
“Dayın varsa işin olur” derlerdi Türkiye’de. Torpilin adresi, şekli, hacmi belliydi. Peki ya burası? İsviçre? Adaletin, şeffaflığın, eşitliğin mabedi… Öyle mi?
İsviçre’ye geldiğimde en çok inandığım şeylerden biri “eşitlik”ti. Özellikle devlet karşısında. Dosyan incelenir, kriter varsa kabul alırsın, yoksa reddedilirsin. Ne güzel bir düzen. Ama zamanla anladım. Buradaki eşitsizlik daha sessiz, daha ince, daha kültürlü bir şekilde işliyor. Adı da gayet sempatik: Vitamin B.
İlk duyduğumda gerçek bir vitamin sandım. “Eksikse tamamlayayım” diye düşündüm hatta. Meğer “Beziehung”dan, yani bağlantıdan, tanıdıktan geliyormuş. Sade vatandaşın torpili… Memurun hatırlısı… Müdürün eski sınıf arkadaşı… Bakan yardımcısının yeğeni… Ne fark eder?
Türkiye’de işe girmek için siyasi parti üyeliği gerekiyorsa, burada da doğru insanı tanımak gerekiyor. O kadar.
Sığınmacının başı hep eğik
SEM’in dosya odalarında her şey objektifmiş gibi görünür. Ama dosyana bir memur “sahte”, “yetersiz” notu düştü mü, geçmiş olsun. Artık ne anlatsan boştur. Kendi ülkesinde işkence görmüş olman, gazeteci olman, tehdit alman fark etmez. Çünkü o ilk damga, o ilk önyargı, sana “göçmen filtresi”nden geçirilerek bakılmasına neden olur.
Mesela bir mülteci, kendi çabasıyla dil öğrenir, B2 seviyesine gelir, sonra hayalini kurduğu üniversiteye başvurur. Ama sadece “mülteci” olduğu için reddedilir. Başvuru formunda görünmeyen o görünmez duvar, her yerden çıkar karşısına.
Bern sokaklarında, uzun paltosuyla dolaşan, ince beyaz sakallı bir dayımız olsaydı, belki biz de alırdık bir Vitamin B…
Şeffaflık mı, tanıdık mı?
İsviçre sisteminin en çok övündüğü şey: şeffaflık.
Ama gelin, kanton belediyelerinin personel listelerine bir göz atın.
Hangi soyadı, hangi soyadına ne kadar yakın?
Hangi memur, hangi sendikanın eski yöneticisiyle akraba?
Basel’den Bern’e, Cenevre’den Zürih’e kadar…
Parlamento’ya kadar sızmış bir “kültürel torpil” mekanizması var.
Yasaya değil, yüzüne bakılarak şekillenen bir düzen.
Ve gariptir; bu işleyişin adı torpil değil.
Adı “normal”, adı “doğal”, adı Vitamin B.
Ama mülteciler yalan söylüyor!
Bütün bu bağlantılar meşru kabul edilirken, mülteci için durum tam tersidir.
Onun dili eksik, tanıdığı yok, referansı yok.
O yüzden “yalancı” olmaya çok daha yakındır gözlerinde.
Ülkesinde baskı görmüş olması yetmez.
Burada bir ‘dayısı’ yoksa, inandırıcılığı da yoktur.
Kampta tacize uğrayan bir kadın mülteci düşün. Cesaretini toplayıp polise gider. Ama oturum hakkı olmadığı gerekçesiyle ifadesi bile alınmaz. Adalet sistemi onun varlığını bile tanımamaktadır.
Devletin gözünde Vitamin B eksikliği, bir nevi “inanç eksikliği” gibidir.
Ne kadar haklı olursan ol, sistemin içine girememişsindir.
Gözlüğün kirli, sesin yabancı, cümlen eksiktir.
Bir marketin ekspres kasasında kendi kendine ödeme yaparken sistem uyarı verir. Çünkü tenin esmerdir. Hemen bir görevli gelir, torbanı ve fişini tek tek kontrol eder. Oysa sen sarışın bir İsviçreli olsaydın, üstünde kirli mont bile olsa, kimse sana dokunmazdı.
O yüzden reddin meşrudur.
Çünkü birisi seni tanımıyordur.
Tanıdık yoksa, dosyan yok hükmündedir.
Vitamin B bir İsviçre gerçeğidir.
Belediyede işe girmekte, parlamentoda yükselmekte, kamu kurumuna CV bırakmakta, ev bulmakta, okulda staj kapmakta…
Ve şeffaflık mı?
Bazen sadece doğru kelimeleri, doğru yüzlerle söyleme becerisidir.
Biz burada Vitamin B değil, gerçek bir B harfiyle yaşıyoruz;
Bilinmez, Bekleyen, Bağsız, Bıkkın…
Ama biz buradayız.
Bu dosyaların arkasında insanlar var.
Hikâyeler, yaşamlar ve gerçekler var.
Vitaminle değil, vicdanla bakılması gereken şeyler.