fbpx

Vaziyetten vazife…

Paylaş

MEHMET ALİ AYAN yazdı: “Millet İttifakı”nın seçimdeki başarısızlığı HDP’nin ana siyasi hattı olan “üçüncü kutup”un önemini daha da arttırdı. Bu kutup, müesses nizama soldan yaptığı radikal eleştirilerle, demokratik cumhuriyetten ve özgürlükçü laiklikten, eşitlik, barış, emek, ekoloji ve toplumsal cinsiyetten yana net ve kararlı tutumu ile Türkiye’de demokrasi mücadelesinin lokomotifidir. Lokomotif şimdi çok daha büyük bir katarı sürüklemekle yükümlü.

Herkes biliyor seçim sonuçlarının gayrimeşru olduğunu. Hileli zar kullananlar oyunu kurallarına göre oynasalar kazanamayacaklarını zaten biliyordu. Biz de, öncesinde yargıdan polise, YSK’dan Kızılay’a kadar bütün devlet örgütünün yaptıklarıyla, seçim günü ise Tekirdağ’dan Hakkari’ye kadar yakalanan örnekleriyle anladık. Engelleme-çelme-çalma-çırpma görülmedik ölçüde çeşitli yöntemlerin bir arada kullanılması ile ve çok katmanlı olarak gerçekleştirildi. 

Bunlardan biri nispeten yeni açığa çıktı. Füsun Sarp Nebil iki tur arasında, 23 Mayıs’ta, T24’de bir yazı yayımladı. Seçim çalışmalarının telaş ve yorgunluğu içinde çoğumuzun gözünden kaçan bu yazı(1) dikkatle okunmaya değer. Yazarın belirttiğine göre, “2007-2023 arasında, sayı olarak söylersek, nüfusumuzun 14,6 milyon artmasına karşılık seçmen sayımız 21,4 milyon artmış. Yani 16 yılda 6,7 milyon fark var”. Nüfus artışı istikrarlı bir tempoya sahip (2000 yılında 1,4 milyon civarı olan yıllık doğum sayısı, 2023’de 1,3 milyona düşmüş; yıllık ölüm sayıları da bununla orantılı) ama seçmen sayısındaki artış yıllara göre tuhaf zikzaklar çiziyor. Ara dönemlerde olağan seyrini izlerken ufukta seçim görününce birdenbire sıçrama kaydediyor. Sanki AKP gerileyip de tehlike çanları çaldığı zaman bir “görünmez el” devreye girmiş ve seçmen sayısını ihtiyaca göre “düzenlemiş”. Nitekim 2018’den beri de seçmen artışı nüfustaki artışın iki katı olmuş. “Böylece önceden gelen ‘seçmen x nüfus farkı’ daha fazla açılmış. Yani 2018 seçimine göre nüfus 3,8 milyon artarken, seçmen sayısı 5,6 milyon artmış. Seçmen sayısında fazladan 1,8 milyon artış var.”

“Bunun sebebi yabancılara verilen vatandaşlık olabilir mi?” diye bir soru akla gelmiyor değil. Çünkü “istisnai vatandaşlık” eskiden Bakanlar Kurulu kararıyla verilir ve listesi Resmi Gazete’de yayımlanırken sonra bu yetki Cumhurbaşkanı’na devredilmiş ve liste yayımlanmıyor. Vatandaş olanların sayısı yüz binleri buluyor ama şeffaflık yok. Başta Ümit Özdağ, Sinan Oğan, Tanju Özcan gibileri olmak üzere her türden ırkçı da milyonlarca Suriyelinin TC vatandaşı yapıldığını, bedava sağlık hizmeti aldığını, nihayet seçimde de oy kullandığını iddia ediyor. Fakat CHP’nin Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu  Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel bu iddiayı yalanladı. Seçmen listeleri askıdan indirildikten sonra, Independent Türkçe’ye 3 Nisan’da yaptığı açıklamada, “YSK tarafından askıya çıkarılan yurtiçi ve yurtdışı seçmen listelerinde yaklaşık 170 bin Suriyeli, 23 bin Afganistanlı, 21 bin İranlı, 16 bin 500 Iraklı, 6 bin civarı da Libyalı olmak üzere 240 bin yabancı seçmen” bulduklarını belirtti ve “Bizim tespitlerimize göre milyonlar yok” dedi. Keza İYİ Parti Seçim İşleri Başkanı Şenol Sunat da “seçmen olma hakkı kazanan yabancılarla ilgili ellerindeki rakamların çok afaki olmadığını” kaydetti.(2) Adıgüzel’in verdiği sayılar Süleyman Soylu’nunkilerden pek  yüksek değil.(3) Söyledikleri doğruysa seçim sonuçlarını etkileyecek düzeyde bir yabancı seçmen kitlesi bulunmuyor. O halde nereden geliyor bu muazzam fazlalık?

Füsun Sarp Nebil söz konusu yazıda “YSK’nın 28 mayıs öncesi buna bir açıklık getirmesi şart. Çünkü iki aday arasındaki fark zaten 2,3 milyondu” diye de vurgulamış, ama kim dinler?

Füsun hanım, ayrıca, bir uyarıda bulunmuş: “Aslında partiler de 2009’dan itibaren ellerinde olduğu bildirilen seçim sonuçlarını, yıl yıl TC Kimlik bazında incelerlerse (yani bir önceki yıl kim oy kullanmadığı halde, bu seçimde var gibi) nerede ne hata olduğu bulunabilir diye düşünüyoruz” diyor. Diğerlerini bilmem  ama HDP 2014’ten sonrası için yapabilir ve yapmalı. Hem geçmiş sahtekarlıkları açığa çıkarmak, hem de diğer partileri ve sivil toplumu bunun takipçisi olmaya zorlamak  için.                                                                                                           

Öte yandan, araştırma şirketi Polimetre de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk tur sonuçlarını sandık sandık inceledi ve önceki seçimlerin verileri ile karşılaştırdı. Bu çalışma, “Erdoğan’ın oy oranının, AKP ve MHP’nin son 6 seçimdeki (4 genel seçim, 1 referandum, 1 yerel seçim) oy oranları toplamının en düşük olanından fazla olamayacağı” varsayımına dayanıyordu. Şirketin 16 Mayıs’ta yayımladığı sonuçlara göre, istatistiksel olarak Erdoğan’a ‘normalin dışında’ 1 milyon 650 binden fazla oy çıkmıştı.(3) Tesadüf bu ya, bulunan sayı Füsun Sarp Nebil’in verdiği 2018’den bu yana kaydedilmiş fazladan seçmen miktarına denk düşüyor.

Bir başka araştırma da 30 Mayıs’ta kamuoyuna sunuldu. “Türkiye’deki 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin adli çözümlemesi [Forensic analysis]” başlığını taşıyor ve ilk tur sonuçlarını ele alıyor. Bu rapor 2017 referandumu ile 2018 seçimlerini adli seçim istatistiği yöntemleriyle inceleyerek geniş çaplı hile tespit eden ekipten Peter Klimek’in yanı sıra Stefan Thurner ve Ahmet Aykaç’ın imzalarını taşıyor ve Erdoğan lehine yüzde 2,4 oranında hile yapıldığını tespit ediyor.(4)

Sayılar ve oranlar doğal olarak birbirinden farklı. Çünkü araştırma konuları ve yöntemleri farklı. Füsun Sarp Nebil seçmen sayısındaki olağanüstü artışları sorgularken, diğer ikisi resmi seçmen listesini veri kabul ederek bunun üzerinden yapılmış hile ve hırsızlığı kurcalıyor.

Özetle, bir gasp ve hile-hurda tezgahı çoktandır kurulmuş ve her seferinde kuranların amacına uygun işlemiş. Erdoğan bu kez de kazanacağından herhalde emindi ki özellikle ilk turda çıngar çıkarmadı. İkinci turda ise usûlsüzlükler alabildiğine yaygın ve çeşitliydi ama öteden beri yapılanlardan nitelikçe farklı değildi. Söz gelimi 1912’deki “sopalı seçim”in, 1946 seçimlerinin, 12 Eylül’deki anayasa referandumunun veya 1 Kasım 2015 seçiminin yöntemleri tekrarlanmadı.  Siyaset sahnesi zaten özellikle HDP’yi ama gerekirse İmamoğlu, Kaftancıoğlu gibi isimleri de tasfiye etmek üzere düzenlenmişti. Seçim günü fazladan kaydedilmiş sahte “seçmen”ler adına oy kullanıldı,  küçük ve ücra yerlerdeki denetimsiz sandıklar Erdoğan’a mühür basılmış oylarla dolduruldu veya oyların çoğu, tümü ya da yüzde 100’den daha fazlası Erdoğan’a yazıldı. 

Bütün bunları “Yenildik ama ezilmedik, hakemin oyununa geldik, hükmen mağlûp sayıldık” filan demek için söylemiyorum. Hile ve hırsızlık payı hesaba katılarak diktatorü yenebilmek için yüzde 10-15 kadar fark atmak, sandık güvenliğini mutlaka sağlamak, AKP ve MHP’nin eriyen seçmen tabanını muhalefete kazanmanın yollarını bulmak gerektiği v.s. seçimlerden çok önce ve defalarca dile getirildi. Getirildi ama ne CHP, ne altılı masa, ne de HDP/YSP bunu başarabildi.

O halde “yukarıdaki laf salatasına gerek var mı?” diye sorulabilir. Var! Sonucu tartışırken neyle karşı karşıya olduğumuzu akılda tutmak, kimseye ve özellikle de kendimize haksızlık etmemek, Gültan Kışanak’ın mahkemede söylediği gibi, “Hırsızın hiç mi suçu yok?” sorusunu unutmamak,   somut durumu doğru kavramak ve geleceğe iyi hazırlanmak için var.

HDP geriledi mi

Evet. HDP oylarının birazı CHP’ye, daha azı da TİP’e gitti; bu belli. Fakat partinin ne kadar seçmen kaybettiğini hesaplamak kolay değil. Çünkü, önceden kurulan tezgah ve devlet baskısı bir yana, seçim günü esas olarak birkaç noktada hırsızlık yapılıyor: Sandıklar açıldıktan sonra oylar sayılıp tutanak tutulurken, tutanak verileri YSK merkezine aktarılırken, bir de, özellikle ücra kasaba ve köylerde yer yer şiddet kullanımı eşliğinde önceden mühürlenmiş toplu oy atılarak. Bunları önlemenin yolu sandık başlarında milletvekili, avukat, müşahit bulundurmak ve oy sayımı bittikten sonra ıslak imzalı tutanakları almak. Oysa HDP’nin, binlerce üyesi ve taraftarı tutuklanarak, seçimden hemen önce de epeycesi gözaltına alınarak, çalışamaz hale getirildiğini biliyoruz. Bu yüzden bütün tutanaklar alınamıyor ve, birincisi, oy sayımı sırasında yapılan hırsızlıklar belgelenip itiraz edilemiyor; ikincisi, tutanaklar YSK’nın merkezî sistemine aktarılırken ne kadar YSP oyunun “sehven” MHP’ye veya başka partilere yazıldığı ispat edilemiyor. Bunların dışında önemli bir sebep de hatalı oy kullanımı. “Cumhurbaşkanlığı için Kılıçdaroğlu’na, milletvekilliği için YSP’ye” oy verme konusunda yeterince aydınlatılmayan çok sayıda HDP seçmeni her iki partiye de mühür basmış. Söz gelimi Adıyaman’da geçersiz sayılan oy pusulalarının yaklaşık 10 bini, Aydın’da ise 20 binden fazlası böyle çifte mühürlü. Kürt illeri başta olmak üzere HDP’nin güçlü olduğu bazı yerlerde Sol Parti’ye yoğun oy çıkması da seçmenin isim benzerliğinden ötürü yanıldığını gösteriyor.(5) Buna karşılık Dersim’de (ve baska yerlerde ?) oy artışı var.

Her durumda, HDP’nin mutlak oy sayısında büyük bir gerileme yok. Yanılıp şaşmış seçmen kitlesi de yerli yerinde duruyor. Sedece derlenip toparlanmaya, yeniden örgütlenmeye ve bilgilendirmeye  ihtiyacı var. Dolayısıysa partinin gerçek oy oranı yüzde 8,82 değil, bunun epey üstündedir. Ama ilan edilen yüzde 15 hedefinin de çok altındadır.

HDP şimdi neleri yanlış veya yarım-yamalak yaptığını, neleri eksik bıraktığını, umursamadığını, ihmal ettiğini bütün kademelerde ve kıran kırana tartışmakla meşgul. Eninde sonunda bir “kaza kırım raporu” çıkacaktır. Daha sağlıklı bir değerlendirme onun üzerinden yapılabilir.

Sonuç

Toplumsal muhalefet yenilmedi, “adam” da kazanamadı. İlan edilen sonuçlar gayrimeşrudur. Sadece bu seçimin değil önceki bütün seçimlerin sonuçları da gayrimeşrudur. YSK’nın verdiği sayılara ve oranlara dayanarak yapılacak tahliller yanıltıcı olur. İktidar blokunun oyları hile-hurda ile arttırıldığına göre elbette muhalefetin oy oranları da gerçekte olduğundan düşük çıkacaktır. Doğrusu o ki, resmî sayılara göre bile toplumun yarısı faşizme boyun eğmemiş, sultana biat etmemiştir. YSK verileri seçim tahlillerinde ancak ciddi bir ihtiyat payı ile, sadece eğilimleri işaret etmek için kullanılabilir. Bu bakımdan, ilk turdan sonra ortaya atılan “HDP kaybetti, MHP ve milliyetçilik güçlendi, Türkiye’de sağ-sol ayrımı öteden beri yüzde 40/yüzde 60 oranındadır ve değişmiyor” gibi yargılar da isabetsizdir; karamsarlığa, kaderciliğe ve teslimiyete götürür. 

Peki şimdi ?

1) Erdogan uzatmalari oynama imkani elde etti ama, Ertuğrul Kürkçü’nün deyişiyle “diktatörlük karşısındaki direniş de 2016’dan bu yana en yüksek tümleşiklik düzeyine yükseldi. İlk kez Türkiye ve Kürdistan’ın demokratik ve diktatörlük karşıtı muhalefeti tek bir cephe üzerinde hareket ederek gelecek mücadeleler için yeni bir siyasal zemine yükseldi”.(7) Muhalefet içinde Erdoğan’ın seçilmesine karşı olan, onun kurduğu ve temsil ettiği düzenin kendilerine, topluma ve ülkeye verdiği zarardan kaygı duyan her görüşten insan vardı. Bu alacalı yapı içindeki bütün kesimler birbirlerine muhtaç olduklarını, kimsenin bir başkasını gözden çıkarma lüksü bulunmadığını az çok farketmiş durumda. HDP de, altılı masadan kendisine selam bile verilmediği halde “Millet ittifakı”nın cumhurbaşkanı adayını desteklemesiyle, Batı’daki muhalif merkez-sağcı seçmenin gözünde öcü veya şeytan olmaktan bir ölçüde çıkmış olsa gerek. 

2) “Seçilecek aday” safsatası iflas etti. Alevi (ve Kürt) oldugu için çoğunluk tarafından makbul sayılmayacağı, kendisine oy verilmeyeceği iddia edilen bir aday toplumun yarısından destek buldu, belki gerçekte seçimi de kazandı. Bu, kitleler içinde alttan alta işleyen bir değişimin habercisidir. İttihat ve Terakki’den, hatta Abdülhamit’ten başlayarak müesses nizamı Türk ve Sünni kesimine dayandıran “nüfus mühendisliği”ne, onun ideolojik formülü olan “Türk-İslam sentezi”ne artık pek de kulak asılmadığının bir ifadesidir.

3) Aynı gidişatın başka belirtileri de var: Meral Akşener’in masayı devirmeye kalkışmakla kendi partisinde yol açtığı deprem ve sonra süklüm-püklüm geri dönmesi bunlardan biri. Bir diğeri, Metin Feyzioğlu’ndan M. Ali Çelebi ve Muharrem İnce’ye kadar müesses nizamın truva atları birer ikişer saraya kapılanırken arkalarından giden olmamasıdır. Deniz Baykal ve zihniyeti de siyaseten kimsesizler mezarlığına gömülmüştür. CHP’nin altı okundan milliyetçilik ve devletçilik körelmeye, cumhuriyetçilik ve laiklik belirleyici olmaya başladı. Gerçi cumhuriyetçilik ve laiklik aynı zamanda milliyetçilik ve devletçilik ile iç içedir. Ama son ikisi çoktandır yeni-Osmanlıcılık ile siyasi islamın eline geçmiş olduğu için muhalif saflarda etkisini gitgide yitiriyor.

4) Tabii ki müesses nizamın muhalefet içinde de Türk-İslam sentezini yeniden üretmeye yarayacak rezevleri ve kapıkulları var. Ayrıca diktatörlüğün Türk-İslam sentezini Hüda-Par eliyle ve Kürt-İslam sentezi şeklinde yeni bir şube ile takviye etmeye çalıştığı da gözden kaçmıyor. Fakat halk kitleleri, kendi milliyetçi şartlanmalarından kurtulmuş değilse de, hayatlarını çekilmez hale getiren resmî milliyetçilik ve devletçilikle her gün bir şekilde ve tekrar karşı karşıya geliyor. Muhalefetin tümleşikliği ise artık ittifak ve partilerdeki uzlaşmacı eğilimlerden hayli bağımsız olarak toplumsal zemine malolmuş durumdadır.

5) Buna karşılık önümüzdeki ay ve yıllarda siyasi ittifaklar ve hatta partiler bozulup yeniden dizilecek. “Cumhur ittifakı” hükümetin neredeyse tümünü yeniledi. Fakat bununla dikiş tutturabileceği çok şüpheli. AKP listesinden seçime girip vekillik kazanan bazı partiler ayrılsa da  iktidarın nimetlerinden faydalanmak ve kendi taleplerini gündeme getirmek için Erdoğan’ın arkasında durmaya devam edecektir. Karşı tarafta ise “Millet ittifakı” dağılmış bulunuyor. CHP’de  Kılıçdaroğlu’nun kellesi isteniyor ama o gitse bile yerine gelen daha iyi olmayacak. Diğerlerinin ne yapacağını görmek gerek. Bu çalkantıda umutsuzluğa düşüren anlar, olaylar ve isimler ortaya çıkabilir. Öyle de olsa, muhalefeti terkedip saraya yaklaşan veya onunla uzlaşma arayan herkesin halk tarafından terkedileceğini, kitle desteğini yitireceğini kestirebiliriz.

6) HDP/YSP de bozulup yeniden dizilmekten azade degil. Bu süreç başladı zaten. Parti, kendi yönetimini yenilemek,  örgütlenme ağını güçlendirmek ve merkez ile yerel birimler arasındaki iletişimi arttırmak, zamanın ruhuna uygun yeni düzenlemeler yapmak, sözcüsü olduğu toplumsal kesimlerle bağları tazeleyip genişletmek, emekçilerin ve ezilenlerin hak ve taleplerini daha etkili bir şekilde savunmak, kitle örgütlerinin çoğalmasına yardımcı olmak ve onlarla alışverişi arttırmak gibi bir dizi sorunla karşı karşıyadır. HDP’nin bunları diğer partilere göre çok daha kolay ve hızlı bir şekilde çözeceğine güvenebiliriz. Çünkü örgütlenme tarzı kitlelerle doğrudan ilişki ve etkileşime dayalıdır, post kavgası yoktur veya etkili değildir, siyasi hattını değiştirmek gibi bir sorunu da olmayacaktır.

7) Özgürlük Hareketi’ne gönülden bağlı devrimciler ile ulusların kaderlerini tayin hakkını amasız fakatsız savunan sosyalistler tarafından, birlikte kurullmuştur. Temelleri sağlam, fikriyatı güçlüdür. Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin nesnel olarak iç içe geçmişliğine de denk düşer. Elbette iki kesimin güçleri arasında, sorunların, hedeflerin, önceliklerin, muhatapların  farklı olması nedeniyle zaman zaman gerilimler, tartışma ve sürtüşmeler çıkmıştır, ileride de çıkabilir. Fakat bunlar uzlaşmaz nitelikte değildir, kopuşmayı gerektirmez. Dolayısıyla sosyalist hareket içinde HDP’den ayrı ve uzak durarak, “Kürt hareketinin vesayetinden kurtularak” güçlenmeyi öngören eğilimlerin ciddi bir toplumsal karşılığı yoktur. Aynı şekilde Kürt özgürlük hareketi içinde “Türk solunu sırtında taşımama”, kendi özüne dönme, v.b. söylemlerin de karşılığı yoktur. Her iki tarafın devrimcileri de halk kitleleri de birbirlerine muhtaç olduklarının farkındadır.

8) HDP’nin seçimlerdeki tutumu “faşizme karşı birleşik cephe”nin günümüz Türkiyesi’ne asgari ölçekte uyarlanmış halidir ve ana hatlarıyla doğrudur. Taktiklerde ve uygulamada ortaya çıkan hatalar, yetmezlikler de çabucak giderilir. Zaten bu tutumun, faşizmin kurumsallaşmasını engellemek için tek adam rejiminden kurtulmak dışında, “Millet İttifakı” ile pek bir ortak yanı yoktu. Şimdi artık tümüyle geçersiz olduğunu öne sürenler de olabilir. Fakat zaman geçtikçe ve diktatörlüğün gemi azıya aldığı görüldükçe gerçek bir ihtiyaca cevap verdiği daha fazla hissedilecek. Diğer muhalif toplumsal kesimlerin de partilerini bu yönde zorladığını göreceğiz. Dolayısıyla, gene Ertuğrul Kürkçü’nün ifadesiyle, “muhalefetin tümleşiklik düzeyini yükseltme, çoğul ve çoklu bir demokrasi cephesi inşasının gerektirdiği sabır, anlayış ve tahammül düzeyini geliştirme” yolundan şaşmamak gerek.    

9) “Millet İttifakı”nın seçimdeki başarısızlığı HDP’nin ana siyasi hattı olan “üçüncü kutup”un  önemini daha da arttırdı. Bu kutup, müesses nizama soldan yaptığı radikal eleştirilerle, demokratik cumhuriyetten ve özgürlükçü laiklikten, eşitlik, barış, emek, ekoloji ve toplumsal cinsiyetten yana net ve kararlı tutumu ile Türkiye’de demokrasi mücadelesinin lokomotifidir. Lokomotif şimdi çok daha büyük bir katarı sürüklemekle yükümlü. Muhalefetteki burjuva partilerinin birlikte yapabileceklerinin sınırlarına dayandığı, “karşı mahalle”deki gayrimemnun kesimlere hitap etmede ve onları saf değiştirmeye ikna etmede yetersiz kaldığı apaçık ortada. Üstelik kendilerini destekleyen halk kesimleri de örgütsüz ve eylemsiz. Toplumsal muhalefete umut ve güven aşılamak, onu genişletip yükseltmek HDP’nin görevi. Bunun için, bir yandan “Millet ittifakı” ile kendi arasındaki farkı daha belirgin kılması, diğer yandan halkın her kesimine ama özellikle de işçilere ve emekçilere seslenip onların örgütlenmesine destek olması gerekiyor. HDP bu yolu açmak, söylemi ve eylemiyle ana muhalefet partisi haline dönüşmek zorunda.

10) Seçim sonuçlarından bağımsız olarak siyaseti belirleyen bir etken de dünyadaki güçler dengesi ve Orta Doğu’daki pat durumu. Kısa vadede esaslı bir değişikliğe uğrayacak gibi görünmeyen bu durum, Erdoğan’a taraflardan bazen biriyle bazen diğeriyle pazarlık yapma fırsatı verse de, fazlaca manevra alanı ve askeri harekat imkanı bırakmıyor. Kaldı ki ekonomik darboğaz, tehlike sınırlarındaki borç yükü ve mali kaynak sıkıntısı da diktatörlüğün fetih çabalarını sürdürmesine engel. Bütün bunlar Erdoğan’ın güneyde geniş çaplı bir sınır ötesi savaşa kalkışamayacağı, dolayısıyla toplumda şovenizmi şahlandırıp kitleleri tekrar peşine takamayacağı, Türkiye’nin iç sorunlarıya ve muhalefet güçleriyle daha fazla uğraşacağı anlamına gelir.

Belli ki kendimizi daha fazla hukuksuzluk, eşitsizlik, zorbalık, toplumsal ve doğal yıkımla karşı karşıya, ama aynı zamanda toplumsal muhalefetin büyümesi ve güçlenmesi için de daha elverişli bir ortamda bulacağız. Kan-ter içinde yürütülecek çetin ve şanlı bir mücadele dönemi var önümüzde. Hepimize kolay gelsin.

1. https://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/secmen-sayisi-nufusa-gore-neden-6-7-milyon-fazla,40125

2. https://www.indyturk.com/node/621071/siyaset/milyona-yak%C4%B1n-deniliyordu-240-bin-yabanc%C4%B1-se%C3%A7men-var-hoca-ak-partinin-bu

3. İçişleri Bakanı Soylu, 15 Nisan 2023’te, kendisine sorulan bir soruya cevaben, 130 bin 914’ü reşit olmak üzere 230 bin 998 bin Suriyelinin TC vatandaşı olduğunu aktardı. (Bkz: https://www.ntv.com.tr/turkiye/kac-yabanciya-vatandaslik-verildi-icisleri-bakani-suleyman-soylu-acikladi,aHo7eEl_xEmS9OgBdmKWSw)

4. https://artigercek.com/politika/polimetre-erdoganin-anormal-oy-aldigi-il-ve-ilceleri-tek-tek-hesapladi-250838h

5. https://bianet.org/bianet/siyaset/279742-erdogan-lehine-oy-pusulasi-sisirildi-yuzde-2-4-hile-var

Raporun Ingilizcesi için bkz : https://arxiv.org/pdf/2305.19168.pdf

6. https://artigercek.com/politika/vekilligi-kil-payi-kaciran-yesil-sol-parti-adayi-ali-kenanoglu-adiyamandaki-oy-250650h

7. https://yeniyasamgazetesi4.com/cok-verilenden-cok-istenir/