fbpx

Bir mafya teşkilatlanması olarak parti-devlet rejimi – Dağhan Irak

Paylaş

Mutlaka okumuşsunuzdur; geçen hafta, CHP milletvekili Özgür Özel, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun müşavir/danışman kadrosundan eski Genç Sivil Emin Şen’in Ebabil Harekâtı nâmıyla bilinen bir trol çetesinin başında olduğunu, dahası harekatın Emniyet ve Jandarma sosyal medya hesaplarına da erişimi bulunduğunu kamuoyuna açıkladı.

Normal bir ülkede, böyle bir olay içişleri bakanının istifasına neden olurdu, ancak biliyorsunuz ülkemizde bakanların istifa etmesi gibi bir mefhum yok artık, ancak görevden aflarını talep edebiliyorlar. Soylu’nun görevini bırakması için yüzlerce neden sayılabilir, lâkin affını yalnızca bir kez, o da AKP içindeki başka kliklerle çatışırken konumunu güçlendirecek bir rest girişimi olarak istedi.

İstifanın bir hesap verebilirlik mekanizması olmaktan çıktığı bir ortamda, yerini ne aldı derseniz, daha Özgür Özel konuşurken, İçişleri Bakanlığı sitesi tahrif edilerek Emin Şen’in önce konumu değiştirildi, daha sonra da sayfa ortadan yok edildi. Olayın anındalığı düşünüldüğünde, bu hızlı ve sakarca operasyonda da Şen’in parmağı olduğunu speküle etmek mümkün.

Ebabil çetesiyle hiç tanışmamış olanlar için bir özet geçeyim. Bu çete, tahmin edilebileceği gibi, parti-devlet rejimiyle sıkı fıkı troller tarafından yönetiliyor, Özel’in açıklaması bu sıkı fıkılığın derecesinin devletten kadro almaya kadar uzandığını göstermesi açısından ilginç. Çetenin operasyon alanı her ne kadar Twitter olsa da operasyonların yönünün verildiği yer Telegram kanalı. Burada yöneticiler, kanaldaki güruha saldırılacak kişilerin/hesapların listesini veriyor, onlar da twit sildirmeye/hesap kapatmaya/kamuoyu yaratmaya çalışıyorlar.

Nerden mi biliyorum?

Nereden biliyorsun derseniz, saldırdıklarından biri benim, oradan biliyorum. 2020’de, Kızılay Başkanı Dr. Kerem Kınık, homofobik açıklamalar yaparak hem kendi meslek etiğine, hem de Anayasa’ya aykırı hareket ettiğinde, merakımdan Uluslararası Kızılay/Kızılhaç Konfederasyonu Başkanı Francesco Rocca’ya, aynı zamanda örgütün başkan yardımcısı Kınık’ın homofobik sözlerinin, konfederasyonun genel kanısı olup olmadığını sormuştum. Olay sonunda döndü dolaştı, konfederasyonun Kınık’ın sözlerini tasvip etmediğini açıklamasına kadar geldi. Sonra ne olduysa Kınık homofobik tweetlerini, konfederasyon da Kınık’a karşı yaptığı açıklamayı sildi.

Tam o sırada da Ebabil’in bana karşı harekâtı başladı. Kendi deyimleriyle ‘gavura vurur gibi’ saldırıp hesabımı kapatmaya çalıştılar. Olmadı tabii. Burada kendimi örnek vermem, Telegram’daki saldırı çağrılarının bir takipçim aracılığıyla bana ulaştırılmış olması, yani belgesini görmem. Yoksa, benim gibi onlarca kişiye saldırıyorlardır her gün, benim bir özelliğim yok.  

Bu vesileyle, iki meseleyi irdelemek isterim. Birincisi, AKP’nin sosyal medyayla ilişkisinin tarihsel seyri. İkincisi ve daha önemlisi ise parti-devlet rejiminin gayriresmi/gayrikanuni operasyon metotları. 

AKP’nin sosyal medya stratejisini üç fazla açıklayabiliriz: yok sayma-sansür-tahakküm. Geride bıraktığımız 15 yılda, iktidar partisi, sosyal medyayla ilişkisinde bu üç faz arasında gitti geldi.

Birinci faz

Facebook ve Twitter gibi sosyal medya platformlarının popülerleştiği 2000’lerin sonunda, hâkim stratejinin mümkün mertebe yok sayma, gerektiğinde de sansürleme şeklinde olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında sosyal medyada var olma, gündem belirleme, kanaat oluşturma gibi bir dertleri yoktu. Zira sosyal medyanın bir haber/tartışma platformu olarak etkisine inanmıyorlardı. Bu yıllarda başat medya platformları yazılı basın ve özellikle televizyonu ele geçirmeye çalıştılar, bunda başarılı da oldular. Bu yıllarda giderek politize olan sosyal medya tartışmalarında gerek bu stratejileri, gerekse dijital kültürel sermaye eksikleri nedeniyle hâkimiyeti AKP muhalifi şehirli orta sınıfa ve Kürt hareketine kaptırdılar. Bu sırada, sosyal medyada varlık göstermeye çalışan tek hükümet yandaşı grup Fethullahçılardı. Botlarla beslenen hashtag kampanyaları, anonim operasyon hesapları gibi taktikler, Fethullahçılar tarafından sahaya sürüldü. Tarikatın kurulan sansür mekanizmasında da rolü vardı. 2017’de Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), Dr. Ömer Fatih Sayan’ın kendi açıklamasına göre 15 Temmuz sonrasında BTK’nın çalışanlarının üçte biri, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) ise yüzde 85’i Fethullahçı çıkmıştı. Bu iki kurum, o yıllarda sansür mekanizmasının başlıca çarklarıydı.

2013’te AKP’nin internet stratejisinin tüm zaafları, iki olayla ortaya çıktı. 2012’de Erdoğan tarafından ‘hakara makara’ alanı olarak adlandırılıp görmezden gelinen Twitter, bir yıl sonra Gezi Direnişi’nde hem örgütlenme hem eylem hem de söylem belirleme alanı olarak öne çıktı. Aynı yılın sonunda ise Erdoğan’la ters düşen Fethullahçılar tarikatı, TİB ve BTK’daki insan kaynağını yasadışı dinlemeler üzerinden hükümetin üzerine saldı. 

İkinci ve üçüncü fazlar

Bu noktada, AKP sosyal medya stratejisinde ikinci ve üçüncü fazlara yüklenmeye başladı. Gezi sonrasında ‘Twitter’ın kökünü kazıma’ olarak ifade edilen yasaklama dalgası Anayasa Mahkemesi’nden dönünce, bu kez maaşlı trol orduları istihdam ederek gündem belirleme/manipüle etme stratejisi devreye girdi. Ancak bu stratejinin iki temel zaafı vardı…

Birincisi, AKP giderek daha da fazla ‘tek adam’ hareketi hâline geldiğinden özgür düşünce ve çoğulculuk neredeyse sıfıra inmiş, sosyal medyadaki varlık da tıpkı gazetelerin aynı manşetle çıkması gibi, aynı sözleri tekrar etme şeklinde ortaya çıkabilmişti. Bu da eylem/söylem zenginliğini kısıtlıyor, zaman zaman “Bizde çok adam bulunur” kampanyası gibi gülünçlüklere neden oluyordu. AKP zaman içinde iyiden iyiye bir ‘Reis’e ve gücüne taparlık tarikatı’na dönüştüğünden, bu arıza hiçbir zaman giderilemedi. Aksine, tek derdi ‘Reis’i memnun etmek’ olan bir operasyona dönüştü.

İkincisi ise tek adamcılığın ve tek sesliliğin giderek daha da hâkim olması, ironik bir şekilde farklı çıkar gruplarının ortaya çıkmasına yol açtı. AKP içindeki farklı klikler ki bunlara tarikatları, MHP’yi, ulusalcıları da ekleyelim, Erdoğan’a yakın olup kendi gündemlerini empoze edebilmek için diğer kliklerle hesap görmeye başladı. Ortalık yerde, yani sosyal medyada, iki bakanın yanlıları futbol üzerinden çatışabiliyordu mesela, üstelik milletvekilleri bile dahil oluyordu bu kavgalara. Bu durum sosyal medyaya özgü ya da illâ ki ondan doğan bir durum değildi şüphesiz. Yeni rejim, kendi dev bürokrasisini, bu GDO’lu bürokrasi de mafyalaşmayı beraberinde getirmişti.

Ebabil Harekâtı gibi çeteler de parti-devlet rejimi bürokrasisi içindeki kliklerin ‘bindirilmiş kıtalar’ı olarak ortaya çıktı, tabii ki para, güç ve mevki karşılığında. Buna 2013-14 döneminde istihdam edilen AK Troller’in mutant versiyonları da diyebiliriz. İlk troller, para ve güç elde etmeye çalışsalar bile öncelikli olarak Erdoğan’ın kültür savaşına hizmet ediyorlardı. Ebabil gibi çeteler ise parti-devlet bürokrasisi içinde kendi gündemleri ve çıkar savaşları olan mafya örgütlenmelerinin uzantısı olageldi. 

İşte burada ikinci ve daha önemli meseleye geliyoruz. AKP, baştan itibaren öncelikle kendi çıkarını kovalayan bir siyasi hareketti, tüm sağ partiler gibi. Bu bakımdan, Demokrat Parti’den ya da Anavatan Partisi’nden pek bir farkı yoktu. Sağcılığın genel düsturu olan ‘Bal tutan parmağını yalar’ı şiar ediniyor, yolsuzluğu günlük işlemin içine yerleştiriyordu. 2010’larda ise çıkar amacıyla suç işleyen bir siyasi örgütlenme olmaktan çıkıp siyasi parti görünümü verilmiş bir çıkar amaçlı suç örgütüne dönüştü. Asıl kimlik partiden mafya teşkilatlanmasına dönüşünce de işleri kitabına uydurabilmek amacıyla pek çok gayriresmi/gayrikanuni teşkilat yaratıldı.

Bu tip teşkilatlanmaların prototipi olan ve vaktinde bizzat devletin pis işlerini görmek için kurulmuş MHP de 2015’ten itibaren iktidar mekanizmasına katılınca mafyalaşma hızlandı. 2018’de parti-devlet rejiminin ilânıyla beraber bu mafya teşkilatlanmaları, devletin içine eklemlendi. Bugün hangisi devlet, hangisi mafya ayırt etmek mümkün olmadığı gibi, böyle bir ayrım yapmaya çalışmak da beyhude.

Standart bir devletin, hele ki Türkiye tarihinde, gayrimeşru işleri kanuni kılıflara sokarak yürütmesine aşinayız. Ancak mafyalaşmış devlette, kanunilik artık lüzumsuz bir aksesuara dönüşmüş vaziyette. Kaldı ki devletin işlemlerinin kanuniliğini denetleyecek bir kurum da kalmamış durumda. Bugün hâlâ birtakım hukuksuzluklar engelleniyorsa bunun nedeni devlet mekanizması içindeki farklı iktidar odaklarının birbirleriyle çatışmasından kaynaklı tesadüflerden ibaret. Çatışmaların dozu artınca, tesadüflerin sayısı da artıyor. 

Son not

Bir son not da bir sonraki dönemde iktidara talip olanlar için düşelim.

Özellikle devletperverlikleri de düşünüldüğünde Altılı Masa ortaklarının mafyalaşmış devlet sisteminin boyutlarını tam idrak edip edemeyeceği büyük bir muamma. Mafya-devlet içindeki çatışmaların neticelerini ‘namuslu bürokratların devleti kurtarma çabaları’ gibi okumaları kaygı verici. Dahası, konuyu idrak etseler dahi, mekanizmayı yok etmeye muktedir, hatta gönüllü olacakları da belirsiz.

Mesele, Meral Akşener’in 1990’larda ‘Susurluk’la mücadele ettiği’ gibi ele alınacaksa devletin mafyalaşması kalıcı bir hâl de alabilir. Her geçen gün cumhurbaşkanlığına daha fazla heves eden ve sağcı ortaklarına bu yolda daha da çok taviz veren Kemal Kılıçdaroğlu’nun yola beraber düştüğü grupların, mafyalaşmış devletin oluşumuna şu veya bu şekilde bir dönem dahil olduğunu hatırlaması gerekir. Aksi takdirde, söyleşisi sırasında ekranda beliren kontrgerilla reklamları, mafya-devletle son yüzleşmesi olmayacaktır, AKP gitmiş olsa dahi. 

[email protected]

@daghanirak

Kaynak: Diken