fbpx

Sistematik devlet terörü: Metin, Hrant, Tahir, Sakine…

Paylaş

Metin Göktepe’nin katledildiği gün ben de gözaltına alınanlar arasındaydım.

Cezaevlerinin tabutluk haline getirilmesini protesto etmek için 13 Aralık 1995 günü Ümraniye Cezaevinde başlayan gerilim sonucu 4 Ocak 1996’da devrimci tutsaklardan Gültekin Beyhan, Abdülmecit Seçkin, Rıza Boybaş ve Orhan Özen hayatını kaybetmiş onlarcası da yaralanmıştı. Hayatını kaybeden devrimci tutsaklardan Orhan Özen ve Rıza Boybaş’ın cenaze törenlerini gerçekleştirmek üzere 8 Ocak 1996 günü Alibeyköy Pir Sultan Abdal Cemevi’ne doğru Nurtepe’den kaldırdığımız minibüsle Güzeltepe’den Yeşilpınar’a doğru yol alırken çevredeki olağanüstü polis-asker önlemi dikkatimizi çekmiş ve “zor bir gün olacak” demiştik birbirimize. Saya Yokuşu’nun başına gelmiştik ki aracımız durduruldu, araçtaki herkes ite kaka gözaltına alındık ve Alibeyköy Karakolu’na götürüldük. Biz Karakola ulaştığımızda nezaret zaten hınca hınç dolmuştu zaten. Öyle ki Alibeyköy Karakolunun alt katındaki nezaretlerin tamamı dolmuş, nezaretin koridor alanı da fiilen nezaret haline getirilmişti. Orada Alibeyköy Spor Salonu’nun da karakol haline getirildiğini, çok fazla insanın gözaltında olduğunu öğrendik zaten.

“İstanbul’a kafa koparmaya”ya geldiğini söyleyen Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, cenazeye katılmak için gelen herkesin gözaltına alınması talimatını vermiş ve bin kişinin üzerinde insan gözaltına alınmıştı o gün. Gözaltına her yeni gelen bir haber getiriyor ve ağır yaralıların olduğu (hatta isim telafuz edilmiyordu ama) ölümlerin olduğu haberi tüm nezarete yayılmıştı. Biz gözaltı kaydı, hastaneye sevk falan beklerken polisler geldi ve hepiniz serbestsiniz deyip kapıları açtı. Şaşırmıştık tabi. Sonrasında öğrendik olan biteni.

Metin Göktepe de gözaltına alınanlar arasındaydı ve Alibeyköy Spor Salonunda polisler tarafından katledilmiş, herkes serbest bırakılırken Göktepe’nin cenazesi de daha sonra üzerinden düştüğü iddia edilecek duvarın dibine bırakılmıştı.

Haberin duyulması ve yayılması sonucu başta Evrensel Gazetesi yöneticileri olmak üzere İnsan Hakları örgütleri Metin Göktepe’nin akıbetinin peşine düşmeye başlayınca önce Göktepe’nin gözaltına hiç alınmadığı söylenmiş, ertesi gün ise güya Göktepe’nin cenazesi bir duvar dibinde “bulunmuştu”. Dönemin Eyüp C. Savcısı Erol Canözkan’a göre Metin gözaltına alınmamıştı. Kayıtlarda ismi yoktu. Herhalde fotoğraf çekmek için bir duvarın üstüne çıkmış ve buradan düşerek ölmüştü. Ya da daha önceden var olan bir hastalıktan ötürü fenalaşmış ve çay içmek için oturduğu sandalyeden düşerek ölüvermişti. Eyüp Savcısı “olay tutanağında” bunları yazdı.

Katliamın üzerine gidince ve Metin’e uygulanan ağır polis şiddetinin tanıkları ortaya çıkınca bu kez de Göktepe’nin gözaltına alındığını kabul edildi, ancak akşam üzeri serbest bırakıldığı, sonra Eyüp’te bir çay bahçesinde otururken fenalaşarak oturduğu sandalyeden düştüğünü ve burada öldüğünü yalanı piyasaya sürüldü.

Bu yalan da tutmadı elbette. İHD, Gazeteci Örgütleri, Evrensel Gazetesi, tüm Siyasi yapılan olayın üzerine gitmeye devam etti ve sorumlular katliamı kabul etmek zorunda kalıp dönemin İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan tarafından orada görev yapan polisler hakkında soruşturma başlatıldığı açıklaması yapıldı.

Elbette bu yeterli değildi. Sadece Metin Göktepe’yi katleden polisler değil, bu emri verenler de yargılanıp cezalandırılmalıydı. O dönemin Başbakanı Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan, İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar, Eyüp İlçe Emniyet Müdürü M. Ali Aydın Aydemir de hesap vermeliydi.

Soruşturma ve sonrasındaki sadece olay yerinde görevli olan polis memurları Saffet Hızarcı, Fedai Korkmaz, Murat Polat, Burhan Koç. İlhan Sarıoğlu, Selçuk Bayraktar, Metin Kuşat, Tuncay Uzun, Fikret Kayacan, Seydi Battal Köse, Şuayip Mutluer’in dosyası diğerlerinden ayrıldı. Mahkeme, Sarıoğlu, Bayraktaroğlu, Mutluer, Hızarcı ve Köse hakkında açıldı, polisler görevden el çektirildi.

Dava yıllarca İstanbul’dan Aydın’a, Aydın’dan Afyon’a o ilden o ile, o mahkemeden o mahkemeye süründürülürken Göktepe’nin yoldaşları, devrimci ve demokratik kamuoyu, İnsan hakları örgütleri davanın peşini hiç bırakmadı. Bir sonraki dönemin İşçileri Bakanı Meral Akşener’in emri ile 27 Aralık 1996’da cinayet suçundan yargılanan ve daha önce açığa alınmış 11 polis memuru görevlerine iade edildi. Kamuoyunun yoğun tepkisi sonucu İçişleri Bakanı Meral Akşener bu kararını geri çekmek zorunda kaldı.

Bir derin devlet operasyonu olarak sürdürülen dava baştan aşağı hukuk garabetiydi. Dava sonucunda emri veren esas sorumlular hiçbir şekilde davaya dahil edilmezken yargılanan 11 polisten sadece 6 tanesi “kastı aşan fiil neticesinde ölüme neden oldukları” gerekçesi ile yedi sene altı ay hapis cezasına mahkum edildi.

“Tetiği çeken” polislerin bir kısmının da olsa ceza alması çok önemliydi elbette. Ancak katliamın kararını verenleri yargılamayı başaramadığımız için İstanbul’da Hrant’ın, Amed’de Tahir Elçi’nin, Paris’te Sakine Cansız ve yoldaşlarının katledilmesiyle “devlet terörü” hala devam ediyor.

Ya demokrasi güçleri olarak kazanacak ve tüm katliamların hesabını soracağız, ya da yüz yıllık katliamcı, soykırımcı gelenek yoluna devam edecek. Ezilenlerin ve emekçilerin kısa, orta ve olabildiğince uzun dönem planlamalarında ortaklaşıp, birleşik, bağımsız, sürekli, sistemli bir mücadeleyi güçlendirmekten başka yolumuz yok.

Metin Göktepe ve devlet teröründe tüm yitirdiklerimizin anısına…

Tuncay Yılmaz

08.01.2023