fbpx

Doğa Uyarıyor, Siyaset Susuyor: Arnavutluk’un İklim Krizi – Aycan E. PRIFTI

Paylaş

Arnavutluk, iklim kriziyle yüzleşmek zorunda. Seller, kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve erozyon, ülkenin dört bir yanında giderek daha büyük bir tehdit haline geliyor. Ne yazık ki, doğanın bu acil uyarılarına karşılık, hükümetin verdiği yanıtlar son derece yetersiz kalıyor. Oysa Arnavutluk’un iklim krizi, sadece çevresel değil, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik bir felaketin de habercisi.

1997 ile 2017 arasında yaşanan seller, Shkodra, Tiran, Vlora ve Fier gibi bölgelerde 218 milyon dolarlık hasara yol açtı ve 550.000’den fazla insanı etkiledi. Kuraklık, sıcak hava dalgaları ve erozyon gibi doğal afetlerin sıklığı giderek artarken, devlet bu tehditlere karşı kalıcı çözümler üretmekte zorlanıyor. Bugün Arnavutluk, Avrupa’nın en yüksek kuraklık şiddetini yaşayan ülkelerinden biri. Kıyılarda her yıl yüzlerce hektar toprağın kaybolması, deniz seviyelerinin yükselmesi ve artan yağışlar, sadece doğayı değil, toplumun en kırılgan kesimlerini de tehdit ediyor.

Taahhütler kâğıt üzerinde kalıyor

Kırsalda yaşayanlar, özellikle de kadınlar bu krizden en fazla etkilenen kesimler olarak öne çıkıyor. İklim değişikliği, sadece çevresel değil, aynı zamanda toplumsal eşitsizlikleri de derinleştiriyor. Çocuklar, sağlık sistemleri ve eğitim, doğanın sert yüzüyle her geçen gün daha fazla tehdit altına giriyor. Ancak, tüm bu sorunlara rağmen, hükümetin iklim kriziyle mücadeleye yönelik somut bir stratejisi yok.

2021 yılında Arnavutluk, Paris Anlaşması çerçevesinde sera gazı emisyonlarını %20,9 oranında azaltmayı taahhüt etti. Ancak bu tür taahhütler, yalnızca kâğıt üzerinde kalıyor. İklim değişikliğiyle mücadele, kelimelerle değil, güçlü ve sürdürülebilir eylemlerle olmalıdır. Ne yazık ki, hükümetin sunduğu çözüm önerileri, halkın gerçek ihtiyaçlarından uzak ve kısa vadeli. Bu durum, yalnızca çevresel değil, toplumsal ve ekonomik krizleri de derinleştiriyor.

Dış dayatmalar çözüm değil

Bir diğer sorun, dışardan dayatılan çözüm önerileridir. Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşlar, Arnavutluk’a kendi ideolojik ve ekonomik çıkarlarını dayatırken, yerel gerçeklikler göz ardı ediliyor. Dışarıdan gelen projeler, genellikle yerel ihtiyaçları karşılamaktan çok, büyük uluslararası sermayenin çıkarlarını koruma amacını güdüyor. Bu tür ithal çözümler, iklim krizine karşı gerçek ve kalıcı çözümler sunmak yerine, ülkeyi daha da bağımlı hale getiriyor.

Bunun yanı sıra, çevre suçlarıyla mücadeledeki yetersizlik de dikkat çekici. Yasadışı ağaç kesimi, atık kaçakçılığı ve kirlilik gibi çevreye zarar veren suçlar, ülkede etkili bir şekilde denetlenmiyor. Hükümet, bu suçlarla mücadele etmek için gerekli yasal altyapıyı kurmakta başarısız oluyor. Doğal kaynakların tahrip edilmesi, iklim krizinin etkilerini daha da derinleştiriyor. Doğanın tahribatı, sadece çevresel değil, aynı zamanda toplumsal bir yıkıma yol açıyor.

Birleşmiş Milletler ve benzeri uluslararası kuruluşların desteği, bu mücadelede bir ölçüde önemli olabilir, ancak bu yardımlar çoğu zaman Arnavutluk’un kendi iç dinamiklerinden bağımsız şekilde şekilleniyor. Bu tür dış müdahaleler, genellikle yerel halkın ihtiyaçlarını göz ardı ediyor ve genelde sürdürülebilir çözümler üretmiyor. Arnavutluk’un iklim sorunları, dışardan gelen yardım ve çözümlerle değil, ancak yerel halkın katılımıyla ve yerel aktörlerin kararlarıyla çözülebilir.

Sonuç olarak, Arnavutluk’un iklim kriziyle mücadelesi acil bir meseledir. Ancak bu mücadele, sadece hükümetin doğru politikalar üretmesiyle değil, aynı zamanda halkın bu süreçte aktif bir şekilde yer almasıyla mümkündür. Doğa, uyarısını yapıyor. Şimdi sıra, bu uyarıya kulak vermekte. Nitekim, Arnavutluk’un geleceği, sadece vaatlerle değil, somut eylemlerle şekillenecektir.

11.06.2025