
Bu yıl 25 Kasım’ı kadınların duygularını, bilinçlerini ve bilinçaltlarını anlatan şarkılarla karşılamak istedim. Arzuları, tutkuları, acıları ve öfkeleri ile. Camlarda beklemek yerine kapıyı gösteren: “Arkanı dön ve çık, kapı açık. İstenmiyorsun artık.” Onca yenilişlerden geçip “istenmiyorsun artık” diyebilmek… Bunun nasıl bir güçlenme olduğunu kadınlar bilir.
Kimliğimizden benliğimize, emeğimize, bedenimize dek erkeklerin baskısı ve şiddeti altında yaşıyoruz, şekillendirilmeye çalışıyoruz. Neyse ki tüm bu hallerimizi, yaşadıklarımızı yazıp besteleyerek bizlere ayna olan kadınlar var.
Kanıksanmış, “kader” olarak kabul edilmiş her türlü baskı ve zorbalığa karşı ses çıkaran, öfkeyi ve itirazı aktaran, “bu şarkı tam beni anlatıyor” dediğimiz, duygularımızı ve düşüncelerimizi söze notaya dökmüş şarkılar var.
Mutfakta iş yaparken, sokakta yürürken, iş yerinde çalışırken, bir kitabın sayfalarında kaybolur giderken, otobüste, trende…
Aklımızda ve kalbimizde yer kurmuş, kadından kadına köprü olmuş şarkılarla devam edelim.
Hep aşktan, hep arzudan
Aşkın karaya vurmaya başladığının hissedildiği anlardan biridir gelişleri seyrelten, geciktiren ya da gelmekten vazgeçen sevgiliyi papatya falı bakarak beklenen anlar. Ara ara camlarda bekler bakışlar uzadıkça uzar sokağa doğru. “Bunu yapmamalısın” diye nasihat ederken yakalarsın kendini. Bir zamandır yerinde yeller esiyordur bir an evvel kavuşmak arzusunun. İşten erken çıkmaya çalışmanın, arkadaşlarla buluşmaları kırmanın, her şeyi hesapsızca öteleyip sadece ona koşmanın. Tutku. Arzu. Özlem. Kabına sığmayan can. Akılsızca davranışlar… Düşülen komik durumlar…
Otokontrolsüzlük. Kontrolden çıkmış olmanın hazzı. Onca zamandır baskılarla ağırlaştırılmış bedene aşkın rüzgârının taşıdığı hafifleyiş, kaygı ve özgürlük hissi. Yıllarca kadın bedenine yüklenen ayıp, yasak, ahlak safsatalarının ağırlığını fırlatıp atmanın getirdiği enerji ve hafiflik. Belki o yüzden coşkulu olma haline, kabına sığmamaya hafifmeşreplik denmiştir, kim bilir. Aşk insana hafiflik ve coşku taşıyor. Coşku mu hafifliği davet ediyor, hafiflik mi coşkuyu? Yoksa ikisi beraber mi var olur aşkın yerçekimsiz planetinde…
“Bu ben miyim?” diye diye geçen günler, haftalar, aylar…
Yapılamaz, yasak, sakıncalı olarak kabul edilmiş nice şey aşkın esrik ve yakıcı ikliminde eriyerek akıp gider üzerinden kadının. Evet, yapabilirim, her şey yapılabilir. Güçlü ve duvarları aşabilecek kadar gözü kara olmak zor değil. Aşk sıklıkla bir felakete dönüşse de kadınlar için kimi zaman nasıl sonuçlandığından öte kendisindeki başkaldırıyı, kuralları yıkabilecek gücü keşfetme fırsatıdır. Ailenin, erkeklerin en sert saldırılarını tuzla buz edecek cesaret ve isyanın kaynağı kimi zaman aşk olabilir. Aşığın da aşkın da kontrolünde gelişmez bu durum. Bazen bir bahane gereklidir çevresini saran duvarları yıkmak için. Birçok kadının hayatında bu, aşktır.
Kötü bir oyun olarak evlilik

Evlendirilmiş, evlere hapsedilmiş hayatlar yaşayan kadınlar sadece sevdikleri erkeklerin gelişini beklemiyor camlarda. Maalesef sevmediği, hatta gelmesini istemediği erkekleri bekliyor sıklıkla.
Aysel Gürel’in “O Kadın” şarkısı bu kadınlık durumuna başkaldıran kadını/kadınları anlatır. Bana göre Gürel’in yazdığı şarkılar arasında biriciktir. Evliliğe karşıdır, aşkı ve kadınlık arzularını inkarcı toplumun başından aşağı döküverir. Âşık olarak ya da olmayarak, isteyerek ya da istemeyerek evlenmiş/evlendirilmiş milyonlarca kadının mutsuzluğunu açıklıkla anlatır şarkı. “Bugünkü aklım olsa” diye başlayan cümleler kadınlardan kadınlara evliliğe ve kocalarına dair üstü kapalı itiraflardır. Bir yandan sürdürülen bir yalan, öte yanda içine gizlenmiş arzu ormanı. Kaçıp giden umutlar, uzaklaşan hayaller, eskide kalan aşklar… Anlatılamayanı, dile getirilemeyeni söylemek için kullanılan “Bugünkü aklım olsaydı” cümlesi. Ah koynunda sakla yaşayamadığım hayatı.
Sevgisiz ilişkilerin dile dökümüdür “O Kadın” şarkısı. Bilinçaltına atılmış duyguların… Evlere kapatılarak varlığı yok edilmiş milyonlarca görünmez kadını simgeler “O kadın.”
Aysel’in ve Ayselgillerin reddettiği bu kadınlık durumudur.
Kendisinden görev olarak beklenen kadınlık rolünü oynamayan, sahteliği reddeden, arzularını yitirmeyen, kendisini dizginlemeyen, bu kötü oyunu reddeden “o kadın”laşmayı kabul etmeyen bir kadının isyanı vardır şarkıda. Onun isyan ettiği dayatılan kadınlık halidir. Kuralları erkeklerce yazılan ve kadınların yenilmiş olarak dahil edildikleri oyundur bu. “Hani camlarda bekler de/ Der ki sensiz uyumadım / Ödül bekler bu hünere / Ben o kadın olamadım” Kendisini görmeyen, değer vermeyen erkeğin gönlünü hoş tutma görevi olan, sevmediği halde seviyormuş gibi görünen kadındır. Bu oyunu oynayabilmek bir “hünerdir, kadınlık hüneri.” Bu hüner bin yıllardır kadından kadına geçen mirastır. Üstelik miras bu kadarla sınırlı değildir. “Bölüşmeye bile razı / Ne acı bir kadınlık mirası /Aşk kağıt üstünde yazı” Erkekler hayatın tadını çıkartırken kadınlar bunu sineye çekmeli. Mutsuzluktan kıvranıyorken mutluymuş gibi davranmalı. Sevmiyorken seviyormuş gibi yapmalı. “İçindeki nefret coşar / Yüzü güler gibi koşar”
Tüm bunlar olurken ortada bir oyunbozan vardır. “Ben o kadın olamadım” der Aysel Güler ta en derinlerden, isyankâr ruhu, tutkularına bağlılığı ve kendisine olan saygısı ile.
Evli milyonlarca mutsuz kadının duygusu onun satırlarında taşar, evlerin kilitli kapı ve pencerelerinden kadınları fişleyen sokaklara dökülür. “Başka sevgiliyi düşler /Zordur onca yenilişler.” Ah nasıl zordur insanın içini pul pul döken o yenilişler. Her defasında. Bir kez daha.
Yine de her şeyin üzerine çöken bir tehlikedir “başka bir sevgili düşü.” Kocayı değil başka bir erkeği düşleyen kadın fikri bile erkekleri sarsmaya nasıl yeter? Erkekler için eşi ya da partneri tarafından arzulanmıyor olmaktan, sevilmiyor olmaktan, istenmemekten daha küçük düşürücü ne olabilir? Başkasını düşlemek, başkasına gitmek erkeğin hakkı. Ama ya kadın başkasını düşlerse? Arzularının, düşlerinin ardına takılmayı seçerse? “Ben o kadın olamadım” diye kapıyı çarpıp giderse?
“O kadın” sadece şarkı değil, evli ve mutsuz kadınların bilinçaltını dille getiren duygu manifestosudur.
Mutsuzum mutsuz
Evliyken unutulan, yalnızlık mezarlığına terk edilen diğer kadın Sezen Aksu’nun “Koca Kıçlı” şarkısında çıkıverir karşımıza. Kaç gecedir gelmeyen “sokak süpürgesi” lakaplı kocaya öfkeyle seslenen kadındır o. Huysuz. Haklı. Alttan almayan. Öfkeli. Şişeyi masaya koymuş, evin yolunu şaşıran kocayı bekleyen kadın. Ama ne kadar kızgın olsa da “Eli kolu bağlıdır / Ayrılık yok adetimizde” der. Kim bilir belki o da ödül beklemiştir almayacağını bile bile. Sonunda küfürbaz oluverir, oyunbaz. Hayalleri olan, şarkı söyleyen, resim yapan kadından mutsuz ev kadınına dönüşmüştür. Koca yetmemiş gibi çoluğu çocuğu, ebesi, dedesi, kaynanası, görümcesi, atası. “Yedi ceddi, bütün sülalesi / Çamaşırı, bulaşığı, temizliği / Fazla mesaisi / Oy ben miydim o anacığının bir tanesi?” Dolanıvermiştir kadının ayağına mutsuzluk. “Mutsuzum mutsuz.”
Oynanmak zorunda kalınan rolden duyulan yılgınlık, yorgunluk ve tükenmişlik hali. Onca yıldan sonra elde, avuçta kalanın yalnızlık ve mutsuzluk olması. Kendisinden vazgeçmesi istenen, uysallaştırılan, susturulan kadınlara sanki kendi sorumlulukları yokmuşçasına yaşatılan değersizlik hissi. Hiçbir zaman duyulmayan saygı. Layık görülmeyen sevgi.
Kim çeker, kim dayanabilir böyle bir hayata?
Çok güçlü olmak lazım
Neyse ki bin yıllardır kadından kadına geçen kadınlık mirası sadece itaat etmek değildir. “O Kadın” olmayı kabul etmeyen kadınların da kadınlara aktardığı miras vardır. Güçleniyordur.
Nova Norda’nın sesinden yükselir o miras: “Senle bende bir ayrım göremiyorum / Kalıplara sığamıyorum”
Acıyla uyuşturulan, sessi yok edilen, duygusu yok sayılan, varlığı unutulan kadınlar “Varım” der sakin, tane tane ama kararlı şekilde Norda’nın sesinde. Varım, buradayım. “Rüzgar olup esicem, gökte süzülücem / Şu kısacık hayatı kana kana”… Kendim olarak yaşicam.
Kadınlara tehlikeleri işaret ederek güçlü olmayı önerir yüksek perdeden Pamela. “Artık bitmiş olduğumu düşündünüz hep / Akıl vermekte yarıştınız hep” diye seslenecek çevresindekilere. Hayır demeyi öğretmeyen ailelere öfkelidir. Severken temkinli olmayı haykırır duru sesi ile. “Gerçeklerden uzak düşmüş tüm kanunlar / Evet demeye alışmış kadınlar.” Oysa hayır diyebilmek gerekiyor ve işte bunun için “Çok güçlü ama çok dikkatli olmak lazım.”
Nihayet kadınlar sadece hayır demeyecek, değişecek, çok güçlenerek geri dönecekler. Kalplerini kıranların canını yakarak defteri kapatacaklar. “Şimdi gel de gör beni, bambaşka biri” diyerek meydan okuyacaklar eski sevgiliye. Aşkı erkeklerin arzularına göre şekillenebilecek alan olmaktan çıkartacak kadar güçlenmiş bambaşka kadınlar vardır artık. Arzuları, tutkuları, acıları ve öfkeleri ile. Camlarda beklemek yerine kapıyı gösteren: “Arkanı dön ve çık, kapı açık. İstenmiyorsun artık.”
Onca yenilişlerden geçip “istenmiyorsun artık” diyebilmek… Bunun nasıl bir güçlenme olduğunu kadınlar bilir.
14 Kasım 2024
Kaynak: Kadın İşçi