Avrupa ülkelerinde nüfus politikalarından aileye, göçmen politikalarından LGBTİ+ karşıtı uygulamalara, ücretli ücretsiz kadın emeğinin sömürüsüne dek daha zor bir sürecin başlayacağını öngörmek kehanet olmayacak.
Avrupa Birliği üyesi 27 ülke 6 – 9 Haziran 2024 tarihleri arasında Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için oy kullandı. Sonuçlar hoş olmadığı gibi sürpriz de olmadı. Sandıklardan çıkan sonuçlara göre çoğunluk merkez sağ partilerde kaldı. Aşırı sağ diye kast edilen faşist/ırkçı partilerin yükselişi sürüyor. Bir süredir Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde hızla yükselen, hatta tehlike boyutlarına ulaşan faşist/ırkçı partiler AP seçiminden güçlenerek çıktı.
İktidarda olan kimi partiler oy kaybetti. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Belçika Başbakanı Alexander De Croo’un partileri bunlardandı. Macron erken seçim hamlesini yaptı, Alexander De Croo istifa etti.
Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesi göçmenler için tehlike anlamına geliyor. Ayrıca “Tek sorun aşırı sağın güçlenmesi mi?” diye sormak da gerekiyor. Çünkü uzun yıllardır Avrupa ülkeleri insan hakları, özgürlükler konusunda kazanımlara sırtını dönmüş durumda. Yakın ilişkiler içinde oldukları ülkelerde yaşanan insan hakları karşıtı antidemokratik uygulamaları görmezden geldikleri de cabası.
Aynı şekilde kimi sol partilerin de merkez sağ ve sağ politikaların yatağında akması sadece solu zayıflatmadı, aşırı sağın güçlenmesine gıda oldu. Özellikle Avrupa’nın hemen yanı başında süren Ukrayna savaşı Avrupa halkları için önemli bir tehlike ve gelecek için belirsizlik anlamı taşıyor. Halkın savaş değil barış dediği yerde Yeşiller Partisi gibi partilerin merkez sağ partilerin yanında savaşa destek vermesi başta gençler (özellikle genç erkekler) olmak üzere farklı kesimleri radikal arayışlara itiyor.
Savaşın yanı sıra göçmenler, sığınmacılar gibi oturum hakkına sahip milyonlarca insanın Avrupa’da olması da sorun olarak gösterilmeye çalışılıyor. Faşizm bu zeminde yükseliyor.
Kapitalizmin yönetme krizi yaşadığı dönemlerde başvurulan faşist rejim seçeneğinin sermaye tarafından tıpkı 1930’larda olduğu gibi yeniden desteklenmesi uzak ihtimal değil.
Çalışanların yoksullaştırıldığı, yaşlanmanın sorun olarak görüldüğü, insanca yaşlılığın bir hayale dönüştürüldüğü, emeklilik yaşının yükseltilmeye çalışıldığı, çalışma koşullarının zorlaştırıldığı, işsizliğin ve ucuz göçmen emeğinin karşı karşıya getirildiği Avrupa’da “Yabancılar dışarıya!” demenin vakti geldi diye düşünenler ellerini ovuşturmaya başlıyor olabilir.
Yoksulluk, işsizlik çemberinden çıkamayan milyonların zapt edilemeyen öfkesini aktaracak kanal olarak gösterilen “yabancıların” önemli kısmı yıllardır Avrupa’da çalışıp mal mülk sahibi olmuş insanlar.
Sermaye göründü
Almanya’da son yıllarda gündemden düşmeyen konular arasında faşist Almanya için Alternatif Parti’nin (AFD) önlenemeyen(!) yükselişi var.
25 Kasım 2023 tarihinde Berlin yakınlarında bulunan Potsdam’da AFD’nin yaptığı gizli bir toplantı basına yansıdı. Katılanlar arasında milyarderler, Hristiyan Demokrat Partide (CDU) yer alan aşırı sağcı siyasetçiler, neo-Naziler, avukatlar, doktorlar, politikacılar var. Toplantıda “tersine göç” başlığı altında sığınmacılar, oturma hakkına sahip olanlar, asimile olmamış Alman vatandaşlarının Afrika’da bir ülkeye gönderilmesi konuşulmuş.
Birkaç ay önce medyaya İngiltere’nin benzer sığınmacı politikası yansımıştı. İngiltere’nin sığınmacıları para karşılığında Afrika ülkesi Ruanda’ya gönderme planı Avam kamarasında Nisan 2024’te onaylandı. Hatta Ruanda’ya gönderilen göçmenlerin bir kısmının Avrupa’nın göçmen deposu olan Türkiye’ye getirilmesi tepkiyle karşılandı ama AKP Avrupa için göçmenler konusunda can simidi olmaktan vazgeçmiyor.
AFD’nin yaptığı gizli toplantı Almanya’da protestolarla karşılandı. Çünkü süreç İkinci Dünya Savaşı’na doğru giden Nazi Almanya’sını anımsatıyor. Almanya Başbakanı Olaf Schloz katıldığı eylemde “Ben burada demokrasi için hem eski hem de yeni faşizme karşı çıkan binlerce Potsdamlıdan biri olarak bulunuyorum” dedi.
Kadın ve LGBTİ+’lar için zorlayıcı politikalar
İtalya gibi faşist partilerin iktidarda olduğu Avrupa ülkelerinde kazanılan haklar ve kadın düşmanı politikalar için adım atmaya başlandı bile. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni “Avrupa’nın düşük doğum oranlarına ciddi cevap vermesi gerekiyor” diyerek konuyu sadece ülkesinde değil, Avrupa ülkelerinde de gündem yapma gayreti içinde. Bu açıklamaya rağmen kadınlar Fransa’da kürtajı anayasal hak olarak kabul ettirdi ama mesela kadın düşmanlığında öne çıkan Macaristan’da kürtaja ulaşım zorlaştırılmaya devam ediyor.
Tüm dünyaya taşıyıcı anneliği evrensel suç haline dönüştüren yasalar yapma çağırısında bulunan Meloni kadınların özgürlüğü yerine aileyi savunmakta ısrarcı. LGBTİ+’ların hayatlarını zora sokan politikaların destekçisi de olan Meloni LGBTİ+ çiftlerin çocuk sahibi olmasına karşıtlığı ile bilinmekte.
Homofobi ve aileyi koruma tutkusu Fransa’daki faşist Le Pen için de geçerli. Özellikle “kadınları korumak” söylemi kullanılarak yürütülmeye çalışılan cinsiyetçi politikaların sahibi Le Pen’e karşı şüpheler ve eleştiriler de mevcut. Fransa’da feminist hareketin varlığı ve kadınların sokaklarda patriyarkaya karşı sürdürdüğü direniş, İtalya’da eşcinsellere karşı karar alan belediyeye geri adım attırılması kuşkusuz önemli.
Ancak aynı zamanda Fransa’da da göçmenlerin dışarı edilmesini öneren yasalar onaylandı. Göçmenlerin bir kısmı aynı zamanda kadınlardan ve LGBTİ+’lardan oluşuyor. Bu yasaların en büyük zorluğunu bu kesimler yaşayacak.
Kısacası Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ırkçılık, cinsiyetçilik, nefret politikaları güçlü çıktı. Seçimin kazananı merkez sağ ve aşırı sağ oldu.
Bundan sonraki süreçte bu gücü arkasına alacak olan iktidarlar kapitalizm ve patriyarka arasındaki bağları daha sıkılaştırma gayretine düşecek. Nüfus politikalarından aileye, göçmen politikalarından LGBTİ+ karşıtı uygulamalara, ücretli ücretsiz kadın emeğinin sömürüsüne dek daha zor bir sürecin başlayacağını öngörmek kehanet olmayacak.
Tüm bu olumsuz gelişmelere karşı Avrupa kıtasında demokratik, sol-sosyalist, feminist mücadeleler direnişler olmayacak mı sorusunun cevabı sokaklarda verilecek. Ulusal bir hatta yönelen, oradan faşizme doğru evrilmeye çalışan sermayeye karşı enternasyonalizmi savunan ve bunu güçlendiren sosyalist hat, aileye-dinciliğe-muhafazakarlaşmaya karşı eşitlik ve özgürlüğü savunan feminist politika, nefrete karşı gökkuşağı diyen, doğaya saygı temelinde iklim politikalarından vazgeçmeyen yenilenmiş bir mücadelenin örülmesi Avrupa ve cümle alem için elzem. Aksi takdirde gelmesi muhtemel tehlike büyük ve tüm dünyanın sorunu olma potansiyeline sahip.
Kaynak: Kadın İşçi