
Siyasetten uzaklaşan toplumlar, faşist diktatörlükler ve kapitalist sistemler tarafından kolayca manipüle edilebilir. Halkı siyasetten uzaklaştırmak, bu sistemlerin temel stratejilerinden biridir.
Dünya insanlığı, kapitalizmin bir başka özgünlüğünden geçiyor. Yaşadığımız son iktisadi ve siyasi gelişmeleri, küresel değişimlerden ayrı değerlendirerek analiz etmek, bilimsel olarak hatalıdır. Bu yaklaşım, eşyanın tabiatına aykırıdır. Elbette her ülkenin kendine özgü dinamikleri vardır, ancak bu özgünlükler hiçbir zaman evrensel güçlerin yerel üzerindeki etkilerini tamamen ortadan kaldıramaz. Bu bağlamda, dünden bugüne dünyada ve Türkiye’de yaşanan tüm olayları, ülkelerin kendine has özelliklerini göz önünde bulundurarak, küresel değişimlerin ışığında ele almak gerekir.
Küresel kapitalizmin krizi artarak ve derinleşerek devam ediyor. Yakın gelecekte bu krizi atlatabilecek koşullar da görünmüyor. Kapitalizm, kendi krizini geçici olarak bertaraf edebilmek için dünya ölçeğinde yeni krizler yaratıyor ve ömrünü bu şekilde uzatmaya çalışıyor. Bugün dünya çapında yaşanan savaşlar ve krizler, bu bağlamda değerlendirilmelidir. Kapitalizmin bu stratejisinin toplumsal yaşam üzerindeki etkileri ise hukuk dışılık, ahlaksızlık, vicdansızlık, adaletsizlik, insan onurunun hiçe sayılması, kişiliksizlik, onursuzluk, provokasyonlar ve biat kültürü gibi olumsuzluklarla karşımıza çıkıyor. Bireyden topluma, toplumdan devlete, hatta partiler arası ve parti içi ilişkilere kadar sosyal yaşamın her alanında bu çürüme etkisini gösteriyor.
Kriz derinleştikçe, siyaset de daha fazla kirleniyor. İstifalar, tehditler, partiler arası gizli görüşmeler, rant peşinde koşanlar, provokasyonlar, şantajlar ve yalanlar, siyaset sahnesini belirler hale geliyor. Tüm bu çürümenin “piyasada” alıcı bulması ise işin en düşündürücü yanı. Türkiye’de ve dünyada bu durumun nesnel koşulları var.
Devlet mafyalaştı
Siyaset artık yalan ve talanla eş anlamlı hale geldi. Siyaset kirlendi, çürüdü ve koktu. Toplumun bir kısmı bu çürüklüğe uyum sağlarken, önemli bir kesim de siyasetten uzaklaşıyor. Ancak siyasetten uzaklaşmak çözüm değil, aksine sorunların derinleşmesine yol açıyor. Çünkü siyasetten uzaklaşan toplumlar, faşist diktatörlükler ve kapitalist sistemler tarafından kolayca manipüle edilebilir. Halkı siyasetten uzaklaştırmak, bu sistemlerin temel stratejilerinden biridir.
Siyaset kirlendikçe, toplumun diğer kurumları da bu kirlilikten nasibini alıyor:
- Adalet ve hukuk kurumları kirlendi, çürüdü ve mafyalaştı.
- Eğitim sistemi yozlaştı ve niteliksizleşti.
- Sağlık sektörü, ticari kaygılarla dolup taşarak insani değerlerden uzaklaştı.
- Bürokrasi yozlaşma ve mafyalaşma girdabına sürüklendi.
- Toplumun kendisi, çürümenin doğrudan mağduru oldu ve mafyaların ayak takımı haline geldi.
Ancak unutulmamalıdır ki, yediğimiz her lokmada, aldığımız her nefeste siyaset vardır. Siyasete kayıtsız kalmak, halkların kendi iradelerini ellerinden bırakması anlamına gelir. Bu nedenle, siyasete sahip çıkmalı, siyaseti kirletenlere karşı ortak bir mücadele vermeli ve bu çürümüş düzeni değiştirmek için çaba göstermeliyiz. Yalanları, talanı ve yozlaşmayı ortaya çıkarmalı, sorumluları tecrit etmeliyiz.
İşçi Sınıfı Nerede?
Bütün bu kirlilik karşısında, işçi sınıfı ve onun örgütleri nerededir? Onlar ne yapmaktadır? Bu sorular bugün her zamankinden daha önemlidir. Toplumun omurgası olan işçi sınıfının, bu yozlaşmaya ve çürümeye karşı güçlü bir direnç sergilemesi gerekiyor. Ancak örgütlü bir işçi sınıfı olmadan, bu çürüme karşısında başarı elde etmek mümkün değil.
Bugün hepimize düşen görev, siyasetten kaçmak değil, siyasete daha sıkı sarılmak ve çürümüş yapıları değiştirmek için mücadele etmektir. Siyaseti yeniden ahlaki, vicdani ve insani bir zemine oturtmak hepimizin sorumluluğudur. Bunun için dayanışmayı ve örgütlü mücadeleyi büyütmekten başka bir çare yoktur.
14.01.2025