fbpx

Yerinden Edilmiş Hafızanın Başkenti: Varşova

Paylaş

Bir kentin hafıza ile kurduğu ilişkiyi sürekli tutan, onu yeniden canlanmaya çağıran mekanlar / sembol binalar vardır. Ama bazen bu mekanlar / sembol binalar alt edilmesi gereken bir hafızanın; yeniden kurucu olma nostaljisinin yaşayanların bilincine çökmüş haliyle nefret, haset ve hınç duygularını dolaşıma sokarak permormatif karşı-hafıza hamlelerinin konusu da olabiliyor.
Varşova Kültür ve Bilim Sarayı da böyle… İkinci Paylaşım Savaşı´ında yerle bir edilmiş Varşova´nın enkazı ve kayıpları üzerinde ta en başından rıza gösterilmemiş bir geleceğe doğru yükselen bir “ Stalin Armağanı “… 1989´dan buyanaysa, Leh tarihselciliği ve Art Deco tarzı muazzam taş işçiliğiyle tarih ve kültür mirası olması gereken bu bina bir “armağan“ dan daha ziyade, “hafıza
restorasyonu“yla onu yavaş yavaş öldürerek lanetlenmiş bir geçmişin öcünü alma performanslarının sergilendiği ibret abidesi bir “Kazık“ muamelesi görüyor.
(…)
Bu, Varşova´ya ilk gelişim değil. Birkaç kez çeşitli vesileler ile gelmiştim.
Aslında “gelmiştim“den daha çok “şöyle bir uğramıştım“ demek daha doğru olur. Ama her uğramanın o kısa zaman aralığında hayata bırakılan işaretleri okurken kentin kimliğine dair farklı izlenimler edinmiştim.
İlki bundan tam dokuz yıl önceydi. Reel sosyalizmin çözülüşünün üzerinden yaklaşık çeyrek asır geçmiş, aylardan Mayıs… Merkezi Tren Garı´ından çıkıp etrafıma merakla bakınırken, gözlerim beni o an Varşova´da olduğumu hissettirecek bir işaret aramıştı. Hani turistik gezilerde, arka planda bir kentle özdeş görkemli yapılar önünde işaret parmağımızla dokunuyor“muş gibi“ yaparak çektirdiğimiz, ama aslında o hileli dokunuşla o görkemden bir marka ayrıcalığı gibi kendimize pay çıkarttığımız fotoğraflar vardır ya ! Ben de zamanın ruhuna uymuş, Polonyalıların önünden geçerken gözlerini kaçırdıkları bu 237 metrelik sembol binanın önünde işaret parmağımın ucunu binanın zirvesiyle dokunma mesafesinde tutarak fotoğraflamıştım o ani. Hayatın akışını bir an olsun kesintiye uğratan o fotoğraf anı, bir markadan daha çok yaşanmış deneyimleri ve arkasında birikmiş hayat hikayeleriyle, benim de tarihim olan bir tarihle aidiyet ilişkisiydi sanki…
Şimdi yeniden Varşova´da; o sembol binanın önündeyim ve aylardan yine Mayıs.. Tesadüf Tanrısı´nın bir sürprizi mi, yoksa hafızama sadakatimden mi nedir, üzerimde yine dokuz yıl önceki montum var… Varşova Kültür ve Bilim
Sarayı da Benjamin ´in Tarih Meleği gibi kanatlarını kapamış, gözlerini ufka değil, ayaklarının dibindeki yıkıntılara dikmiş, yerli yerinde duruyor.

(…)

Polonyalılar, 1955 yılında Sovyet mimar Lev Rudnev´in mimarlığında Sovyetler
Birliğinden getirilen 3500 işçinin 3 yıllık emeğiyle tamamlanan, ilk adı Josef
Stalin Kültür ve Bilim Sarayı olan, içinde sinema, tiyatro yüzme havuzu, kütüphane, müze, enstitülerin yer aldığı, her şeyiyle Sovyetler Birliği ve komünizmi hatırlatan bu yapıyla bir türlü aidiyet ilişkisi kuramamışlar.
Bu ilişkinin kurulamamasının bir nedeni, mimarından çalıştırılan işçilerine, yapının adına kadar her şeyin ”dışarıdan”, Sovyetler Birliği´den bir armağan olarak sunulmasından kaynaklanıyor. Hatta ”armağan” diye Polonyalıların dışarıda tutulması, bir gizem havası, saklanacak bir şeyler olduğu izlenimi yaratmış. Yapıya bir kilometre uzaklıkta bulunan ve Polonya Sosyalist İşçi
Partisi Merkez Komitesi´nin toplantılarını yaptığı binaya bir tünel bağlantısının olduğu, inşaatta çalışırken ölen işçilerin binanın duvarlarına gömüldüğü, yeraltında mahzenler olduğu yönünde çeşitli şehir efsaneleri dolaşıma sokulmuş.
Mahzenlerdeki kedilerin farelerle mi, yoksa başka şeylerle mi ilintili olduğu hususunda da farklı hikayeler var.
Bu aidiyetin sorunun bir başka veçhesi de yapıyı, Polonya ulusunu kendi tarihine yabancılaştıran bir unsur olarak görmeleri… İkinci Paylaşım Savaşı söz konusu olduğunda Varşovalıların aklına 63 gün süren, 17.000 direnişçiyi kaybettikleri, Naziler tarafından kentin tamamen yerle bir edildiği ve sonunda yenildikleri Varşova Anti-faşist direnişi gelir. Bu direnişe, yakınlarda bulunan
Kızıl Ordu´nun kendilerine yardıma geleceği beklentisiyle başlamış Varşovalı direnişçiler. Ama Kızıl Ordu´nun Varşova´ya 20 kilometre mesafede hiç müdahale etmeden direnişin yenilmesini bekleyip daha sonra muzaffer bir edayla kente girdiği bugün Polonya solunu da içine alan en yaygın tarih anlatısı.
Bu çifte mağduriyet hissiyatı bugün hala devam etmekte olan Alman ve Rus fobisinin tarihsel arka planını oluşturuyor.
(…)
Stalin´in ölümünün ardından ilk iş, yapının adından Stalin´i kaldırmak olmuş.
Sosyalist dönem sonrasıysa, Lenin heykelleri gibi boynuna bir halat geçirip yıkmak oldukça maliyetli olduğundan, bu yapıdan ve onun temsil ettiklerinden nasıl kurtulunacağının başka yolları aranmış.
Amerikan Art Deco tarzı bu binanın bir benzeri New York Manhattan´da da var.
Kapitalizme geri dönmüş Polonya´nın finans merkezi olarak Varşova´dan bir
Manhattan yaratmak için yapının çevresine biçimsiz gökdelenler, iş kuleleri, plazalar, hoteller dikilmiş.

“Hiç“ (nonentity) mümkünse, onu var eden sosyal düzen de var olmamış demektir. Kültür ve Bilim sarayı var olmasına hala var. Ama temsil edilemez halde…Görünür olanı görünmez kılarak, arkasında birikmiş hayat hikayelerini önemsizleştirir, onun sembol olarak temsil işlevini de elinden almış olursunuz.
Kültür Sarayı´nı kuşatan ve onun görkemiyle yarışacak yükseklikte dikilen ucube gökdelenler, Varşova´dan bir “Manhattan yaratmak“ çabasından daha ziyade, biçimsizliği görünür kılıp, Kültür Sarayı´nı görünmezleştirmek muradıyla dikilmiş gibi geldi bana…Bu da yetmemiş olacak ki, yapının hemen dibine, onu daha da görünmez kılacak şekilde “Modern Kültür ve Bilim Sarayı“
inşaa ediliyor şimdi.
(…)
Almanya´da Polonyalı iş arkadaşım savaş patlak verdiğinde bana, “ İkinci Dünya savaşından sonra Oberschlesien´i Almanlardan aldık, Ukrayna´yı Ruslara verdik“ demişti. Bu bana, hafıza resterasyonun bir yönünün “unutturana“ hasetlenmek, diğer yönününse kolektif zihinde şanlı bir geçmişin planlanıp yeniden üretilmesi olduğunu hatırlattı. Savaş, Polonya´da bu iki yönün birbiriyle örtüştüğü uygun havayı yaratmış: Bir yandan Sovyet tarihi de dahil, ortak düşman Rusya ve Ruslara lanet ama diğer yandan Ukrayna ile “ kardeşlik ve dayanışma“ performanslarının derinlerinde yatan şanlı Polonya geçmişi ve
“Büyük Abi“ olarak Polonya´nın Ukrayna ile tarihsel bağlarının sürekliliği..
Geceleri rengarenk ışıklandırılan Kültür Sarayı´nın dış yüzeyi de, karşı- hafızanın coşkulu rövanşizminin sahne düzeni sanki; performatif ve gösterisel…
Ki, Kültür Sarayı´nın gece büründüğü görkemin seyri ayrı bir haz verir insana.
Şimdi Saray geceleri tamamiyle Mavi-Sarı Ukrayna bayrağı renkleriyle ışıklandırılıyormuş..
(…)
Kısa kent gezintim bitti, geri dönüyorum. Varşova´da mıyım, yoksa Kiev´de mi, bilmiyorum… Yeniden Kültür Sarayı´nın önündeyim. Hava hafif serinledi ve karanlık çökmek üzere. Birazdan Saray´a sarı ve mavi renkleri giydirecekler…
Montumu gün boyu hiç çıkartmadım… Ve gözlerim, Saray´ın gözleri gibi hızlanan adımlarıma bakıyor…