fbpx

Kapitalizmin yapısal krizi: Üretim fazlası ve eşitsizliğin kökleri – COŞKUN ÖZDEMİR

Paylaş

Kapitalizmin çelişkileri, yeni bir ekonomik ve toplumsal düzenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bilimsel planlamaya dayalı bir sistem, insanlığın ortak refahını sağlama potansiyeline sahip. Bu değişim, teknolojik ve ekonomik bir dönüşümün yanı sıra toplumsal bilinç ve kolektif eylem gerektiriyor. Tarih, değişimin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir; asıl mesele, bu değişimi insanlığın ortak çıkarları doğrultusunda şekillendirmektir.

İnsanlık, tarihinin en üretken çağında yaşıyor. Tarım teknolojileri, otomasyon ve yapay zeka sayesinde küresel gıda üretimi, 10 milyar insanı besleyecek kapasiteye ulaştı (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, 2022). Ancak, Dünya Bankası verilerine göre, 2025 itibarıyla 3,4 milyar insan günde 2,15 dolardan az bir gelirle hayatta kalmaya çalışıyor. Bu, dünya nüfusunun yaklaşık %43’üne tekabül ediyor. Soru şu: Yiyecek bolluğu çağında neden milyarlarca insan açlık çekiyor? Cevap, yiyecek kıtlığında değil, gelir eşitsizliğinde yatıyor. Bu durum, kapitalist ekonomik sistemin yapısal bir kusuru olan üretim fazlası krizini ve bunun sonucunda derinleşen eşitsizlikleri gözler önüne seriyor.

Kapitalizmin üretim fazlası krizi, teknolojik ilerlemenin işçi sınıfı üzerindeki etkileri ve sosyalist planlamanın bu sorunlara sunduğu alternatifler, bilimsel bir perspektiften incelenmeyi hak ediyor. Aynı zamanda, mevcut sistemin sürdürülemezliği ve tarihsel bağlamda kapitalizmin kaçınılmaz çelişkileri, bu tartışmanın temelini oluşturuyor.

Üretim fazlası krizi: Kapitalizmin içindeki çelişki

Kapitalist ekonomiler, kâr odaklı üretim üzerine kuruludur. Ancak, bu sistem, üretim kapasitesinin toplumsal ihtiyaçlarla uyumsuz hale geldiği periyodik krizler üretir. Üretim fazlası krizi, kapitalist piyasaların talepten fazla mal ve hizmet üretmesiyle ortaya çıkar. Bu durum, malların satılamaması, fiyatların düşmesi, şirketlerin iflas etmesi ve işsizliğin artmasıyla sonuçlanır. Karl Marx, Kapital’de bu fenomeni, kapitalizmin temel çelişkisi olarak tanımlamıştı: Üretim araçlarının özel mülkiyeti ile toplumsal üretim arasındaki uyumsuzluk. Örneğin, küresel tarım sektörü her yıl milyonlarca ton gıdayı israf ediyor. Avrupa Birliği’nde her yıl yaklaşık 88 milyon ton gıda çöpe atılıyor (Avrupa Komisyonu, 2023). Bu, yalnızca fiyatları sabit tutmak ve kâr marjlarını korumak için yapılıyor. Aynı anda, Sahra Altı Afrika’da 280 milyon insan yetersiz beslenme ile mücadele ediyor (BM, 2024). Bu çelişki, kapitalizmin kaynak dağıtım mekanizmasının insan ihtiyaçlarına değil, kâr motifine hizmet ettiğini gösteriyor.

Toplumsal ilerleme ve işsizlik

Teknolojik ilerleme, teorik olarak insanlığın refahını artırmalıdır. Ancak kapitalizm altında, otomasyon ve yapay zeka gibi yenilikler genellikle işçi sınıfı aleyhine işler. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO, 2024) tahminlerine göre, otomasyon nedeniyle 2030’a kadar küresel işgücünün %14’ü (yaklaşık 400 milyon işçi) işlerini kaybedebilir. Bir fabrika, bir işçinin işini on kat daha hızlı yapan bir makineye yatırım yaptığında, mantıken ya çalışma saatleri azalır ya da işçilerin geliri artar. Ancak kapitalist sistemde, bu makine genellikle işçilerin yerini alır ve işsizlik yaratır.

Bu durum, teknolojik ilerlemenin potansiyelini toplumun geneline yaymak yerine, küçük bir elit kesimin servetini artırmak için kullanıldığını gösteriyor. Oxfam’ın 2025 raporuna göre, dünyadaki 2.800 milyarder, küresel servetin %13’ünden fazlasına sahip. Bu, dünya nüfusunun sadece %0,000035’inin, geri kalan %99,999965’ten daha fazla servete sahip olduğu anlamına geliyor. Yakın gelecekte, bir trilyonerin ortaya çıkması, mevcut zenginlik yoğunlaşma oranlarıyla matematiksel bir kaçınılmazlık olarak görülüyor.

Piyasa mekanizmasının sınırları

Kapitalizmin savunucuları, Adam Smith’in “görünmez el” metaforuna dayanarak piyasanın kaynakları en verimli şekilde dağıtacağını iddia eder. Ancak bu iddia, gerçek dünyada sık sık çürütülür. 2008 küresel finans krizi, bankaların ve finans kurumlarının “kurtarılması” için trilyonlarca dolar kamu fonunun harcanmasına rağmen, sıradan vatandaşların evlerini kaybetmesiyle sonuçlandı. Benzer şekilde, COVID-19 pandemisi sırasında, zengin ülkeler aşı stoklarken, yoksul ülkeler temel sağlık hizmetlerine erişemedi (Dünya Sağlık Örgütü, 2021).

Piyasa, nötr bir mekanizma değildir. Kapitalizmde piyasa, güç ilişkilerinin bir yansımasıdır ve bu güç, sermaye sahiplerinin elindedir. Örneğin, 2020-2025 yılları arasında, küresel milyarderlerin serveti %60 artarken, dünya genelinde yoksulluk sınırının altında yaşayan insan sayısı 150 milyon kişi arttı (Oxfam, 2025). Bu, piyasanın “adaletli” bir dağıtım aracı olmadığını, aksine eşitsizliği derinleştirdiğini gösteriyor.

Kapitalist krizlerin döngüsel doğası

Kapitalizm, tarihsel olarak periyodik krizlerle tanımlanmıştır. 1929 Büyük Buhranı, 2008 Finans Krizi ve 2020 pandemi kaynaklı ekonomik çöküş, bu döngüsel krizlerin örnekleridir. Her krizde, zenginler varlıklarını artırırken, işçiler işsizlik, yoksulluk ve güvencesizlikle karşı karşıya kalır. Örneğin, 2008 krizinden sonra, batan şirketlerin varlıkları ucuza satın alınarak milyarderlerin serveti katlandı. Bu, kapitalizmin krizleri bir “temizlik” mekanizması olarak kullandığını gösteriyor: Zenginler, krizlerden daha güçlü çıkarken, yoksullar daha da yoksullaşıyor.

Bu döngü, kapitalizmin sürdürülemez olduğunu ortaya koymaktadır. Zenginlik yoğunlaşması, toplumsal gerilimleri artırıyor ve sistemik istikrarsızlığı derinleştiriyor. Örneğin, Gini katsayısı (eşitsizlik ölçüsü) 2025 itibarıyla birçok ülkede 0,4’ün üzerine çıktı; bu, toplumsal huzursuzluk riskinin yüksek olduğu bir seviye (Dünya Bankası, 2025).

Toplumsal planlama:Bilimsel ve sürdürülebilir bir çözüm

Sosyalizm, kapitalizmin yapısal sorunlarına bir yanıt olarak ortaya çıkar ve üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesi ilkesine dayanır. Bu sistem, üretimin kâr yerine toplumsal ihtiyaçlara hizmet etmesini amaçlar. Toplumsal planlama, kaynakların verimli ve akılcı bir şekilde kullanılmasını sağlayarak israfı önler ve üretimi toplumun önceliklerine göre düzenler. Örneğin, kapitalist sistemde yüzlerce farklı diş macunu markası üretmek için kaynaklar harcanırken, toplumsal planlama bu kaynakları sağlık, eğitim veya çevre koruma gibi alanlara yönlendirebilir.

Küba’nın sağlık sistemi, bu yaklaşımın başarısını göstermektedir.Sınırlı kaynaklara rağmen, Küba, kişi başına düşen doktor sayısı ve sağlık hizmetlerine erişim açısından birçok gelişmiş kapitalist ülkeyi geride bırakıyor (Dünya Sağlık Örgütü, 2024). Örneğin, Küba’da her 1000 kişiye 8,4 doktor düşerken, bu oran ABD’de 2,6’dır. Benzer şekilde, toplumsal planlama, teknolojik ilerlemeyi toplumun geneline fayda sağlayacak şekilde kullanabilir. Otomasyon, işçileri işsiz bırakmak yerine, çalışma saatlerini azaltarak yaşam kalitesini artırabilir. Örneğin, bir toplumsal planlama modelinde, yapay zeka destekli üretim sistemleri, temel ihtiyaçların (gıda, barınma, sağlık) evrensel olarak karşılanmasını sağlayacak şekilde optimize edilebilir. Modern teknolojiler, toplumsal planlamayı daha etkili hale getiriyor. Veri analitiği ve yapay zeka, kaynakların ihtiyaçlara göre dağıtımını hassas bir şekilde planlayabilir. Örneğin, küresel gıda üretiminin %30’unun israf edildiği bir dünyada (FAO, 2022), toplumsal planlama bu israfı en aza indirerek açlık sorununu çözebilir. Ayrıca, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, toplumsal planlama ile birleştirildiğinde, hem çevresel sürdürülebilirliği sağlar hem de enerji erişimini demokratikleştirir.

Kapitalizmin sürdürülemezliği

Tarih, adaletsiz sistemlerin kalıcı olmadığını gösteriyor. Antik çağlarda kölelik, ekonomik ve toplumsal yapının temel bir unsuru olarak görülüyordu, ancak toplumsal mücadeleler ve ekonomik değişimler sonucu ortadan kalktı. Orta Çağ’da feodalizm, sarsılmaz bir düzen olarak algılanıyordu, ancak kapitalist üretim ilişkilerinin yükselişiyle yerini yeni bir sisteme bıraktı. Benzer şekilde, kapitalizmin iç çelişkileri –eşitsizlik, üretim fazlası ve çevresel tahribat– onun uzun vadede sürdürülemez olduğunu gösteriyor. Küresel eşitsizlik oranları, çevresel krizler ve teknolojik işsizlik, kapitalizmin mevcut haliyle devam edemeyeceğine işaret etmektedir.

Bilimsel planlamaya dayalı bir gelecek

Kapitalizmin üretim fazlası krizi, teknolojik ilerlemenin işçiler aleyhine kullanılması ve eşitsizliğin derinleşmesi, sistemin yapısal kusurlarını açıkça ortaya koyuyor. Zenginlik, dünya nüfusunun %0,000035’ini oluşturan bir avuç milyarderin elinde yoğunlaşırken, milyarlarca insan temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Örneğin, 2025 itibarıyla, küresel servetin %13’ünden fazlası 2.800 milyardere aitken, 3,4 milyar insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor (Oxfam, 2025). Bu eşitsizlik, yalnızca ekonomiyi değil, aynı zamanda toplumsal ve çevresel krizleri de tetikliyor. İklim değişikliği, kapitalist üretimin çevresel maliyetlerini gözler önüne seriyor: Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC, 2023), mevcut üretim modellerinin devam etmesi durumunda küresel sıcaklık artışının 2°C’yi aşacağını öngörüyor.

Toplumsal planlama, bu sorunlara bilimsel ve veri odaklı bir çözüm sunuyor. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesi, kaynakların akılcı bir şekilde dağıtılması ve teknolojinin insan refahı için kullanılması, eşitsizliği azaltabilir ve sürdürülebilir bir geleceği mümkün kılabilir. Örneğin, yenilenebilir enerjiye geçiş, toplumsal planlama ile birleştirildiğinde hem karbon emisyonlarını azaltabilir hem de enerjiye evrensel erişim sağlayabilir. Küba’nın sağlık sistemi ve Çin’in yüksek hızlı tren ağı gibi örnekler, planlı ekonomilerin toplumsal ihtiyaçlara öncelik verme kapasitesini gösteriyor.

Kapitalizmin çelişkileri, yeni bir ekonomik ve toplumsal düzenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bilimsel planlamaya dayalı bir sistem, insanlığın ortak refahını sağlama potansiyeline sahip. Bu değişim, teknolojik ve ekonomik bir dönüşümün yanı sıra toplumsal bilinç ve kolektif eylem gerektiriyor. Tarih, değişimin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir; asıl mesele, bu değişimi insanlığın ortak çıkarları doğrultusunda şekillendirmektir.

SiyasiHaber