
Depremde yıkılan binalarla ilgili davalar ağır ilerliyor. Delil toplama sürecindeki eksiklikler ve davaların büyük kısmında kamu görevlilerinin yargılanmaması sorumluluk zincirini tartışmalı hale getiriyor
6 Şubat 2023’te gerçekleşen Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden iki yıl geçti. Resmi verilere göre 53 bin 725 insanın hayatını kaybettiği, 107 bin 213 insanın yaralandığı, 518 bin 9 binanın ağır hasar aldığı veya yıkıldığı depremde oluşan zarar ile ilgili yürütülen soruşturmalar devam ediyor.
Ancak bu soruşturmaların ne kadar etkin olduğuna ilişkin tartışmalar var.
Yüksek sayıda ölüm ve yaralanmaya rağmen sınırlı sayıda soruşturma ve ceza davası açıldığına işaret eden uzmanlar, delil toplamada yaşanan sorunlara dikkat çekiyor. Davaların büyük kısmında kamu görevlilerinin sanık olarak yer almaması da sorumluluk zincirinin tam olarak ortaya çıkarılıp çıkarılmayacağına dair soru işaretlerine neden oluyor.
“Çok ciddi sorunlar var”
DW Türkçe’ye konuşan İstanbul Bilgi Üniversitesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adem Sözüer, depremlerde meydana gelen yüksek sayıdaki ölüm yaralanma ve yıkımlarda sorumluluğu olanların belirlenip yargılanması bakımından çok ciddi sorunlar olduğuna işaret ediyor.
Sözüer, “Öncelikle on binlerce kayıp ve yıkımların büyüklüğü dikkate alındığında zaten çok büyük sorunlar içeren mevcut yargı düzeninde, binalardaki yıkımda etkili olan sebeplerin belirlenmesi, delillerin toplanması, sorumluların tespiti ve davaların açılarak yargılamaların makul sürede gerçekleştirilmesi mümkün değil” diyor.
1999 depremine zaman aşımı
Bunun mümkün olmadığının 17 Ağustos 1999 depreminden dolayı yapılan yargılamalarda görüldüğüne işaret eden Sözüer, 17 Ağustos depreminde resmi rakamlara göre 17 bin 408 kişinin hayatını kaybettiğini, 112 bin 724 binanın yıkıldığını veya ağır hasar aldığını, buna karşın açılan 2 bin 100 kadar ceza davasında 110 davanın mahkûmiyetle sonuçlandığını ve tek bir kişinin, Veli Göçer’in yüksek hapis cezası aldığını ve cezasının infaz edildiğini aktarıyor. Sözüer, birçok davanın ise zamanaşımına uğradığını ifade ediyor.
Benzer durumun depremlerle ilgili diğer davalarda da söz konusu olduğunu belirten Sözüer, örneğin 2011 Van’daki deprem sonrası artçı depremde yıkılan Bayram Oteli davasının bugün hala devam ettiğini hatırlatıyor. Bu olayda kamu görevlilerinin ceza sorumluluğu ile ilgili soruşturma izni verilmediğini ekliyor.
“Temel sebep imar kurallarına aykırı yapılaşma”
Depremlerdeki büyük yıkımların temel sebebinin imar kurallarına aykırı yapılaşma olduğunu belirten Sözüer, hükümet veya yerel yönetimlerdeki kamu görevlilerinin bu tür yapılaşmayı önlemekle yükümlü olduğunu, yetkililer görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmeseler böyle büyük çaplı kuralsız bir yapılaşma olamayacağını vurguluyor.
“Ama siyasi ve idari yetkililer, denetim görevleri yerine getirmedikleri gibi kuralsız yapılaşmadan dolayı çeşitli türden haksız çıkarlar elde etmektedirler” diyen Sözüer, imara açılmaması gereken yerlerin imara açıldığına, bina yapımı süreçlerinde denetimlerin gereği gibi yapılmadığına, kurala aykırı yapılan binaların yıkılmadığına dikkat çekiyor.
Sözüer, “Sonuçta ise siyasi iktidarlar işlenmesine göz yumdukları suçların üzerini örtmek için bir yandan imar afları çıkarmakta diğer yandan sorumlu kamu görevlilerinin yargılanmasını önleyerek bir anlamda onları da affetmektedirler” diyerek ekliyor: “Böyle bir düzende kurala aykırı yapılaşma, ölüm ve yıkımlardaki görevlerini yapmayan hükümetlerin, etkili bir soruşturma, delil toplama ve adil yargılama ve cezalandırma ile etkin infaz için elbette bir çaba göstermezler.”
“Deliller gerektiği gibi toplanmadı”
DW Türkçe’ye konuşan Diyarbakır Baro Başkanı Abdülkadir Güleç de depremde yıkılan binalarla ilgili Diyarbakır’da devam eden ceza davalarında hiçbir kamu görevlisinin yargılanıp ceza almadığını söylüyor.
Delillerin gerektiği gibi toplanıp muhafaza edilmediğini, bina enkazlarının tüm deliller toplanmadan kaldırıldığını söyleyen Güleç, baro olarak savcılığa sundukları dilekçelerde bina enkazlarından numuneler alınarak delillerin muhafaza altına alınması, numune alınmadan enkaz kaldırma işlemlerinin yapılmaması, enkaz kaldırma işlemlerine başlanmış ise durdurulması talebinde bulunduklarını, ancak buna rağmen pek çok binada gerekli işlemlerin yapılmadığını aktarıyor.
Güleç, örneğin bir binaya ilişkin bilirkişi raporunda bina enkazı kaldırılmış olduğundan kolon kesme iddiasına ilişkin bir değerlendirme yapılmayacağına ilişkin tespit yapıldığını söylüyor.
Abdülkadir Güleç, yine binanın yapım aşamasına ilgili kurumlar tarafından yeterli ve gerekli denetimler yapılmadığını sözlerine ekliyor.
Şeffaf veri paylaşımı yok
Hukukçulara göre 6 Şubat depremleriyle ilgili soruşturma ve davalara ilişkin şeffaflık problemi sorunların doğru tespiti önünde problem oluşturuyor. Yetkililer tarafından sağlıklı bir veri paylaşımının olmadığına dikkat çekiliyor.
Kamuya açık kaynaklardan ulaşılabilen bilgilere göre 6 Şubat depremlerine ilişkin toplamda 2.031 soruşturma dosyası oluşturuldu. Bunların 1.491’i hakkında iddianame hazırlanarak kamu davası açıldı. Şu ana kadar 149 dosya karara bağlandı ve 1.342 davada 1.850 sanığın yargılanmasına devam edildi. Ancak Adalet Bakanlığı son rakamlarla ilgili resmi bir açıklama yapmadı.
CHP Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Gökhan Günaydın, dün Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Günaydın, Bakanlığa “6 Şubat depremlerine ilişkin açılan soruşturmalardan kaçına kovuşturmaya yer yoktur kararı verildiğini, henüz yakalanamamış kaç sanık bulunduğunu, açılan davalarda, binayı inşa eden, projesini çizen, inşasını yapan müteahhit dışında binaların yapımına izin veren kaç kamu görevlisi yargılanacağını, yargılamaların başlangıcından bugüne iddianamesi hazırlanmamış kaç dosya bulunduğunu” sordu.
“Mağdurların haklarını etkin korumak imkansız”
Ciddi bir çaba gösterildiği takdirde bakanlık ve yerel yönetimlerdeki çok sayıda kamu görevlisinin sorumluluğunun ortaya çıkacağına işaret eden Prof. Dr. Adem Sözüer’e göre yine bu nedenle, depremlerle ilgili soruşturma ve davalara ilişkin gerçek bilgilere ulaşmak da mümkün değil.
Sözüer, “Şayet bir sorunla ilgili olarak devlet kurumları şeffaf şekilde veri ve bilgi paylaşmıyorsa, o sorunun çözümünde ilerleme kaydetmek ve asgari düzeyde adaleti sağlamak mümkün değildir” diyor.
Sözüer, örneğin kadına yönelik şiddet veya infaz kurumlarıyla ilgili bilimsel çalışmalarla ilgili olarak Adalet ve İçişleri Bakanlıklarından yıllarca veri talep etmelerine rağmen bu taleplerinin her seferinde reddedildiğini söylüyor ve bilimsel araştırma olmadan bu sorunların nedenlerini ve çözüm yollarını bulmanın mümkün olmadığını vurguluyor.
“Bu nedenle hemen her gün kadın cinayetlerinin işlenmesi ve ceza infaz kurumlarını aşırı şekilde doldurup aflarla boşaltılması sürer gider” diyen Sözüer, ekliyor:
“Üzülerek ifade etmek gerekir ki, 6 Şubat depremlerinde meydana gelen ölüm, yaralanma ve yıkımlardan dolayı, açılan ceza davalarında geçmişte olduğu gibi çok sınırlı sayıda kişinin ceza sorumluluğuna gidilebilecektir. Çünkü asıl faillerin ortaya çıkmasını istemeyen bir büyük bir kamu gücü var, bu güç karşısında mağdurların haklarını etkin olarak korumak şu an imkansız.”
“Davası açılmayan çok sayıda bina var”
DW Türkçe’ye konuşan Hatay Barosu’ndan Avukat Ecevit Alkan ise Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın verilerine göre, kentte 3.500’den fazla binada can kaybı yaşandığını, ancak bu binalarla ilgili açılan dava sayısının henüz bu rakama ulaşmadığını belirterek “Bu, davaya dönüşmemiş çok sayıda dosya olduğu anlamına geliyor. Davası açılmayan çok sayıda bina var” diyor.
Alkan’a göre, açılan davalarda da yargılamalar uzun sürüyor. Bilirkişi raporlarının yenilendiğini, delillerin tartışıldığını ve sanıkların kendilerini savunduğunu aktaran Alkan, “Ancak karar aşamasına gelen dosya sayısı çok az. Süreç uzadıkça kamuoyunun ilgisi azalıyor ve bu da insanlarda sorumluların ceza almayacağı yönünde bir algı yaratıyor” ifadelerini kullanıyor.
Öte yandan, yargılamaların yalnızca müteahhitler, inşaat mühendisleri ve yapı denetim firmalarının çalışanlarıyla sınırlı kaldığını söyleyen Alkan, “Kamu görevlileri henüz yargılanmaya başlamadı. Oysa bu büyük bir suç ortaklığı var. Belediyelerden izin alınmadan inşaat yapılması mümkün değil. Hatay Valiliği’nin onayıyla yapılan köy yerleşimleri de dahil olmak üzere kamu idaresinin tüm süreçlerde sorumluluğu var” diye konuşuyor.
“Soruşturmalar dahi başlamadı”
Ancak, bu kişilerin yargılanabilmesi için İçişleri Bakanlığı ve valilik gibi idari mercilerin izin vermesi gerektiğini belirten Alkan, “Henüz o izinler verilmedi. Dolayısıyla kamu görevlileriyle ilgili soruşturmalar dahi başlamadı” diyor.
Kamu görevlilerinin ilerleyen süreçte yargılanıp yargılanmayacağına ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Alkan, zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğunu hatırlatarak, “Bu süreç boyunca yargılamadan kaçabilecekler mi, ya da bu arada bir af çıkar mı? Türkiye’de şu an genel af tartışmaları var. Eğer böyle bir karar alınırsa, zaten hepsi otomatik olarak faydalanacak” şeklinde konuşuyor.
Tek sorumluluk inşaat mühendisinin mi?
DW Türkçe’ye konuşan İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Nusret Suna da yargılama süreçlerinde adil olmayan uygulamaların bulunduğu ve bilirkişi raporlarında teknik hatalar yapıldığı görüşünde.
Meslek odası olarak, 6 Şubat depreminin yol açtığı yıkımdan sorumlu olan herkesin adalet önüne çıkarılması gerektiğini savunduklarını belirten Suna, yıkımın sorumluluğunun meslektaşlarının üzerine yıkılıp gerçek sorumluların gizlenmesi çabalarına itiraz ettiklerini vurguluyor.
Üniversitelerden bilirkişi raporlarının çok kısa sürede tamamlanmasının istendiğini belirten Suna, ancak bir binanın neden yıkıldığını tespit etmenin son derece zor olduğunu, hızlı ve yüzeysel incelemelerle sağlıklı sonuçlara ulaşılamayacağını anlatıyor. Üniversitelere gönderilen yüzlerce dosyanın, bugünün teknolojisi kullanılarak incelendiğini ifade eden Suna, özellikle 1975 ve öncesi yönetmeliklere göre yapılan yapıların, günümüz mühendislik programlarıyla analiz edilmesinin yanlış olduğunu savunuyor.
O dönemlerde hesaplamaların ampirik yöntemlerle yapıldığını, bilgisayar teknolojisinin yaygın olmadığını anlatan Suna, birkaç eksik donatının tespit edilmesi üzerine mühendislerin asli kusurlu ilan edilerek tutuklandığını, bunun büyük bir adaletsizliğe yol açtığını ifade ediyor.
“Ülkedeki riskli yapı stokunu bütün kamu kurumları biliyordu, ancak gerekli önlemler alınmadı. Siyasi otorite 20 yıl boyunca hiçbir adım atmazken riskli bölgelere inşaat izinleri verildi, imar aflarıyla risk daha da büyütüldü” diyen Suna, buna karşın kamu yöneticilerinin yargılanmadığını, tüm suçun mühendislere yüklenmek istendiğini söylüyor.
“Adaleti sağlamak değişimle mümkün”
Prof. Dr. Adem Sözüer’e göre adaletin mağdurlar için de sağlanması için kamu gücünün etkin olarak kullanılmasına yönelik bir değişim olursa, adaleti sağlamak, yaraları sarmak ve zararları bir ölçüde gidermek mümkün.
Her alandan farklı bilim insanlarıyla Adalet Peşinde Aileleri Platformu gibi çok sayıda girişimle değişim ve hukukun deprem davalarında da egemen olması için uğraş verdiklerini anlatan Adem Sözüer, mağdur ailelerin hem yaslarını tutup hem de yaşadıkları travmalarla baş etmek için uğraşırken diğer yandan, ceza davalarını, idari davaları ve tazminat davalarını takip ettiklerini söylüyor. Sözüer, bu nedenle başka pek çok güçlükler içinde yeni bir hayat kurmaya çalışan deprem mağdurları için özel bir kanun çıkarılıp her açıdan özel olarak ve karşılıksız desteklenmeleri gerektiğini düşünüyor.
Sözüer, “Umut sivil toplumun daha güçlenmesi ve etkin olmasında” diyor.
Kaynak: DW Türkçe