Depremin olduğu ilk saatlerde Hatay’a doğru yola çıktık. Bölgeye ulaşınca kentin sadece karanlığa değil; acımasızca, yalnızlığa ve ölüme terk edildiğini gördük. İskenderun, Antakya, Defne, Samandağ’da büyük bir yıkım vardı. Maraş, Adıyaman… 10 ilimizi sarsan depremin bilançosu çok ağırmış meğer. On binlerce insan enkaz altında. Kimini yakınları, komşuları kurtarmaya çalıştı, kimini gönüllüler… Çıplak elleriyle, tırnaklarıyla kazıyorlardı molozları. Dayanılabilir gibi değildi. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen insan çığlıkları. Enkaz önünde “Dayan kurtaracağız” diyen çaresiz haykırışları karışıyordu birbirine.
Daha önce madende, kurtarma ekiplerinde gönüllü olarak çalışmış arkadaşlarla ve bir grup sağlıkçı ile yola çıkmıştık. Varır varmaz çalışmalara katıldık. “Kürek var mı, kepçeee, kepçe lazım, çok karanlık, biraz aydınlatııınnn…” İşte arama kurtarmanın hali böyleydi. Kazma yok, kürek, yok, hilti-kepçe yok, AFAD-Kızılay yok, asker-polis-devlet yok. Daha sonra bölgeye intikal eden AFAD çalışanlarının çaresizliğine, hiçbir malzemesi olmadan bölgeye gönderilen arama kurtarma çalışanlarının enkazdan yükselen yardım çığlıklarına karşın gözyaşlarına boğulduğunu da gördük. Biz AFAD’ı da Saray rejimini de asla affetmeyeceğiz. Ama şunu hep merak edeceğim; o gözyaşını döken AFAD çalışanı kendi kurumunu ve onu bu hale getiren Saray rejimini affedebilecek mi? Yaşadıkları canlı tanıklıkları unutabilecek mi?
CİNAYETİ GÖRDÜM KARANLIĞIN KÖR ETTİĞİ GÖZÜMLE
Kırmızı Pazartesi’ndeki cinayet gibi deprem felaketi göz göre göre geldi. Uzmanların sayfalar dolusu raporlarla uyardığı fay hatlarındaki kentlerde, yaşanacak potansiyel depremlerin olası sonuçlarına kulaklar tıkandı, gözler yumuldu. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odasının her yıl yayınladığı raporlarda bugün yaşanan gerçeğin öngörüldüğü apaçık ortadadır. Deprem uzmanları yıllardır uyarıyor, bizler Mecliste bu uyarılara dikkat çekiyor, sivil toplum kuruluşları bu yönde çalışmalar yapıyor ama sonuç değişmiyor. İmar affı kanununa hayır diyen tek parti olan HDP, bu konuda sayısız çalışma/çağrı yaptı. AKP-MHP iktidarı hepsini görmezden geldi. “Ben görmezsem aslında yoktur” dercesine.
18 Aralık 2022’de Kırıkhan’da 4.8 şiddetinde gerçekleşen deprem üzerinden acilen alınması gereken önlemleri Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanına sorduk. Cevap dahi alamadığımız önergemizin ardından, dikkat çektiğimiz her şey maalesef gerçek oldu. Aynen önergemizin gerekçe kısmında yazdığımız şekliyle; “…Bu fayların büyük kısmı 7 veya daha üzerinde deprem üretme potansiyeline sahiptir. Bu açıdan bakıldığında yapılacak çalışmaların sadece il merkezinde değil kent bütününde yapılmasının önemi ve aciliyeti kendisini açıkça göstermektedir.”
TEK ADAM REJİMİNİN CİNAYET SERİSİ
6 Şubat Pazarcık depremi ile, cinayet serisine yenisini daha ekledi tek adam rejimi. Rejimin, 21 yıllık iktidarları boyunca devlet kurumlarını ne hale getirdiği gözler önüne serildi. Kurumların beceriksizliği, devletin ilgisizliği, umursamazlığı ve ihmali depremde kaybettiğimiz can sayımızın bu denli çok olmasının esas nedeni. Kızılay’ın ve AFAD’ın geldiği noktayı hepimiz gördük; liyakatsiz, beceriksiz, yakınlarını ve yandaşlarını atayarak, bu kurumların nasıl da içinin boşaltıldığını da.
Deprem bölgesinde kime sorsanız duyacağınız şey “deprem değildi bizi öldüren, saray rejiminin bize karşı niyetiydi” diyecektir. Bilerek ve isteyerek cinayete göz yumuldu, gönderilen yardımlar engellendi, yardımlar il sınırında askerler tarafından bekletildi. Antakya merkeze sadece 22 km uzaklıkta olan Serinyol Tugay Komutanlığı, Malatya 2. Ordu Komutanlığı yani asker, enkaz kaldırmaya gelmedi. Savunma Bakanı her ne kadar aksini iddia etse de askerin ilk andan itibaren görevi başında olduğunu söylese de…
Gerçekte yaşananlar ortada, tek bir felaket değil, felaketler zinciri yaşatıldı. Ve tüm felaketlerin mimarı ve başımıza gelen en büyük felaket saray rejiminin-tek adam rejiminin ta kendisidir. Bütün yetkileri kendine bağlayan, kurumların özerkliğini sonlandıran, Kızılay’ı, AFAD’ı iyice içi bomboş kurumlara çeviren saray rejimi, bu katliamın sorumlusudur.
CUMHURBAŞKANI, HÜKÜMET, UTANÇ VERİCİ KURUMLARIYLA BERABER İSTİFA ETMELİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hükümet ve AFAD-Kızılay yetkililerifelaket zincirlerindeki sorumlulukları gereği derhal istifa etmelidir. Çünkü sadece sınıfta kalmadılar, bu cinayetin aynı zamanda ortağı konumundalar.
Üzerinden üç hafta geçmesine rağmen Antakya’da afetzedelerin barınma ihtiyacını dahi çözmeyen, ağır-orta hasarlı konutlara geçebilirsiniz aklı veren iktidar 20 Şubat akşamı yaşanan depremlerde de sınıfta kaldı. Evleri tekrar başına yıkılan yurttaşlara omuz veren yine toplumsal dayanışma oldu.
Çadırları, konserveleri satan Kızılay’a, adı dışında hiçbir varlık göstermeyen AFAD’a laf kondurmayan, “ihmal yok” diyerek muhalefete saydıran AKP Başkanı ve kurmaylarının cesareti varsa deprem bölgesindeki insanlara direkt söylesin bunu. Gerçekler apaçık ortada. Depremde arkadaşlarını, dostlarını, komşularını, yakınlarını ve kentini kaybetmiş biri olarak benim hissettiğimi, deprem bölgesindeki herkesin hissettiğini ilk bakışta görebilirsiniz. Kendine reva görüleni halk asla unutmayacak, tarih bunu büyük harflerle not etti.
TOPRAKLARIMIZI TERK ETMEYECEĞİZ, YENİ YAŞAMI BİRLİKTE KURACAĞIZ
Hala enkaz altındaki yakınlarını bekleyen insanlar “Ölümü kabullendik. En azından bir mezar taşı olsun” diyorlar. Buna rağmen enkaz kaldırma çalışmaları bu hassasiyetle değil, gelişigüzel yürütülüyor. Bu düzenin canlıya da ölüye de saygısı yok.
İktidarın bölgenin insansızlaştırılması, demografik yapısının ve kentin dokusunun geri dönüşümsüz şekilde değiştirilmesi planları olduğuna dair duyumlar yükseliyor. Antakya tarihsel olarak bu mayanın tutmayacağı yerlerin başında gelir. Çok dilli, inançlı, kültürlü ve en önemlisi birbiriyle uyum içerisinde yaşayan Antakya toplumu ilk elden kurduğu toplumsal dayanışma ağları ile de bu yanını gözler önüne serdi. Deprem enkazında kalan komşusuna el verdi, omuz verdi. “Tenekeden baraka yapsam da bu topraklardan çıkmam. Mahallemi terk etmem” dedi. İşte yeni yaşamı bu yaklaşım kuracak.
KENTLERİMİZİN KOKUSU VE DOKUSU ASLA KAYBOLMAYACAK
Tarifi imkânsız bir acı. Kelimeler yetmiyor yaşadıklarımızı anlatmaya. Göz yaşlarımız kurumuyor, kurumaz da. Yitirdiğimiz insanlara, dostlara, arkadaşlara, akrabalara, adını bilmediğimiz insanlara ağladık hep birlikte. Ve bir de yıkılan kentlerimize. Doğup büyüdüğümüz, çalıştığımız, içinde mücadele ettiğimiz kentlerimiz. Her biri birbirinden kıymetli ve tarih kokuyor.
Ve Antiochia… Milattan önce zuhur eden, çok tanrılı dinlerden bütün semavi dinlere beşiklik etmiş, farklı halkların ve inançların zengin mozaiği gibi kendi rengiyle yaşamayı başarabilmiş nadide ketlerden biri. Şu an bu antik kentin yarısından fazlası enkaz altında. Yüzyıllar önce benzer bir yıkımı yaşamış olan bu kent küllerinden yaratmış kendini yeniden.
Bütün zorluklara rağmen kendimizi de kentimizi de yeniden yaratacağız. Yeniden boy verecek, sarmaşık gibi tutunacağız yaşamın dallarına. Asi’nin Lübnan’dan taşıdığı sular yine mağrur mağrur dökülecek Akdeniz’in derinliklerine. Kentimiz/kentlerimiz yıkım yaşasa da kalanlarla yeniden dirilteceğiz. Renklerinin, dokularının, kokularının kaybolmasına asla izin vermeyeceğiz.
Kaynak: Artı Gerçek