fbpx

Çok kutuplu emperyalizmin halleri – Alp Altınörs

Paylaş

Emperyalist rekabet daha şimdiden İskandinav sosyal demokrasisini boğdu. Almanya giderek militarist yönelimini tırmandırmakta, Japonya’nın “pasifist’ anayasası çöp oldu. Kapitalizmde yeniden paylaşım ancak savaşla mümkündür.

Rekabet, kapitalizmin mutlak bir ekonomik yasasıdır. Sermaye ancak rekabet halinde var olabilen bir sosyal olgudur. Aynı şekilde kapitalist devletler arasında da hammadde kaynakları, pazarları, nüfus alanları, sömürgeler, yarı sömürgeler üzerine bir rekabet sürer. Kapitalist devletler arasında eşitsiz gelişme dengeleri sürekli değiştirerek yapılmış olan paylaşımı tartışmalı hale getirir. Böylece “yeniden paylaşım” talebi gündeme gelir. Ancak kapitalizmde yeniden paylaşım ancak savaşla mümkündür. Hele ekonomiye tekellerin engel olduğu günümüz kapitalizminde dünyayı paylaşmış olan Büyük Güçler arasında bir yeniden paylaşım ancak savaş yoluyla gerçekleştirilebilir.

Günümüzde dünyanın kapitalist büyük güçler arasındaki paylaşımını belirleyen büyük oranda 1989-91 döneminde Doğu Avrupa halk demokrasilerinin çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin Rus kapitalistlerince zorla yıkılmasıdır. 1991 sonrası savaşlarıyla (Yugoslavya savaşları dahil) eski Sovyet hinterlandı Batı emperyalizmi ile yeniyetme Rus kapitalizmi arasında yeniden paylaşılmıştır.

Çin Halk Cumhuriyeti ise daha Mao döneminde 1972’den itibaren ABD ile kurduğu ilişkileri, Mao sonrası dönemde 1976’dan itibaren açık bir ittifak ilişkisine çevirerek Batı emperyalizmine eklemlenmiştir. Buna mukabil, Hong Kong ve Macau’nun Çin’e iadesiyle Çin tekelci devlet kapitalizmi ihya edilmiştir. 1990’larda Rusya güç kaybederken Çin güç kazanmıştır.

Ancak 2000’li yıllarda, özellikle de 2008’de ABD ve Batı kapitalizminin yaşadığı ekonomik bunalım koşullarında Çin’in ABD’ye rakip olacak denli güçlenmesi; hakeza Rusya’nın Putin liderliği altında ABD’ye askeri bir rakip haline gelmesi, ABD hegemonyasının sorgulanmasına yol açmıştır. Ne var ki bu yine tekelci kapitalizmin zemininde bir sorgulamadır. Kaynağı ulusal sermayeler arasında, pazarların, nüfus alanlarının, hammadde kaynaklarının tek kelime ile dünyanın paylaşılması mücadelesinden almaktadır.

ÇİN’İN ‘ÇOK KUTUPLU’ DÜNYA ÇAĞRISI

Putin-Şi zirvelerinde yapılan “çok kutuplu dünya” çağrısının gerçek anlamı dünyanın mevcut paylaşımının sorgulanması ve yeniden paylaşım talebidir. Ancak ABD hegemonyasına karşı Rusya-Çin Bloğu herhangi bir ilerici sosyal form önermiyor. ABD-Avrupa-Japonya tekelleri yerine Rus-Çin tekelleri egemen olsun istiyorlar. İlhan Uzgel’in de isabetle belirttiği gibi; (BirGün, 05.04.23) “Çok kutuplu dünya düzeni, ne özgürleştirici bir talep ne eşitlikçi bir siyasal tahayyül içerir. Eşitsizlikçi batı özgürlüğü ile otoriter Asya modeli arasında seçim yapmak zorunda değiliz.”

Dünya tarihinde çok kutuplu emperyalizm yaşanmamış değildir. Böyle bir dönem 1900-1914’te yaşanmıştır. Bir yanda Britanya diğer yanda Almanya liderliğindeki iki emperyalist blok, sürekli militarizmi tırmandırarak dünyayı, tarihin tanık olduğu en korkunç savaşlardan birisine, 1914-18 Dünya Savaşı’nda sürüklemiştir. O gün Almanya’nın oynadığı rolü bugün Çin oynamaktadır. O gün Britanya’nın elde tuttuğu dünya egemenliği bugün ABD’nin ellerindedir. Ancak dünyayı adım adım paylaşım savaşına sürükleyen emperyalist rekabet, kapitalist dünya sisteminin ilişkiler içinde yeniden üretilmektedir.

Emperyalist rekabet daha şimdiden İskandinav sosyal demokrasisini boğmuş, NATO üyesi olan bu ülkelerde tırmanan militarizm kendi suretlerinde hükümetlere yol vermiştir. Almanya giderek militarist yönelimini tırmandırmakta, devasa silahlandırma bütçeleriyle büyük bir ordu kurmaya yönelmektedir. Yine İkinci Dünya Savaşı’nda Asya halklarına kan kusturan Japon İmparatorluğu yeniden diriltilmektedir. Japonya’nın “pasifist’ anayasası artık çöp olmuştur. Japon ordusu yeniden örgütlenmekte, Japonya, Asya-Pasifik’in başlıca askeri gücü haline getirilmektedir. Bütün bu ülkelerde burjuva demokratik özgürlükler budanmakta, militarizme yönelik her türlü eleştiri hatta “barış talebi” dahi “Rus yandaşlığı” sayılıp bastırılmaktadır. Rusya’da ise savaşa savaş demek ya da Ukrayna’da askerlik hizmetini reddetmek dahi hapis cezasıyla karşılanmaktadır. Ukrayna işgaline yönelik her türlü muhalefet ‘vatan hainliği’ sayılmaktadır. Ukrayna’da ise Rus olan her şeye düşman bir rejim hüküm sürmektedir.

İRAN-SUUDİ ARABİSTAN UZLAŞMASININ ANLAMI

Bütün bunlara bakan dikkatli bir gözlemcinin çok kutuplu emperyalizme ilerici bir anlam atfetmesi imkansızdır ama dahası var. Çin’in ‘büyük diplomasi başarısı’ sayılan, İran-Suudi Arabistan uzlaşmasına bakalım örneğin. Bu anlaşmanın mollaların tahtını sağlayan Mohsa Jina Amini protestolarına ve İran halkının devrimci mücadelesine karşı imzalandığı açık değil midir? Tıpkı geçtiğimiz dönemde Orta Asya’daki hâkimiyetini sağlamlaştırmak için Kazakistan’daki işçi sınıfı isyanına ordusuyla müdahale eden Rusya gibi, Çin de Orta Doğu’daki petrol kaynaklarını güvenceye almak için İran molla rejimini başlıca bölgesel düşmanı ile barıştırarak onun içeride elini güçlendirmiştir. Böylece İran molla rejimi, Yemen’deki savaşla daha az uğraşarak, enerjisini içerideki devrimci halk muhalefetini bastırmaya daha fazla hasredebilir.

Çin tekellerinin başlıca talebi ise ‘istikrar‘dır. Bu anlaşmayla Çin, Suudi ve İran petrol akışını güvenceye almıştır. Gerisi önemsizdir. Ancak İran-Suudi ‘barışı’, İran’ın Azerbaycan ile gerilimini tırmandıracaktır. Bu gerilim ise İran nüfusunun hayli geniş kesiminin Azeri olmasından ve 1945-46’da yaşanan Güney Azerbaycan “Milli Hükümeti” deneyiminin hafızasından kaynaklanmaktadır. Azerbaycan’ın Ermenistan savaşıyla güçlenmesi ve İsrail’le kurduğu yakın ilişkiler İran’ı bu devlete karşı alarmda tutmaktadır. Kısacası çok kutuplu emperyalizm koşullarında her kısmi ‘barış anlaşması’ bir başka gerilimin, rekabetin hatta savaşın gerekçesi olabilmektedir.

Kaynak: Artı Gerçek