Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve piyasa liberali Hür Demokratlardan (FDP) oluşan “trafik ışığı koalisyonu”nun ana hatları, intikam hırsıyla girişilecek bir neoliberal restorasyona işaret ediyor. FDP’den yeni maliye bakanı Christian Lindner, ülke içinde ve dışında kemer sıkma politikalarının uygulanması söz konusu olduğunda, korkulan Wolfgang Schäuble’a pabucunu ters giydireceğe benziyor.
Hükümetin kurma sürecine, seçim sırasında farklı çevreler arasındaki düşmanca kültür savaşlarıyla belirgin bir tezat oluşturan dikkat çekici kamusal birlik gösterileri eşlik etti. Bunun sebebi kısmen, özellikle artan sosyal çelişki dönemlerinde Almanların bir huyu olan uzlaşma ve barışma arzusundan kaynaklanıyor.
Kültür savaşları
Ama aynı zamanda Federal Cumhuriyet’in başarı ilkeleri konusunda derin bir fikir birliğine de işaret ediyor. Sosyolog Andreas Reckwitz’in gözlemlediği gibi, eski kitle partilerinin, SPD’nin ve Hıristiyan Demokratların düşüşünün damgasını vurduğu parçalanmış bir parti manzarasının ortasında net bir kazanan vardı: Yeşiller ve FDP’deki sırasıyla sol ve sağ siyasi kanatlarıyla kentsel profesyonel-yönetici sınıfı (PMC). Günümüzün kültür savaşlarının ateşini harlayan kinin, nihayetinde küçük farklılıkların narsisizminden başka bir şey olmadığı kanıtlandı. Bu kültür savaşlarının örttüğü şey, aslında, meritokrasi ve eğitim özlemi gibi temelde (küçük) burjuva değerlere ortak bir bağlılık: Avrupa Projesine bağlılığa yeminli bir siyasi bakış açısı; eğitimin üzücü durumu veya iklim değişikliği gibi sosyal sorunlara teknolojik çözümlerin kucaklanması ve de gelir dağılımında eşitsizliği giderecek tedbirlere tam bir düşmanlık değilse bile görmezden gelme tavrı.
Die Linke’nin yenilgisi
Ancak PMC aynı zamanda, ezici bir çoğunlukla akademisyenler tarafından temsil edilen başka bir partinin arkasındaki itici güç: Die Linke. Parti, küçük düşürücü bir yenilgi yaşadı ve Meclis’teki temsilini ancak kıl payı ile koruyabildi. Artan toplumsal antagonizma ve ekonomik yeniden dağıtım için halkın desteğinin arttığı zamanlarda (örneğin Berlin’deki yerel referandumda barınma sorununda toplumcu çözümlere büyük destek çıkması), demokratik sosyalist bir partinin hayal kırıklığı yaratan performansını nasıl anlamalıyız?
Bazıları bu seçim iflasını, Covid ve performatif solculuk konusunda ana akım sol pozisyona biat etmeyen bir politikacı olan Die Linke’nin Sahra Wagenknecht’ine bağlıyor. Bununla birlikte, sorun onun bölücülüğü değil, partisinin merkez sola karşı uzlaşmacı tutumu (örneğin NATO konusunda) olabilir. Die Linke’nin aldığı pozisyonların çoğunun zaten bir partisi vardı: Çoğunlukla kimlik politikaları ve çevreyle ilgilenen ve ekmek ve adalet meselelerini ihmal eden Yeşiller seçmenlerine yapacağı bir kur yoktu. Yeşiller’in bu meselelerde rakipsiz olduğu ortaya çıktı.
Gençler büyük ölçüde katıldı
Pek çok burjuva demokrasisinde olduğu gibi, seçmen katılımı genellikle en yoksul bölgelerde en düşük seviyede kaldı. Sosyal yardım alanların, son derece cezalandırıcı Hartz IV sisteminin “Bürgergeld” (vatandaş parası) olarak yeniden adlandırılmasından başka muhtemelen devletten bekleyecekleri çok az şey var. Şimdiye kadar, bu değişiklikler, aylık ödemelerdeki yetersiz bir artıştan (ve büyük olasılıkla enflasyonla zaten geri alınacak) ve başvuru sürecini daha az bürokratik hale getirmeye yönelik belirsiz bir taahhütten fazla bir şey ifade etmiyor.
Almanya’nın seçimlere giden yıllarda tanık olduğu “siyaset karşıtı” veya düzene karşı isyanların tezahürleri ne olursa olsun, bunlar yönetici merkez tarafından başarılı bir şekilde kontrol altına alındı. Örneğin, gençlerin yön verdiği devasa Fridays for Future hareketi Yeşil Parti tarafından absorbe edildi. Genç yani ilk kez oy veren seçmenlerin yüksek katılımı bir gösterge sayılacaksa, hareket büyük ölçüde başarılı oldu. Bununla birlikte, koalisyon anlaşmasındaki karbondan arındırma konusunda oldukça iddiasız anlaşmalar, muhtemelen bu idealist, ahlak odaklı seçmenin en azından önemli bir kısmı için kendine gelme uyarısı olacak.
İlk kez oy verenler ödüllendirdi
Yönetici merkezin diğer kanadındaki FDP, özellikle eğitim söz konusu olduğunda, sivil özgürlüklerin şampiyonu olarak poz vererek, Covid-19 pandemisinin giderek daha düzensiz bir şekilde ele alınmasından kaynaklanan yaygın hoşnutsuzluktan yararlanmayı başarmış görünüyor. Parti, okulların kapanmasına şiddetle karşı çıktı ve görünüşe göre ilk kez oy veren seçmenlerin çoğu tarafından ödüllendirildi.
İç içe sarma…
Hangi siyasi yöne evrileceği belli olmayan bu başıboş siyasi etkilerin – örneğin yükselen kiralara karşı halk muhalefeti, çevresel çöküş endişeleri, halk sağlığı önlemlerinden hoşnutsuzluk vb. – merkezci yönetimciliğe bu şekilde kanalize edilmesinde, Alman parlamenter demokrasisinin dikkate değer istikrarını görüyoruz aslında. Parti sistemindeki son dönüşümlere, yani SPD ve CDU/CSU’nun göreli düşüşüne ve Yeşiller ile FDP’nin yükselişine rağmen bu böyle. Alman-İtalyan Marksist siyaset bilimci Johannes Agnoli, bir zamanlar “parlamento dışı muhalefetin incili” olarak bilinen Die Transformation der Demokratie (Demokrasinin Dönüşümü) olarak bilinen 1968 tarihli bir kitabında, tam da çoğulcu agonizm gösterisi yoluyla elit çıkarların genel halk çıkarıymış gibi eylenmesi dediği şeye işaret ediyor. Agnoli buna, “iç içe sarma” (elit çıkarlarını uygun şekilde ambalajlayarak halkın genel çıkarları gibi gösterme) diyordu.
Anayasal yolla pasifleştirme
Agnoli’nin zamanında, bu mekanizma hâlâ ortak bir hedef peşinde koşan rakip kitle partileri ile karakterize oluyordu: toplumsal antagonizmanın, araçların amaç haline geldiği resmi, anayasal bir prosedüre dönüştürülmesi yoluyla pasifleştirilmesi. Bugün, çok daha küçük çevreleri temsil eden zorlu seçim rakipleri, ortak amaçlar doğrultusunda koalisyon hükümetlerinde bir araya gelebilirler. Ancak kültür savaşlarındaki şiddetli rekabetleri ne olursa olsun, benzer sınıf çıkarları, işlerin her zamanki gibi devam etmesini sağlar.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir ilk
Reckwitz, Agnoli’nin anladığı anlamda çoğulculuk ve agonizmin, aynı şeyin daha fazlası olarak değişimin organize edilmesi olduğunu kabul etmek yerine, bunu çoğulluğun bir kazanımı olarak övüyor. Ne de olsa, efsanevi Alman refah devletini tasfiye eden ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yurtdışına asker gönderen 1998-2005 dönemi bir kırmızı-yeşil hükümetti. SPD ve Yeşiller’in seçim başarısı da muhtemelen bugününkine benzer bir değişim arzusu ile gelmişti: Helmut Kohl’un (CDU) şansölyeliği 16 yıl sürmüş (Angela Merkel’in görev süresiyle aynı) ve kendisine giderek sertleştiği ve yeni entegre Doğu Alman federal eyaletlerinin ekonomik geride kalmışlığı gibi acil sorunlarla başa çıkamadığı eleştirisi yapılmıştı. Dolayısıyla Alman kapitalizmini modernize etmek ve euro bölgesindeki hakimiyetini güçlendirmek merkez sol bir hükümete düştü.
Kolektif kapitalist
Alman siyasetinde bu arzulara yanıt vermek için kendi imajını titizlikle ve ustalıkla geliştiren biri varsa, o da Yeşiller Partisi’nden yeni atanan Şansölye Yardımcısı Robert Habeck’tir – tek rakibi beceriksiz ancak başarılı Yeşil meslektaşı ve dış politika şahini Annalena Baerbock olabilir. Habeck, hayatta Alman “kolektif kapitalist”inin (Engels) arketipi olmaktan başka bir amacı olmamasına rağmen, kendisini “entelektüel” ve değeri bilinmeyen bir oyun yazarı olarak sunuyor.
Egemen sınıfın çıkarları!
Gerçekten de, yeni Şansölye Yardımcısı bir keresinde Alman tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Weimar politikacısı Gustav Noske (Komünistleri bastırmak için orduyu gönderen) hakkında bir oyun yazmıştı. Bu oyunda Noske’nin karşılaştığı zor seçimler büyük bir empatiyle inceleniyor. Burada açıkça kendisini meşrulaştırma çabası var: Büyük resmi gören, ancak egemen sınıfın çıkarlarıyla uyumlu olduğu sürece acımasız kararlar almaktan korkmayan hassas bir entelektüel. Ve Habeck, koalisyon müzakerelerini tamamladıktan sonra açıkça duyurduğu gibi, ikinci türden acımasız kararları kesinlikle destekleyecek.
Daha fazla kemer sıkma
O halde, yaklaşmakta olan “ilerici neoliberal” (Nancy Fraser’ın tabiriyle) rejimden beklenen, aynı şeyin biraz daha fazlası; daha fazla (ekolojik bahaneli) kemer sıkma, daha fazla özelleştirme (Deutsche Bahn demiryollarının iyice tasfiyesinde olduğu gibi), yalnızca Euro Bölgesi’nin değil, işçi sınıfının da daha da disipline edilmesi – bunların tümü, kırmızı-yeşil Schröder hükümetinin getirdiği ve Angela Merkel tarafından kendi tevazu damgasını da vurarak memnuniyetle miras alınan ve pragmatik bir şekilde hayata geçirilen reformlar geleneğini takip ediyor.
Kültürel endişe
Son yıllardaki seçim kampanyalarında ve medya söyleminde gençliğin oynadığı önemli rol göz önüne alındığında, Capitalist Realism’in (Kapitalist Gerçekçilik) açılış sayfalarını hatırlamakta fayda var. Burada Mark Fisher, Alfonso Cuarón’un 2006 tarihli Children of Men (Son Umut) filmini tartışıyor ve kısırlık motifini “ya gençler artık sürprizler üretemezlerse?” sorusuyla özetlenebilecek kültürel bir endişe olarak yorumluyor. Almanya örneği temsili ise, “gelecek yalnızca tekrarlama ve yeniden permütasyon barındırır.”
Kaynak:damagemag.com