fbpx

Fransa iklim politikası hedeflerinden sapıyor

Paylaş

Fransa’nın karbon emisyonlarındaki düşüş neredeyse durma noktasına geldi. 2025 yılı verileri, Macron yönetiminin sermaye dostu politikalarının iklim krizine karşı etkisiz kaldığını ortaya koyuyor.

Fransa’da çevre politikaları yeniden sorgulanıyor. Ülkenin iklim hedeflerine ulaşmakta ciddi biçimde zorlandığı, Hava Kirliliğini İnceleme Teknik Kurumunun (CITEPA) 4 Temmuz’da açıkladığı verilerle netlik kazandı. 2025 yılı sonunda sera gazı emisyonlarında sadece yüzde 0.8 oranında bir azalma öngörülüyor. Oysa Fransa, Avrupa Birliği’ne (AB) verdiği taahhütler doğrultusunda 2030’a kadar emisyonlarını yüzde 55 oranında azaltmak zorunda. Bu hedefe ulaşmak için yıllık ortalama yüzde 5’lik bir düşüş gerekiyor. Mevcut eğilimle bu hedef hayal.

2023’te enerji krizinin etkisiyle emisyonlar yüzde 6.8 oranında düşerken, 2024’te bu oran yüzde 1.8’e geriledi. 2025 için öngörülen yüzde 0.8’lik oran ise Macron Hükümetinin krizi yönetmekten ziyade ötelediğini gösteriyor. Özellikle enerji ve ulaşım gibi temel sektörlerde ilerleme sağlanamaması, iktidarın büyük şirketlerin kârlarını öncelediğini bir kez daha ortaya koydu.

Ekolojik geçiş iddiası: Yük halkın sırtında

Hükümetin sözde “ekolojik geçiş” politikaları, işçileri ve emekçileri hedef alırken, büyük sanayi grupları için teşvik ve muafiyet anlamına geliyor. Kamu yatırımlarının yetersizliği, sosyal konutların yenilenmemesi, toplu taşımaya gerekli kaynakların aktarılmaması, bu politikaların sınıfsal karakterini açıkça ortaya koyuyor.

Bu tabloya bir de tarım alanındaki yeni düzenlemeler ekleniyor. 2 Temmuz’da Senatoda oylanan ve “Çiftçiliğin önündeki engelleri kaldırma” iddiasıyla hazırlanan Duplomb Yasası, gerçekte küçük çiftçilerin değil büyük ölçekli, sanayiyle entegre olmuş ve çevreye yüksek düzeyde zarar veren tarımsal işletmelerin önünü açıyor. Ülkenin en büyük tarım lobisi FNSEA’nın desteklediği bu yasa, sulamaya dayalı büyük tarla üretimi yapan ya da çevre denetimine tabi hayvancılık tesislerine ayrıcalıklar tanıyarak tarımda da sınıfsal uçurumu derinleştiriyor. Uzmanlara göre bu yasa, kırsal kesimde sermaye yoğun çiftlikleri güçlendirirken, ekolojik yıkımı daha da hızlandıracak adımlardan biri olmaya aday.

Yüksek İklim Konseyinin (HCC) yıllık raporunda, “ekolojik sıçrama” çağrısı yapılırken; bunun sadece teknik bir dönüşüm değil, aynı zamanda toplumsal bir yeniden yapılanma olması gerektiği vurgulandı. Ancak Macron Hükümeti bu uyarılara kulak asmıyor.

Uluslararası alanda sahte çevreci profil

Tüm bu gerçekliğe rağmen, Macron yönetimi uluslararası alanda çevreci bir imaj çizmekten geri durmuyor. Haziran sonunda Fransa’nın ev sahipliğinde düzenlenen Üçüncü Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı sırasında, Macron “Kararlı bir çevre savunucusu” profili çizmeye çalıştı.

Ancak aynı dönemde, Avrupa sermayesi yeni bir çevre ve emek karşıtı hamleye hazırlanıyor. Almanya’da Friedrich Merz’in öncülüğünde, çok uluslu şirketlerin insan hakları ve çevre standartlarına uyumunu zorunlu kılan Avrupa kurumsal sürdürülebilirlik durum tespiti direktifinin (CS3D) askıya alınması ya da tamamen iptal edilmesi gündemde. Bu girişim, çevre ve emek mücadelesi açısından önemli bir geri adım anlamına geliyor. Macron’un tutumu, çevre meselelerinde izlediği çelişkili politikaların bir başka örneği olarak öne çıkıyor.

Aşırı sağ yükselirken iklim krizi derinleşiyor

Fransa’da ekolojik krizin derinleştiği bu dönemde aşırı sağın yükselişi de dikkat çekiyor. Aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) gibi partiler, iklim krizini inkar eden ya da göçmen karşıtı söylemlerle ekolojik çöküşü maniple eden bir yaklaşımı benimsiyor. Uzmanlara göre, iklim politikalarının halktan yana ve adil bir biçimde kurgulanmaması, bu tür gerici akımlara zemin hazırlıyor.

Ekolojik Dönüşüm Bakanı Agnes Pannier-Runacher bile son verileri “çok kötü” olarak yorumlarken, siyasi sorumluluk almaktan kaçındı. Bakan, manipülasyonlara karşı uyarıda bulunsa da, Macron Hükümetinin uyguladığı neoliberal politikalar sorunun kaynağı olmaya devam ediyor. Bakanın manevra alanını daraltan bir diğer faktör ise hükümetin sağ kanadı. Cumhuriyetçiler (LR), kırsal seçmeni kaybetmemek adına çevre politikalarına karşı çıkıyor. Ulusal Birlik (RN) ile birlikte hareket ederek, rüzgar ve güneş enerjisine karşı bir moratoryum getiren öneriyi Meclisten geçirdiler. Bu, sağın ekolojik geçişe karşı oluşturduğu cephenin genişlediğini ve hükümetin çevreci bir çizgi izlemekte zorlandığını gösteriyor.

Çevrecilere baskı artıyor

Öte yandan, çevre mücadelesinin bastırılması da hükümetin kriz yönetiminde başvurduğu araçlardan biri haline geldi. Uluslararası Af Örgütünün 3 Temmuz’da yayımladığı “Gezegeni savundukları için hedef alındılar” başlıklı rapora göre, Fransa, çevre aktivistlerine yönelik baskı konusunda Avrupa’da başı çekiyor. BM’nin Çevre Savunucuları Özel Raportörü Michel Forst’un da vurguladığı gibi, Fransa, polis şiddeti ve yasal baskılarla çevre hareketini hedef alıyor. Raporda, Fransız devletinin çevre savunucularına karşı fiziksel sınırlamalar, hukuki takibatlar ve mali yaptırımlardan oluşan bütünlüklü bir baskı stratejisi uyguladığı belirtiliyor. Af Örgütü, bu yaklaşımın iklim krizine karşı mücadeleyi engellediğini ve dünya genelinde çevre politikalarında bir gerilemeyi beslediğini ifade ediyor.

Bugün yaşanan tıkanma, kapitalist sistemin ekolojik krizi yönetemeyeceğini bir kez daha gösterdi. Özel kârı değil, kamu yararını önceleyen politikalar artık acil bir gereklilik haline gelmiş durumda. Emekçiler için adil, doğa için sürdürülebilir bir gelecek, ancak bu düzene karşı verilecek mücadeleyle kurulabilir.

Kaynak: Evrensel