fbpx

İki kadın, iki ölüm, tek gerçek – Nehir Tandoğan

Paylaş

Bu sabah iki genç kadının ölüm haberini okudum. İkisi de internet fenomeniydi. İkisi de çok gençti. Ve ikisi de bir biçimde hayattan koparıldı.

Biri hakkında kara para aklama iddiaları vardı. Yargı süreci başlamış, ardından kontrollü serbestlik uygulanmıştı. Ama aslında özgür değildi. Çünkü yemek yememe hastalığı –adı ne olursa olsun– bedenle, hayatla ve yaşama arzusuyla bir savaş biçimidir. Uzun bir hastane sürecini reddetmişti. Bu sabah kalbi durdu.

Diğeri ise beşinci kattan düş(ürül)dü. Parantezi özellikle açıyorum. Çünkü bu ülkede bir kadının yüksekten düşmesi çoğunlukla bir “kaza” ya da “intihar” olarak kayıtlara geçerken, ardında kalan hakikat hep eksik kalıyor. Kadınların “düştüğü” değil, sistematik olarak aşağı itildiği bir coğrafyada yaşıyoruz.

Görünürlük ve Ölüm Arasında İnce Bir Çizgi

Bu iki ölümden sonra elim ister istemez Google’a gitti. Bir arama yaptım. Karşıma çıkan haberler zinciri beni irkiltti: Ölen, öldürülen, “düşen”, kaybolan, tükenen bir dolu kadın fenomen… Üstelik sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde. İsimler farklı, öyküler benzer, sonlar aynı: Ölüm.

Bu bir tesadüf değil. Bu, toplumsal bir gerçekliktir. Dijital platformlarda kadınların yaşadığı her trajedi, sistematik erkek şiddetinin, cinsiyetçiliğin ve patriyarkanın dijital çağda aldığı yeni yüzüdür.

Kadın Olmak: Dijitalde de Tehlikede Olmak

Bu kadınların bazıları “şöhret” peşindeydi, bazıları yalnızca sesini duyurmak istiyordu. Kimileri görünür olmayı bir direniş biçimi olarak seçmişti. Ama hepsinin ortak noktası şuydu: Kadın olmaları. Ve görünür oldukları anda şiddete açık hale gelmeleri.

Beni asıl korkutan, bu kadınların nasıl öldüğü değil; ölüme giden yolların ne kadar tanıdık oluşu. Sosyal medyanın toksik doğası, horlayan, yıpratan, teşhirle insanı içi boş bir objeye dönüştüren yapısı, günümüzün görünmeyen şiddet alanlarından biri haline gelmiş durumda. Yüzeyde yalnızca yorumlar, beğeniler ve takipçi sayıları var. Ama derinlerde tehditler, cinsel saldırılar, manipülasyonlar, para karşılığı teklif edilen onursuzluklar ve sistematik yalnızlaştırma yatıyor.

Tüketilebilir Kadınlık

Bu platformlarda kadın olmak; sürekli tartılmak, ölçülmek, etiketlenmek demek. Ahlak bekçileriyle cinsiyetçi kullanıcılar el ele. Sosyal medyada “başarı”nın bedeli çoğu zaman insanlıktan çıkmak oluyor. Genç kadınlar, bedenlerini pazarlamakla ruhlarını korumak arasında sıkışıyor. Bu bir tercih değil, patriarkal dayatma!

Daha da çarpıcı olan şu: Bu kadınların pek çoğu maddi olarak ihtiyaç sahibi değildi. Peki neden bu kadar doyumsuzluk? Belki de asıl soru şu olmalı: Bu erkek egemen düzen, neden özellikle kadınlara asla yeterli olamayacaklarını öğretiyor?

Güzelliğin, gençliğin, popülerliğin bir gün tükeneceğini bilerek; her gün biraz daha fazla soyunmak, biraz daha fazla paylaşmak zorunda bırakılıyorlar. Görünürlük adına kendi varlıklarını pazarlamak zorunda kalıyorlar.

Sanal Platformlar, Gerçek Mezbahalar

Ve en acı olanı: Kadınlar yalnızca görünürlük değil, varlıklarıyla da pazarlanıyor. Bir kadın fenomenin takipçi kitlesi, onu bir insan değil, tüketilebilir bir ürün gibi görüyor. Bu ne demek? Her an satın alınabilir, kullanılabilir, hakaret edilebilir, tehdit edilebilir ve sonunda çöpe atılabilir olmak demek.

Bu düzeni kim kurdu? Sadece algoritmalar mı? Hayır. Bu dijital mezbahayı, kadınların sınırlarını yok sayan, erkek şiddetini romantize eden ve sosyal medyayı denetimsiz bir sömürü alanına çeviren patriarkal politikalar besliyor.

Feminist bir yerden baktığımızda bu ölümlerin hiçbiri “bireysel trajedi” değil; sistematik erkek şiddeti hikayesinin son cümleleridir.

Susmak Değil, Hesap Sorma Zamanı

Artık bu düzenle topyekûn bir hesaplaşma zamanı gelmedi mi?

Sosyal medya sadece bir platform değil, bir mücadele alanı. Ancak bu savaşta kadınlar hep yalnız bırakılıyor. Devletin, platformların ve toplumun bu kadar gevşek ve kayıtsız olduğu bir ortamda her yeni ölüm, çok önceden yazılmış bir senaryonun final sahnesi gibi oluyor. Ve biz her seferinde sadece izliyoruz.

Bugün bir değil, iki değil, çok daha fazla kadını kaybettik. Ama aslında yitirdiğimiz şey çok daha büyük: Kadınların güvende yaşama hakkı. Gerçek görünürlük, gerçek özgürlük, gerçek eşitlik, gerçek insanlık.

Ve evet, bu da bir feminist çağrıdır: Artık susmak değil, hesap sormak zamanıdır.