürokrasinin işine gelmiyordu. Rus propagandacıları bir yandan Ukrayna’nın başarısız bir devlet olduğunu iddia ederken, diğer yandan Ukrayna’daki kriminal devlet yapılarını mümkün olan her şekilde teşvik etti.
Bana göre, bu ne yazık ki çok tuhaf değildi, çünkü siyasi olarak Ukrayna, parlamentoyu, İçişleri Bakanlığını, savcılığı ve diğer organları kontrol eden oligarklar ve suç unsurları arasındaki ortak oyunun bir sonucuydu. Ve tüm bunları sorgulayabilecek ve bir toplumsal devrime cesaret edebilecek hiçbir siyasi güç yoktu. 2014 Maidan’ının toplumsal nedenleri vardı, ancak hoşnutsuzluk sağcı güçler tarafından istismar edilirken, sol bu devrimci durumda başarısız kaldı. Farklı suçlu ve yarı-suçlu yapılar arasındaki rekabet bu aşamadan sonra Ukrayna siyasetinde keskinleşti. Bazıları Batı’yla, diğerleri Rusya ve Çin’le olan bir ittifaka bel bağlamıştı ama hepsinin tek amacı sermaye biriktirmekti.
Eğer Rusya savaşı kazanırsa, bir başka emperyalist merkez haline gelecektir. Çünkü bu, emperyal ve yeni sömürgeci emelleri olan ve çıkarlarını nükleer cephaneliğine dayandıran bir ülkenin emperyalist savaşıdır. Bu arada, günümüzde bu tür hırsların yalnızca nükleer silahlarla garanti altına alınması dikkat çekicidir. Küresel güç merkezleri – ABD, Çin ve Rusya – arasında yaşananlar danışıklı dövüş gibi görünüyor. NATO liderliği veya Amerikalılar, NATO’nun hiçbir koşulda Ukrayna’nın durumuna doğrudan müdahale etmeyeceğini, Rusya ile doğrudan bir çatışmadan kaçınmak için savaşa taraf olmadığını defalarca tekrarladılar – bu mesaj Putin’e yönelikti.
“Eğer Zuganov şimdi Putin’i destekliyorsa, bu Lenin’in Çar II. Nicholas´ı desteklemesi gibi bir şeydir”
Batı’nın ihtiyaç duyduğu şey, Çin’in uzantısı olmayan, Avrasya’da az çok bağımsız bir rol oynayan bir Rusya’dır. Putin’i insanlık dışı, ürkütücü ve faşist olarak göstermek, fakat faaliyetlerini yönetilebilir tutmak kesinlikle ABD ve Batı’nın izlediği hedeftir. Bu konuda ne Avrupalılar ne de Amerikalılar onun düşmanıdır – o, onların modeline göre hareket etmekte ve Batılı emperyalist mantığı benimsemektedir. Ne de olsa ABD ve NATO, 1990’lar ve 2000’lerde yürüttükleri savaşlarla ve uluslararası hukuku hiçe saymayla bu Pandora’nın kutusunu açmıştı.
Dolayısıyla, Avrupa’yı ve onun “özgür değerlerini” desteklemek gerektiğini söyleyen solcular, Rusya’yı ve onun “anti-emperyalizmini” desteklemek gerektiğini söyleyen solcular kadar hatalıdır. Solcular ikisini de desteklememelidir.
Konkret: Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin (RFKP) Vladimir Bölge Meclisi’ndeki grubundan 24 Şubat’tan sonraki gelişmeler nedeniyle istifa ettiğinizi açıkladınız.
Maksim Şevtşenko: RFKP önderliği propaganda yoluyla Rus hükümetinin tavrını desteklemektedir. Kendisi Rus hükümetinden halk için sosyal yardım bile talep etmiyor. Komünist Partisinin önderliği, insan hakları ve insan onuruyla alay eden bir tiranlığın kurulmasını desteklemektedir. İnsan onurunu hiçe saymaya çağrı yapan komünistlere bence komünist denemez. Böyle “komünistlerle” hiçbir şekilde ilişkimin olmasını istemiyorum.
Eğer RFKP-Başkanı Genadi Zuganov şimdi Putin’i destekliyorsa, bu Lenin’in Çar II. Nicholas´ı desteklemesi gibi bir şeydir. Bu tür Marksistler geçmiş zamanlar da vardı: Örneğin Georgi Plehanov, Birinci Dünya Savaşı’nı destekliyor ve bir zafer durumunda Rus kapitalizminin özel bir konuma sahip olacağına, bunun da Rus kapitalizminin patlarcasına bir şekilde gelişip, işçi sınıfının büyümesine ve dolayısıyla devrime yol açacağına inanıyordu. Ben, her solcunun kendi ülkesinin hükümetine muhalif olması gerektiğine inanıyorum. Avrupa solu, Avrupa Birliği ve NATO ile dayanışma içinde olmamalıdır. Rusya’da “Savaşa hayır” pankartıyla sokağa çıkmanın yasak olması, Avrupa’da ise birçok siyasetçinin barış hareketi aktivistlerini ve savaş karşıtlarını “Putin’in beşinci kolu” olmakla suçlaması durumun absürtlüğünü ortaya koymaktadır.
Konkret: “Komünizm” kelimesi Rusya’da daha ne kadar geri kalmışlıkla ilişkilendirilecektir?
Maksim Şevtşenko: RFKP kendisini sol bir parti olarak sunan tek siyasi güç olarak kaldığı sürece bu böyle kalacaktır. RFKP uzun zamandır Rus hükümeti tarafından ehlileştirilen bir parti olmuştur. Kendisi şovenist bir güçtür, sadece lideri Zuganov’un “İmparatorluğun Rus Dayanağı” adlı makalesini okuyun. Zuganov burada III. Alexander’in görüşünü, Rusya’nın ordu ve donanmadan başka müttefiki olmadığını aktarıyor. Putin ve Zuganov arasında pek bir fark yoktur, Putin sadece güçlü bir otoriter devletin ortak sermaye için neoliberal tercihlerle birleştirildiği Pinochet modelinin takipçisidir. RFKP ise kendi yorumuna göre Çin devlet kapitalizmine yönelmeyi tercih etmektedir. RFKP liderliği uzun zamandan beri Marksist analizi terk etmiştir ve RFKP kendisini mirasçısı olarak sunan Sovyet mitine göndermelerle bezenmiş ulusal-yurtsever bir güç retoriği izlemektedir.
Konkret: Fakat Rusya’daki sol devrimci gelenek – Aralıkçılar İsyanından(2) Bakunin ve Kropotkin’e, Plehanov ve Lenin’e kadar- gerçekten tamamen kayboldu mu?
Maksim Şevtşenko: Net bir analiz sunan Boris Kagarlitsky ve Rabkor grubunun yanı sıra Grigory Yudin ve Budraitis grubu gibi anarko-sendikalistlerden de bahsetmek gerekir. Özgür Sovyetler konusunda en önemli araştırmacılardan biri olan tarihçi Alexander Shubin’i okumanızı tavsiye ederim. SSCB’nin 1991’de yenilgiye uğraması sadece Soğuk Savaş dış politikası bağlamında önemli değildir. Devlet aygıtını tek bir partinin elinde merkezileştirme konsepti başarısızlıkla sonuçlanmış ve partinin kendisi de bu noktada geçersiz hale düşmüştür. Buna rağmen Ekim Devrimi ve Sovyet Devleti deneyiminin yine de öğretici ve önemli olduğunu düşünüyorum: gelecek zaman konsey demokrasisine ait olacaktır.
(*) Maksim Şevtşenko bir Rus siyasetçi ve yayıncıdır. Ukrayna’daki 2004 başkanlık seçimleri sırasında dönemin Başbakanı Viktor Yanukoviç’in karargahında çalıştı. 2005’ten 2011’e kadar Rus devlet televizyonunda haftalık bir siyasi tartışma programı sunmuştur. 2012-2018 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Sivil Toplum ve İnsan Hakları Konseyi üyesi olarak görev yapmıştır. Şevtşenko 2018 yılında Vladimir bölgesi bölge meclisine komünist milletvekili olarak seçildi. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri saldırısının ardından Şevtşenko milletvekilliğinden istifa etti. Alman medyasından “FAZ” gazetesi onu “emperyal zihniyetli bir gazeteci” olarak nitelendirdi ve “Başkan Putin’in diplomasi için çabalayan Batılı devletlere yönelik gösterici şovu karşısında zafer çığlıkları attığını” belirtti.
(**) Almanya’da aylık olarak çıkan Konkret Dergisi’nin 2022 Temmuz sayısında yayımlandı.
Dipnotlar
(1) 1897’den bu yana, Alman İmparatorluğu giderek artan bir şekilde denizaşırı genişleme politikası izlemişti. Almanya satış pazarları, hammaddeler, ticaret ve deniz üsleri mücadelesinde yer almak ve dünyanın geri kalanıyla rekabet etmek istiyordu. Dışişleri Bakanı Bernhard von Bülow 1897’de “Kimseyi gölgede bırakmak istemiyoruz ama güneşteki yerimizi de talep ediyoruz” demişti. Bu cümle, gelecekteki Alman siyasetin, Almanların dünyanın paylaşımında daha fazla ağırlık kazanma çabasının temsilcisiydi.
(2) https://tr.wikipedia.org/wiki/Aral%C4%B1k%C3%A7%C4%B1lar_%C4%B0syan%C4%B1