fbpx

Feminist mücadele ve mülteci kadınlar – Rabia Baldemir

Paylaş

Feminist hareketin gerçekten kapsayıcı ve dönüştürücü olabilmesi için, mülteci kadınların yalnızca desteklenen değil, mücadeleyi şekillendiren, öncülük eden aktörler olarak da tanınması gerekiyor. Sınırların, kimliklerin ve statülerin ötesinde, mülteci kadınların mücadelesi feminist hareketin ayrılmaz bir parçasıdır ve ancak ortak bir mücadele ve dayanışma ile büyüyebilir.

Kadın mücadelesi, dünyanın her yerinde patriyarkaya, sömürüye ve şiddete karşı bir direniş olarak varlığını sürdürüyor. Ancak bu mücadelenin içinde yer alan kadınlar, aynı yolları aynı koşullarda yürümüyor. Hele ki mülteci bir kadınsanız, kimliğiniz, diliniz, hukuki statünüz ve yaşadığınız coğrafya, feminist mücadelenizi bambaşka zorluklarla şekillendiriyor.

Göç yollarına düşen, sınır politikalarına takılan, iltica süreçlerinde ayrımcılığa maruz kalan kadınlar için mücadele, sadece erkek egemen sisteme karşı değil aynı zamanda sığındıkları ülkelerde karşılaştıkları ırkçılığa, dışlanmaya ve feminist hareketin içinde dahi hissedilen hiyerarşilere karşı da direnmek anlamına geliyor.

Avrupa’da hâkim feminist söylem içinde sıklıkla görünmez kalan bu deneyim, aslında küresel feminist hareketin en büyük sınavlarından biri. Bugün feminizmin gündemi genellikle hukuki reformlar, ücret eşitliği, temsiliyet gibi başlıklarla şekillenirken, mülteci kadınlar için mücadele, sınırları aşma, iltica hakkı, sığınma evlerine erişim ve şiddet gördüklerinde sınır dışı edilme korkusuyla yaşama gibi çok daha yaşamsal meselelere odaklanıyor. İşte tam da bu noktada, feminist hareket içindeki ayrışmalar, güç dinamikleri ve kapsayıcılık sorunları belirginleşiyor.

“Kurtarıcılar” ve “kurtarılacaklar”

Ortadoğu’dan, Afrika’dan veya dünyanın başka savaş, baskı ve kriz bölgelerinden gelen kadınlar, sadece bir ülkeden diğerine geçmiyor aynı zamanda kimliklerinin yeniden tanımlandığı, bazen de ellerinden alındığı bir sürece giriyorlar. Sığındıkları ülkelerde, geldikleri yerin kültürel kodları içinde hapsediliyor ya da entegrasyon adına geçmişleri silinmeye çalışılıyor.

Kendi toplumlarının ataerkil baskısına direnen kadınlar, göç ettikleri yerde de oryantalist ve kurtarıcı bir bakış açısıyla karşılaşıyor. Mücadele eden, politize olmuş, örgütlü mülteci kadınlar yerine, edilgen, mağdur, “kurtarılması gereken” figürler üzerinden kurulan bir anlatı, onların kendi sözlerini ve mücadele biçimlerini görünmez kılıyor. Oysa mülteci kadınlar sadece şiddet, savaş mağduru değil, aynı zamanda göç yollarında, mülteci kamplarında, sığındıkları ülkelerde, geldikleri ülkelerde örgütlenen, direnen ve mücadele eden baş aktörlerdir.

Kim konuşuyor?

Feminist hareketin içinde de önemli bir ayrım burada ortaya çıkıyor: Kim konuşuyor? Kimin sesi duyuluyor? Kimin deneyimi merkeze alınıyor? Mülteci kadınların yaşadığı sorunlar çoğu zaman ancak Avrupalı feminist örgütler tarafından dile getirildiğinde görünür hale geliyor. Mültecilerin kendilerinin inşa ettiği mücadele alanları, teorik çerçevelerin dışında bırakılıyor ya da yalnızca bir “yardım” perspektifiyle ele alınıyor.

Feminist hareket içindeki dil, sosyal statü ve kimlik hiyerarşisi, mülteci kadınların seslerinin duyulmasının önündeki en büyük engellerden biri. Çoğu feminist tartışma akademik bir çerçevede, hâkim diller üzerinden yürütüldüğünden mülteci kadınlar, bu tartışmalara doğrudan katılamıyor ve feminist hareket içinde hep “dışarıdan” oldukları algısıyla karşı karşıya kalıyorlar.

“Yetersiz”

Buna ek olarak, eğitim meselesi de feminist hareket içindeki ayrımlardan biri. Mülteci kadınlar, sığındıkları ülkelerde çoğu zaman eğitimsiz ya da “yetersiz” görülüyor. Oysa birçok mülteci kadın, kendi ülkelerinde akademisyen, öğretmen, gazeteci, siyasetçi ya da aktivist olarak zaten mücadele içinde olan insanlar. Ancak diplomaları geçerli sayılmadığında, çalışma izni verilmediğinde veya dil yetersizliklerinden dolayı akademik ve entelektüel alanlardan dışlandıklarında, bu birikimlerini kullanamaz hale geliyorlar.

Kaldı ki feminist mücadele vermek için diploma mı gerekiyor? Bir diplomaya, akademik hikayeye sahip olmayan pek çok kadın feminist mücadelenin en ön saflarında yer alıyor, eylem alanlarında başı çekiyorlar. Ancak feminist mücadeleyi özümseyen bu kadınlar zaman zaman yok sayılıyor.

Mülteci kadınların mücadelesi

Bugün dünya feminist hareketi için en kritik meselelerden biri, mültecilik politikalarına karşı nasıl bir tutum alındığıdır. Savaşlardan, siyasi baskılardan, ekonomik krizlerden, erkek şiddetinden, dinsel, mezhepsel baskılardan kaçan kadınların iltica süreçleri toplumsal cinsiyet temelinde ele alınmadığında, onlar için güvenli sığınma hakkı ortadan kalkıyor. Örneğin, birçok ülkede mülteci kadınlar iltica süreçlerinde toplumsal cinsiyet temelli şiddeti kanıtlamak zorunda bırakılıyor; tecavüz, zorla evlendirilme, sünnet, namus cinayeti gibi tehditler hâlâ yeterli iltica sebebi olarak görülmüyor.

Dahası, göçmen ve mülteci kadınlar için şiddet sadece geldikleri ülkelerde yaşadıkları bir olgu değil, göç yollarında, sınır geçişlerinde, mülteci kamplarında ve hatta sığındıkları ülkelerde devam eden bir gerçeklik. Avrupa’da ve diğer birçok bölgede mülteci kadınların çalışabileceği işlerin çoğu güvencesiz, düşük ücretli ve sömürüye açık sektörler. Çoğu zaman ev işçiliği, bakım emeği gibi işlerde çalışmaya mahkûm edilen mülteci kadınlar, iş yerlerinde cinsel taciz, mobbing ve ayrımcılığa maruz kalıyor.

Bütün bunlara rağmen, mültecilik ve sınır politikaları hâlâ feminist hareket içinde yeterince güçlü bir gündem oluşturmuyor. Kadın mücadelesi, sınır politikalarının ve mülteci karşıtı yasaların kadınlar üzerindeki etkilerini doğrudan hedef almadıkça, bu mücadele eksik kalacak. Feminist hareketin gerçekten kapsayıcı olabilmesi için mülteci kadınları özne olarak tanıması, dil bariyerlerini aşması ve mülteci karşıtı yasalarla doğrudan mücadele etmeleri gerekiyor.

Son olarak, feminist hareketin gerçekten kapsayıcı ve dönüştürücü olabilmesi için, mülteci kadınların yalnızca desteklenen değil, mücadeleyi şekillendiren, öncülük eden aktörler olarak tanınması gerekiyor. Feminist dayanışma, farklı deneyimlerin ve seslerin bir araya geldiği, birbirini güçlendirdiği bir alan olmalı. Sınırların, kimliklerin ve statülerin ötesinde, mülteci kadınların mücadelesi feminist hareketin ayrılmaz bir parçasıdır ve ancak ortak bir mücadele ve dayanışma ile büyüyebilir. Çünkü eşitlik ve özgürlük, herkes için güvence altına alınmadığında, kimse gerçekten özgür olamaz.

11.03.2025