fbpx

Aynı Dili Konuş(a)mamak – Rabia Baldemir

Paylaş

Mesele, ortak yerde ve ortak dilde buluşmak değil; ortak farklılıklarımızı da buluşturabilmektir. Farklılıklar bir araya gelmemize engel değil. Çünkü mesele, dilin ötesinde bir yerde duruyor. Mesele sadece anlatmak değil, aynı zamanda dinleyebilmektir. Dinlemek, yalnızca ne söylendiğiyle değil, nasıl dinlediğimizle ilgilidir

Doğanın İçinde Sessizlik ve Sözcükler

Kısa bir tatil için Lugano’daydım. İsviçre’nin güneyinde, İtalya sınırına çok yakın, göl kenarında huzurlu bir şehir. Baharın kokusu havada, manolyalar, mor salkımlar… Doğa her gün biraz daha tomurcuklanarak uyanıyor. Kuşlar sabah şarkılarını söylüyor, göl ise dinginliğiyle akıyor. Bu müthiş doğanın içinde, kelimeler hâlâ insanın en büyük gereksinimlerinden biri olarak yerini koruyor.

Diller Farklı, Anlayış Ortak

Aynı gün, yan tarafımıza birileri yerleşti. Aramızda buzlu cam vardı; görünmeyen ama hissedilen bir duvar gibi. Görüntü yoktu, ama sesler net bir şekilde duyuluyordu. Hemen ardından tanıdık selamlaşmalar yükseldi: “Buongiorno”, “Guten Morgen”… Farklı dillerde ama aynı anlamda söylenen sözler. Kadın Almanca, adam Fransızca konuşuyordu; her gün uğrayan bir diğeri ise İtalyanca selam veriyordu. Bir araya geldiklerinde herkes kendi dilinde konuşuyor, ama yine de hepsi birbirini anlıyordu.

Birbirini Anlamanın Sırrı: Dinlemek

Sonraki selamlaşmamızda öğrendim ki, onlar sadece tatilde değillerdi. Çalışmak için bir aradaydılar. Kelimelerle yol alan hikâye anlatıcılarıydılar. Daha doğrusu, anlatılarına yer açmaya çalışanlardı. Herkes kendine ait bir dilde konuşuyor ama birbirlerini anlıyorlardı. Çünkü mesele dil değil, dinlemekteydi. Gerçek dinleme ise, kendini başkasının anlatısına açabilmektir.

Sesler, Sessizlik ve Anlam

Her sabah biz kahvaltımızı yaparken, farklı dillerin ahengi duyuluyordu. Akşam döndüğümüzde ise onları aynı noktada buluyorduk: hikâyelere dalmış bir şekilde. Ortak bir şey vardı orada: Sesin ve dinlemenin arasındaki mesafe. Düşünsenize, insan bir anlığına sadece dinlemeye karar verseydi, ne olurdu? Kendi sesine değil, karşısındakinin sesine yer açmak ne kadar mümkün olurdu?

Aynı Dili Konuşmak Yetmiyor

Çünkü biz, çoğu zaman aynı dili konuşmamıza rağmen birbirimizi anlamıyoruz. Anlamadığımız için de sık sık cevap verme ihtiyacı hissediyoruz. Birinin sözüne nereden dahil olacağımızı düşünüyoruz. “Benim de başıma geldi.” “Ben de şöyle düşünüyorum.” “Yanlış anlama ama anlamak için soruyorum…” Niyet sorgulamak ya da anlam yüklemekten bahsetmiyorum bile. Söylediğimizi duymayan içimizdeki sesi dinlemeye çalışıyoruz. Şüphesiz bu da bir yetenek, ama bu hâliyle bir anlatı hiç başlamadan kayboluyor. Karşımızdaki yalnızca bizden bir parça almış oluyor. Biz onu dinlemiyoruz, o da bizi. Oysa bazen sadece birinin kendi dünyasında var olmasına izin vermek gerekir.

Varoluşsal Bir Çağrı: Duyulmak

Ne çok insandan duyuyoruz: “Kimse kimseyi dinlemiyor.” Oysa bu sözler, aslında bir varoluşsal çağrıdır: “Beni duy, ben buradayım.” Çünkü insan, sesini duyuramadığında kendini sorgulamaya başlar. Duyulmak, görülmekle eşdeğerdir.

Ama biz, çoğu zaman anlamak için değil, yalnızca cevap vermek için dinliyoruz. Bu da empatiyi ortadan kaldıran bir tutumdur. Birine cevap verirken, onunla ilgili duyduğumuzu kendimize çeviriyoruz. Gerçek bir dinlemeden kaçıyoruz. Hatta hiç yaşamadığımız tecrübeler üzerinden, karşımızdakine kendimizi daha iyi göstermek istiyoruz.

Ortaklık Değil, Ortak Farklılıklar

Mesele, ortak yerde ve ortak dilde buluşmak değil; ortak farklılıklarımızı da buluşturabilmektir. Farklılıklar bir araya gelmemize engel değil. Çünkü mesele, dilin ötesinde bir yerde duruyor. Mesele sadece anlatmak değil, aynı zamanda dinleyebilmektir. Dinlemek, yalnızca ne söylendiğiyle değil, nasıl dinlediğimizle ilgilidir.

Gündelik Hayatta Yüzeysel İlişkiler

Günlük ilişkilerde de durum çok farklı değil. Çoğu sohbet, içi boş nezaket cümlelerinin ardında gizleniyor. “Nasılsın?” sorusu bile cevabı beklenmeden başka bir konuya geçiyor. Dinlemek, bir yük halini alıyor. Çünkü gerçekten dinlemek, karşındakine alan açmak demek. Oysa çoğu zaman bu alanı paylaşmak istemiyoruz. Söz hakkını vermiyoruz, hatta çoğu zaman çalıyoruz. Bu yüzden ilişkiler yüzeyde kalıyor. Konuşmalar bir oyalanmaya, zaman kaybına dönüşüyor. O derin bağ; dikkat ve sessizlikle kurulan o şey, artık giderek yitiyor.

Yalnızlığın Sessiz Çığlığı

Belki de bu yüzden herkes yalnızlıktan muzdarip. Herkes bir şeyler anlatıyor, ama kimse dinlemiyor. Herkesin bir hikâyesi var, ama sesini duyan yok. Bunu fark ettiğimizde, “anlamak” ile “anlaşılmak” arasındaki farkı bir kez daha göreceğiz. Ve belki de, bu yüzden birbirimizi doğru dinleyebileceğimiz bir alan kurmamız gerektiğini anlayacağız.

Gaste Avrupa