fbpx

Demirtaş savunmasını tamamladı: ‘Çözüm süreci tekrar yaşanacaksa taraflar güvence altına alınmalı’

Paylaş

Kobanê Davası’nda savunmasına devam eden Eski HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, “Ders çıkardık” diyerek çözüm süreci mesajı verdi: Süreci bozan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Tekrar çözüm süreci yaşanacaksa taraflar güvence altına alınmalıdır.

IŞİD’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası, Selahattin Demirtaş’ın savunmasıyla devam etti.

Duruşma başlamadan önce SEGBİS ile bağlanan eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Demirtaş’a başsağlığında bulundu. Taziyeyi teşekkür ederek kabul eden Demirtaş “Çok teşekkür ederim. Sen nasılsın?” diyerek diğer katılımcı ve izleyicilerle selamlaştı.

‘ÖCALAN’A SAYIN DEMEK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDADIR’

Demirtaş, savunmasında şunları söyledi:

“Bugün kalan fezlekelere ilişkin savunmalarıma devam edeceğim. Fezleke sırası değil kronolojik bir sıralama planladım. Bu fezlekelerden birinde ‘billboardlardaki ‘Kürtçe ifadeler’ yasaklanmış buna ilişkin basın açıklamasındaki konuşmalarım konu olmuş. Bu afiş ve basın açıklaması Abdullah Öcalan’ın Newroz mektubu ve Kürtçe üzerinden savcı ‘suçu ve suçluyu övmek’ üzerinden suçlamış. (Abdullah Öcalan’ın Kürt halk önderi olması demem üzerinden) Bunu olmadığını ve illiyet bağını da araştırmamış. Eğer savcı Abdullah Öcalan’ın Kürt halk önderi olması ile ilgili bir sorun varsa bunun yeri mahkeme değil, başka (düzlemlerde) tartışılabilir. (Örnekler vererek) Mafya liderleri tahliye edildikten sonra MHP binalarına gitmesi ya da Topal Osman’ı övmek ‘suçu ve suçluyu’ övmek olarak nitelendirilmiş mi?

Mesela İngilizce’de sayın dememek ayıp. Benim yurtdışındaki konuşmalarımda Öcalan bile desem ‘Mr. Öcalan’ yazıyorlar. Dilin kendisinde var. Sayınlık değil de hitap olarak. Bizim Öcalan’a Sayın Öcalan dememiz savcının konu edeceği bir şey değil, olamaz. Benimser ya da benimsemez o da davanın konusu değildir. Kenan Evren için ‘Sayın, muhterem Kenan Evren’ desek suç mu olacak? Bunun konu edilmesi Kürt sorununa olan yaklaşımdır. Travmadır. Özgüveni olan devlet bununla mı uğraşır? Tamamı ifade özgürlüğü kapsamındadır. (Kanunda da diyor) Şiddet övgüsü yok, şiddet sonucu yok ama propaganda deniyor. Bunu hazırlayan hakim savcılar bilmiyor mu? Biliyor, yargılanmak istenen iradedir.

‘ABDULLAH ÖCALAN KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE BİR AKTÖRDÜR’

Bizim bu konuda görüşümüz nettir. Kafası karışık olan devletin kendisi, parlamentosudur. Bizim (nazarımızda) Abdullah Öcalan, Kürt sorunun çözümünde bir aktördür. Katılan katılmayan, sayın diyen demeyen de özgürdür. (Kastı -hakaret olarak- aşmayacak) şekilde eleştirilere de açığız.

‘KÜRT OLDUĞUMUZ İÇİN YARGILANIYORUZ’

Duyuyorum birileri diyor ki ‘Demirtaş Kürt, Kürdistan demeye başlamış. Dikkatinizi çekerim kaç yıllık konuşmalarından yargılanıyorum. Ben bunları yeni söylemedim. Azerbaycan değil Kürdistan dediğim için yargılanıyorum. Yoksa ben Soma Katliamı ile ilgili de konuşmuşum, çok da sert eleştirmişim neden onlardan yargılanmıyoruz. Savunmamın başından beri dediğim gibi Kürt olduğumuz için, savunduğumuz için yargılanıyoruz.

Çözüm sürecinde birçok siyasetçi (Bülent Arınç gibi iktidardaki ya da iktidara yakın isimleri kastederek) Abdullah Öcalan dedi. Hatta överek bahsetti. Şimdi isimlerini de anmayacağım. Ben meşruiyeti onların ve onların söylemleri üzerinden kurmam.

‘O ‘W’ KOLAY KAZANILMADI’

Tarihi tutanaklara kayıt olsun diye söylüyorum. SEGBİS dökümünü hazırlayacak arkadaşa söylüyorum; ben Newroz derken ‘W’ ile söylüyorum. Kürtçe olarak. ‘Nevroz/Nevruz’ olarak geçtiğini görüyorum. Biz Newroz dediğimiz için yargılanıyoruz. O ‘W’ kolay kazanılmadı. Tarihi tutanaklara kayıt olsun diye söylüyorum.

(Demirtaş Newroz konuşmalarına ilişkin davaya konulan suçlamaların olduğu fezlekeyi okudu)

Savcıya göre ben ‘örgüt propagandası olacak şekilde zafer işareti’ yapmışım. Ben de merak ediyorum ‘örgüt propagandası olacak şekilde zafer işareti’ nasıl yapılıyormuş da ben yapmışım. Savcı, benim emniyet müdürü, polis komiseri olduğumu düşünmüş oluyor ki benim neden kitleyi dağıtmadığımı konu etmiş. Bir siyasetçi olarak bu sorumluluğu savcı hangi yetki ile bana yığıyor.

‘MAZLUM DOĞAN’I ANANLARI DEĞİL, İŞKENCE EDENLERİ YARGILASINLAR’

Savcı niyet okuyarak benim Mazlum Doğan’ı -işkenceler karşı bedenini yakarak protesto etmiş bir kişiyi- insanlık onuru adına anmamı suç sanmış. O zaman ben de niyet okuyarak söylediklerimin aksini savunmayı suç diyeyim. Mazlum Doğan’ın işkenceye karşı direnmesinin saygıdeğer olduğunu söylemem suçsa bunun tersini savunmak; işkenceyi savunmaktır, Esat Oktay’ı savunmaktır. Esat Oktay’ı anmak suç olmuyor da Karakoçanlı işkenceler karşı protesto eden bir genci savunmak mı suç? Diyarbakır Cezaevi’ni şimdi müze yapacağız diyorlar. (Hafıza mitini böyle diri tutacaklar) Gültan Kışanak da, Miroğlu da Altan Tan’ın babası da o cezaevinde kaldı. Eğer geçmiş ile yüzleşilecek ise Mazlum Doğan’ ananları değil, işkence edenleri yargılasınlar.

Vali ile el ele mangalın üstünden atlasaydım yargılanmazdım. Ben Nevruz’u kutlasam yargılanmazdım. (Ben o ‘W’ ile yazılan ) Newroz’u kutladığım için yargılanıyorum.”

Demirtaş fezlekelere konulan konuşmalarından birinin Mazlum Doğan’ın memleketi olan Karakoçan’da gerçekleşen basın açıklaması olduğunu belirterek devam etti.

“Siyasi olarak birileri eleştirebilir. Hakaret etmemek, linç etmemek, tutuklamamak şartıyla tartışabiliriz. Bizi -siyaset yapmamızı- engelleyenler ağa çıkmamızı mı istiyorlar, anlamıyorum.

Buradan partimizin dediği özgüvenini göstermek içinde çağrı yapmış olayım. Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli, Meral Akşener, Ümit Özdağ kim varsa bir canlı yayında buluşalım. Koşullar eşit olsun. Televizyonlar yayınlansın. Biz düşündüklerimizi anlatalım. İddia ediyorum yayının sonunda herkesi demokratik özerkliği, bizim çektiğimiz acıları anlar.

‘BİZ ENGELLENMESEK ORTALARDA KÜRDÜM DİYE DOLAŞMAYIZ’

Bir müddet televizyonlarda bunları anlattık. Türkiye biraz nefes aldı. Yanıbaşındaki komşusunun 100 yıldır zulüm gördüğünü 4-5 yıl içinde öğrenen insanlar oldu. İnkılap kitaplarında anlatılmamış. Medya görmemiş. Biz engellenmesek ortalarda Kürdüm Kürdüm diye dolaşmayız. Hep Kürt sorununu konuşuyorsunuz diyorlar, hayır diğer-dertlerimiz- konuştuklarımıza dava açılmıyor onları duymuyorsunuz. Hakim ve savcılar lütfen bizim ekoloji çalışmalarımıza (konuşmalarımıza) dava açın onlar da görünür olsun.

‘TİCARET YAPARKEN KÜRTÇE KONUŞURKEN SORUN YOK’

Buradan Irak sınırına gidip Kürdistan Federal Bölgesi ile ticaret yaparlar, hepsi resmi. ‘Kürdistan Federal Bölgesi’ ibaresi ve bayrağı var antetli kağıtlarda. Altlarında yazar da kendi imzalarını atarlar (çoğu da AKP’li MHP’lidir) Gidip ticaret yaparken onlarla Kürtçe konuşurken sorun yok, paralara gelince sorun yok. Ama döndükleri gibi ‘Kürt yoktur’ derler. Gelmiş marşları yok diyorlar. Var, Mahabad’da yazıldı, Şair Dildar yazdı ben değil. Bugün çocuklarınızı gönderdiğiniz okullarda Türk Marşı okutulmazsa cingar koparırsınız. Bu da bizim marşımız, değerimizdir. Ortak değerlerimizi çoğaltalım (sorunu kolaylaştırır). Birbirimizin renklerine, marşlarına, değerlerimize saygı ile çözebiliriz. Bizi bunlardan (anadili savunmak, Kürtçe’yi savunmak) yargılamak değerleri saygısızlaştırmak, hakaret etmek, aşağı görmektir. Bizim vergi verdiğimiz devlet bizi bunlardan yargılamamalı. Bu davaya konu tüm konuşmalar bundan ibaret. Devlette toplumda burdan baksın.

‘PKK’Yİ DAĞA ÇIKARAN DEVLETİN POLİTİKALARIDIR’

Babam, annem çat pat bilirdi Türkçe’yi. Biz eğitim dili, medya derken biliyoruz. Ama Kürtçe’yi korumak adına ne tedbir var? Asimilasyon da etkiliyor. Kamu olanaklarında ve kontenjanlarında yer verilmiyor. Bir de kriminalize edilip yargılanıyor. Dil sadece iletişim aracı değil, duygu ifade aracı da. Türk diline dair çalışmalar var ne güzel. Sağlık Bakanlığı, Diyanet Bakanlığı’nın var mı (Kürtçe’ye ilişkin) bir çalışması? Yok. Biz bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Onu da terör faaliyeti ilan ediyorlar. Biz dile getiriyoruz. PKK’yi dağa çıkaran devletin (bu) politikalarıdır. Umarım (ileriki süreçlerde) bir süreç başlar da biz de bir parçası olabiliriz.

(Fezlekelere konulan konuşmalarından bahsederek) Bu konuşmanın bir CD’de olduğu söyleniyor. Ses çözümünü istiyoruz dosyada yok diyor. (Çeşitli mercilere) yazıyoruz. Bakıyoruz ki dosyada varmış. Kim yapmış bu çözümü ‘polis çözmüştür’ deniyor. Ben polisin yaptığı çözümü kabul etmiyorum, bağımsız bilirkişi tarafından yapılmalıdır. Nihayetinde bu konuşma Newroz konuşmasında Şırnak meydanında Abdullah Öcalan’a ve tutuklulara selam göndermemi konu etmiş savcı. Ben o zaman (Öcalan ile çözüm sürecine ilişkin görüşmeleri kastederek) bizzat görüşüyordum, Şırnak meydanlarında selamlaşmıyordum.

‘TÜRKLÜĞÜN VAR OLMAZ TECİ KÜRDÜN İNKARI ÜZERİNE KURULMUŞTUR’

Davutoğlu’na PYD ile görüşün demişim. Fırat geçilmeyecek diyorlardı. Geçildi. Demek ki benim (önerdiğim) yol daha mantıklıymış, görüşülebilinirdi. Hükümetin Suriye politikasını eleştirmişim, savcıyı neden ilgilendirir? Bir siyasi parti başkanı ülkenin dış politikasını eleştirmiş, savcıya ne oluyor? Suçlamayı kabul etmiyoruz. PYD ile görüşülmesini, uzlaşma sağlanmasını savunuyorum. Bir Kürt olarak bundan ben de etkileniyorum. Esad ile görüşülmesine, Biden ile görüşülmesine ses çıkaran olmuyor. Kürtlerin temsilcileri ile tokalaşılmasında tüyler diken diken oluyor. Herkes ile görüşüyorular, Taliban ile de görüştüler. Savaş olan her ülkeyle ile görüştüler. Kürtler hariç. Bir Kürtler ile görüşülmedi. Bunu da sadece Erdoğan böyle düşünmüyor. Siyasetçisi, aydını, akademisyeni hepsi. Akademisyenlerin de hepsini barış dedikleri için ihraç ettiler. Kalanlar da böyle düşünüyor işte. Blinken silah veriyor ama tokalaşınca sorun yok. Ama PYD ile görüşmüyorlar. Çünkü Türklüğün var olma tezi Kürdün inkarı üzerine kurulmuştur, Amerikanın inkarı değildir. Onlarla görüşme bu temelleri sarsmaz. (Konu ne olursa olsun içinde Kürt geçince) Türk’ün varlığı, devletin bekası sarsılıyor.

‘KÜRDÜN IRKÇISI YOKTUR’

Kürdün temsilcisi ya hapiste ya sürgünde. Hiç görüşülmeyecekler listesinde biz varız. Ne zaman görüşürler? Sıkıştıklarında. Akılları başlarına gelse de görüşseler. Biz de neden bu kadar görüşmek istiyoruz? Çünkü barış sevdalısıyız. Karşı taraf cinnet halindeyken bizim barış dememiz gerekiyor. Mecburuz. Kürdün ırkçısı yoktur. Bugün Kürtler ırkçılık yapmaya kalsa neler olur? Dua edin ırkçı değiliz.”

Duruşma, 13.45’e kadar verilen aranın ardından Demirtaş’ın savunmasıyla devam ediyor.

‘SAVCI İDDİANAMEDE ‘KÜRT’ÜN BAŞ HARFİNİ GENE KÜÇÜK YAZMIŞ’

(Hakkında hazırlanan fezlekeler arasında Elazığ’daki konuşmasına değinerek) İddianamedeki konuşma tarihi 2013, dokunulmazlıklarımızın kaldırılmasından sonra tüm savcıların olduğu gibi hızlıca ellerinde olanı dosyaya göndermişler. Dokunulmazlıklarımızın kaldırılması beklenmiş, bu konuşma öyle eklenmiş. 1.5 sayfalık iddianamedeki konuşmada geçen Şeyh Sait’e ilişkin 3 cümle. Savcı illiyet bağı aramamış, davayla ilişkisine değinmemiş. Bu savcı Şeyh Sait’in Kürtler için değerini, tarihini biliyor mu? Bilmiyor. Savunmamın geçtiğimiz günlerinde buna değindim. Bir daha değinmeyeceğim. Savcı bu iddianamede ‘Kürt’ten bahsederken baş harfi gene küçük yazmış.

(Hakkında açılan diğer iddianamelerde de benzer şekilde suçların isnat edildiğine ve delillere dikkat çekerek) ‘Demirtaş’ı yargılamanın hazzına kapılan her savcı, gelen her itirafı, belgeyi incelemeden dosyaya eklemiş. Bunları kabul etmiyorum.

‘KONGREMİZDE NEDEN PKK MARŞI ÇALALIM?’

Devlet bilmiyor mu PKK marşı yok, olsa da kendi kongremizde neden çalalım? Bunlar bilirkişi tespiti ile ortaya çok rahat çıkabilir. Bunlara da katılmıyorum. Yurtdışındaki bir röportajım alınmış. Önü arkası yok. Bu haliyle bile suç sayılamaz iken savcı ne metni ne de bilirkişi istemiş. Hakkımdaki suçlamaların hepsi böyle mükerrer. İfade özgürlüğü kapsamında siyaset yapmak dışında bir şey yok. Kürt sorunu gibi ağır bir konuda siyasetçilerin sözlerini cımbızlayarak almak devletin de savcının da aklına yaramaz.

‘KÜRDE SÖVEN ŞİKAYETİ ALIP KÜRDE DAVA AÇMAK IRKÇILIKTIR’

(Bir başka konuşmasının CİMER üzerinden şikayet edilerek dosya eklendiğine dikkat çekerek ve kişinin şikayet içeriğindeki küfürlere yer vererek) Burada en aşağılık küfürleri etmiş bana, CİMER ‘yav burada hakaret var’ demek yerine almış bu şikayetten bana dava açmış. Kürdün anasına, bacısına söven şikayeti alıp Kürde dava açarsın. İşte bunun adı Kürt sorunu. Irkçılıktır. Bu şikayeti yapan nerede, ne yapıyor bilmem. Yıl olmuş kaç ben hala bundan yargılanıyorum. O yüzden buna savunma yapmıyorum. Her ne söylemişsem de arkasındayım.

Bazen vermek istediğiniz mesajı iletmek için daha sert ya da ironik olarak verirsiniz. Bazen niyeti de aşarsınız. Benim de olmuştur, bunun için niyeti aşan, kırdığım olmuşsa özür dilerim. O dönemin siyasi atmosferinden kaynaklı kurduğum cümlelerdir. Bizler siyasetçiyiz daha dikkatli olmalıyız. Bu konuda (bu şekilde) eleştirmek isteyen olursa da kabul ederim.

‘ŞİDDETİN ORTADAN KALDIRILMASI İÇİN TRAVMA KALDIRILMALI’

(Savunmasına Frantz Fanon ve Michel Foucault’dan alıntı yaparak devam etti) Fanon ve Foucault üzerinden değerlendirmelerle Kürt sorununa dönersek siyasetin ve siyasetçinin şiddetten arındırılması için gereken doğrudan demokrasinin her alana yayılması gerekir. Şiddetin ortadan kaldırılmasının yolu bu (Türk ve Kürt olma halinin yarattığı) travma ortadan kaldırılmalıdır.

GENÇ SİYASETÇİLERİNE ÖNERİ

Siyaset alanında ‘ikiyüzlü’ siyasetçilerin olduğunu belirterek “Biz Kürtler ve sosyalistler olarak (barış ve çözüm için uğraşıyoruz) bir şeyler yapıyoruz. Biz de terörist olarak yaftalanıyoruz. Fanon ve Foucault’dan yaptığım alıntılara ve bahsettiğim tarihsel alıntılara bakılarak aşmalıyız. Belki biz de travmaları aşmak isterken biz de benzer travmalar yarattık. Sloganla olmuyor. Belki genç siyasetçi arkadaşlar değerlendirir.

‘KAPİTALİZMİN SALDIRGANLIĞINA KARŞI ALAN YARATILMALI’

İkinci bir nokta siyasetin demokratikleşmesidir. Siyaset yapan partiler o koltuğa oturduklarında değişiyor, tepeden bakıyor. Buna bizim siyasetimiz de dikkat etmeli. Sosyalist partiler de olmak üzere bugün herkesin telefonunda bankacılık işlemleri var. Siz de bir uygulama yapıp kararları yükleyebilirsiniz. Doğrudan demokrasiye böyle katılabilir. Siyaset onlar için yapılıyorsa bu yapılabilir. Neden yapılmıyor bu? Halk güvenmiyor, halk bilmiyor, siyaseti uzmanlar yapıyor onların gözünden. Biz de (partisini kastederek) hatalar yapıyoruz. Toplumu doğrudan dahil etmeliyiz. Kapitalizmin saldırganlığına karşı bu alanlar yaratılabilir. Bu alanlar yaratılabilir çünkü toplum çökmüş durumda.

‘ÖNCE SİLAHLARIN BIRAKILMASI GEREK’

Bir diğer nokta siyasetçi dilinde de şiddet kullanmamalıdır. Siyasetçi küfür ve şiddet içermeyen bir dil kullanmalıdır. Kürt sorunun çözümünde en önemli nokta demokratikleşmedir. Savaş ortamlarında bunu yapmak elbette zordur. Önce silahların bırakılması gerekmektedir.

‘TEKRAR ÇÖZÜM SÜRECİ YAŞANACAKSA TARAFLAR GÜVENCE ALTINA ALINMALI’

Silahların nasıl bırakılacağı tarafların uzlaşısına göre şekillenebilir. Silahların susması ve bırakılmasında demokratikleşmenin yolları kurulmalıdır. (Çözüm) Süreci bozan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Tekrar -çözüm- süreci yaşanacaksa taraflar güvence altına alınmalıdır. Bizim önceki süreçlerden çıkardığımız derstir.

(Eleştirel pedagojiye yönelik değerlendirmelerde bulunarak) Eleştirel pedagojinin eğitim ile şekilleneceğini belirterek konuya ilişkin Paulo Freire’den alıntılar yaparak devam etti.

“Ne kadar (Eleştirel pedagojiyle şekillenmiş) eğitim ile dolmuş olursak o kadar özgürüz. Kürt sorunu, anadil, ekoloji ve kadına yönelik şiddet gibi birçok konunun çözünde ‘özgür eleştirel ve ücretsiz eğitim’ şarttır. Kürt sorunun çözümünde eğitim müfredatının da tartışılması gerekmektedir.

‘BÜYÜK İNSANLIĞI SAVUNDUK’

Tek kitap okumamış, gösteriş içinde yaşayan sosyal medya fenomenlerinin milyon takipçisi var. Siyasetçilerin sorgulaması lazım. Nasıl oluyor da hayatını eşitlik, özgürlük mücadelesi içinde geçirmiş kişilerden daha çok kişiye ulaşabilir? Anlamlı, onurlu, erdemli yaşam mücadelesini sürdürmek zorundayız. Bu dava bu anlayışı devam ettirme davasıdır. İnsanı savunduk. Büyük insanlığı savunduk. Dileriz bu hücrelerden gönderdiğimiz mektuplar gençlerimize ulaşabilirler.

DEMİRTAŞ’TAN KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN ÖNERİLER

Kürt sorunun çözümünden anladığımız şeyi yöntelemerini maddeler olarak sıralamak isterim:

  • Muhatapları ile beraber müzakere edilerek silahlı mücadeleye son verilmesi sağlanmalıdır.
  • Demokratik siyasetin önündeki tüm yasal engeller kaldırılmalıdır.
  • Kürt sorununun çözüm yeri laik Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Tüm partiler sorumludur.Esas itibariyle özgürlükçü ve sivil bir anayasa ile sadece Kürt sorunun değil tim toplumsal sorunların çözüm yeridir.
  • Bir halk olarak Kürtlerin ana dilini tüm toplumsal alanlarda özgürce kullanması, tarihi ve kültürünü genişletebilmesi, gelenekleri ile örgütleyebilmesi için uzlaşı ile sağlanacak en uygun idari model ile sağlamasın hususlarının anayasal güvence altına alınması
  • Geçmişte yaşatılan acıların, işlenen suçların araştırılması ve hakikat ile yüzleşilmesinin sağlanması
  • Resmi ideoloji ve resmi tarih öğretisi dayatmasından vazgeçilmesi ve eleştirel pedagojik eğitime geçilmesi
  • Kürt sorunun kapsamında açılan davaların düşürülmesi, Terörle mücadele Kanunu’nun (TMK) kaldırılması

Belirttiğim hususlar dışarıda da tartışılıyordur. Tümüyle herkes görüşlerini benimseyip bütün bunlara özgür bir tartışma ortamına imkan sağlanırsa her sorununuzu Türkiye’nin her sorununun siyasi müzakere ortamında çözümüne fırsat olacaktır. Bu davanı da etkili olmasını diliyorum. Bütün türkiye’ye nefes aldıracaktır. 84 milyon insanın sofrasından, kursağından kesilen alınan paralar savaşa, dökülen gözyaşına değil, yatırıma, kalkınmaya harcanacaktır.

Türkiye cumhuriyeti Kürtleri yanına alarak barış misyonunu güçlendirecektir. Irak, Suriye ile İran’da yaşayan milyonlarca bir Kürt başta olmak üzere Türkiye’nin demokrasinin, ekonomisinin büyümesine destek olacaktır.

Gençlerimizin cenazesi anaların babaların yüreği dağlamayacaktır. Kamplaşma ve gerilim düşecek daha huzurlu bir Türkiye bir arada yaşamak herkes için onurlu önemli bir hayata girecektir.

Çağrımız öncelikle Türk kardeşlerimizedir. Biz 81 ilde yaşamaya hazırız. Dilimizi, kültürümüzü yaşayacağımız bir hayat istiyoruz. Buradan sol sosyalist güçlere de çağrı yapıyorum. Partimiz de yetkisini ve iradesini barış için sonuna kadar kullanmalı.

Bizim ödediğimiz bedeller barışa vesile olsun. Biz canımız ödemeye hazırız. Dayanışma için teşekkürler ederim.

Özgür günlerde buluşacağız. An têkoşîn an têkoşîn. Bijî têkoşîna azadiyê. An serkeftin an serkeftin.”

Duruşma, avukatların savunmalarıyla devam ediyor.

Ayrıca Demirtaş’ın savunması bugün son buldu. Davanın sonraki duruşmalarında avukatlar savunma yapacak.

Kaynak: Artı Gerçek