fbpx

Amerika Birleşik Devletleri’nde Siyasi Şiddetin Yükselişi(2/2)*- Rachel Kleinfeld

Paylaş

2017 ve 2020 yılları arasında, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler şiddeti meşrulaştırma konusunda son derece yakındı; Demokratlar şiddete göz yummaya biraz daha yatkındı – Cumhuriyetçilerin şiddete desteğinin arttığı Kasım 2019’da, Trump’ın ilk azledilmesinden bir ay önce hariç. Her iki taraf da benzer şekilde yüksek düzeyde insanlıktan çıkarıcı düşünce ifade etmiştir: Demokratların yüzde 39’u ve Cumhuriyetçilerin yüzde 41’i karşı tarafı “düpedüz kötü” olarak görürken, Demokratların yüzde 16’sı ve Cumhuriyetçilerin yüzde 20’si rakiplerinin “hayvan gibi” olduğunu söyledi. Bu tür duygular şiddet için psikolojik hazırlığa işaret edebilir. Ayrı bir kamuoyu yoklaması daha düşük ancak yine de benzer seviyeler bulmuştur: Ekim 2020’de Demokratların yüzde 4’ü ve Cumhuriyetçilerin yüzde 3’ü, parti liderlerinin seçimin çalındığını iddia etmesi halinde siyasi rakiplerine yönelik saldırıların haklı olacağına inanmıştır; Demokratların yüzde 6’sı ve Cumhuriyetçilerin yüzde 4’ü böyle bir durumda maddi hasarın kabul edilebilir olduğuna inanmıştır.

Bu paralel tutumlar, Cumhuriyetçilerin muhaliflere ve muhalefet liderlerine yönelik çevrimiçi tehdit ve tacizlere daha fazla tolerans göstermesine rağmen, partizan sıralama ve sosyal baskıların tüm Amerikalılar üzerinde eşit derecede etkili olduğunu göstermektedir. Yine de her iki tarafta da artan siyasi şiddet olayları, sağ tarafta çok daha yaygın olmuştur. Sağ neden şiddet duygularıyla hareket etmeye daha istekli olmuştur?

İpucu Ekim 2020’de tutumlardaki ani değişimde yatmaktadır; Cumhuriyetçilerin şiddeti onaylama oranları yıllarca benzerlik gösterdikten sonra, Kalmoe ve Mason’ın şiddetin kabul edilebilirliğine ilişkin sorularının her birinde aniden sıçrama göstermiştir; bu bulgular diğer anketlerde de tekrarlanmıştır. Ocak 2020’de Cumhuriyetçilerin yüzde 41’i “vatansever Amerikalıların yasaları kendi ellerine almak zorunda kalacakları bir zamanın geleceği” konusunda hemfikirken; bir yıl sonra, 6 Ocak ayaklanmasından sonra, Cumhuriyetçilerin yüzde 56’sı “seçilmiş liderler Amerika’yı korumayacaksa, şiddet eylemi gerektirse bile halk bunu kendisi yapmalıdır” görüşüne katılmıştır. Ahlaki kopuş da zirve yaptı: Şubat 2021 itibariyle, Cumhuriyetçilerin üçte ikisinden fazlası (ve Demokratların yarısı) diğer partiyi “düpedüz kötü” olarak görürken; Cumhuriyetçilerin yüzde 12’si Demokratların insandan daha az kötü olduğuna inanıyordu.

Çalınan 2020 seçimlerine ilişkin yanlış anlatı, siyasi şiddete olan desteği açıkça artırmıştır. Seçimlerin hileli olduğuna inananların darbeleri ve silahlı vatandaş isyanlarını destekleme olasılığı çok daha yüksekti; Şubat 2021 itibariyle Cumhuriyetçilerin dörtte biri, siyasi hedeflerini ilerletmek için devlet binalarını şiddet kullanarak ele geçirmenin en azından “biraz” haklı olduğunu düşünüyordu. Bu siyasi güdümlü yanlış anlatı, 2016’dan bu yana siyasetçilerin sağ ve sol arasındaki şiddet farkını körüklemedeki rolüne işaret etmektedir. İsrail ve Almanya’da görüldüğü üzere, ülke içindeki teröristler, siyasetçilerin şiddeti teşvik ettiği ya da yetkililerin buna müsamaha göstereceği inancından cesaret almaktadır.

Politikacıların seçim sonuçlarını etkilemek için toplumsal şiddeti kışkırtması alışılmadık bir durum değildir. Kuzey Kenya’da seçmenler buna “uzaktan kumandayla savaş” diyor. Kaybetmekten korkan görevdeki liderler, potansiyel rakiplerini sindirmek, tabanlarını oluşturmak, oy verme davranışını ve seçim günü oy sayımlarını etkilemek ve tüm bunları başaramazlarsa kendilerini gündemde tutmak ya da en azından hapse girmemek için seçim şiddetini kullanmaya özellikle eğilimlidirler. Toplumsal şiddet, 2007’de Kenya’nın Rift Vadisi’nde ve Yeniden Yapılanma sırasında ABD’nin güneyinde olduğu gibi, seçim bölgelerinin demografik yapısını değiştirerek muhalif seçmenleri tartışmalı bölgelerden uzaklaştırabilir. Bangladeş’te 1990’lardan bu yana, Pakistan’da 1990’lardan 2013’e kadar ve ABD’nin güneyinde 1960’larda olduğu gibi, şiddet içeren gözdağı seçmenleri sandıktan uzak tutabilir.

Kenya ve Hindistan’da olduğu gibi, toplumsal şiddet genellikle siyasi olarak uygun olduğu tartışmalı bölgelerde alevlenir. Benzer şekilde, Amerika Birleşik Devletleri’nde de siyasi şiddet en çok Asyalı Amerikalı ve Hispanik Amerikalı göçünün en hızlı arttığı banliyölerde, özellikle de Cumhuriyetçilerin hakim olduğu kırsal alanlarla çevrili Demokratların yoğun olduğu metropollerde görülmüştür. 1960’lardaki beyaz kaçışının demografik değişimle buluştuğu bu bölgeler, sosyal çekişme alanlarıdır. Aynı zamanda siyasi olarak çekişmeli bölgelerdir. Tutuklanan 6 Ocak isyancılarının çoğu Trump’ın kalelerinden ziyade bu bölgelerden geliyordu. Seçim sonrası şiddet politikacılar için de faydalı olabilir. Oylarının çalındığına inanan öfkeli seçmenleri, 2007’de Kenya’da ve 2019’da Afganistan’da olduğu gibi, nihai sayımları etkilemek veya engellemek ya da güç paylaşımı müzakerelerinde koz elde etmek için şiddet kullanmaya yönlendirebilirler.

Tüm siyasi şiddet doğrudan seçim amacına hizmet etmez. Bir grubu savunmak için şiddet kullanmak üyeleri gruba bağlar. Bu nedenle şiddet, seçmen “yoğunluğu” oluşturmanın özellikle etkili bir yoludur. 1932’de İngiliz Faşistler Birliği’nin siyah giyimli genç militanları İngiltere sokaklarında dolaşarak kavga çıkarıyor ve Yahudileri taciz ediyordu. Yeni kurulan partinin liderliği, “kara gömlekliler” ne zaman şiddetli çatışmalara girse profilinin büyüdüğünü fark etti. İki yıl sonra, parti yaklaşık on beş bin kişinin katıldığı bir miting düzenledi ve bu miting kara gömlekliler ile antifaşist protestocular arasında acımasız bir arbedeye dönüştü. Çatışmanın ardından (tamamen spontane olmayan) insanlar sonraki iki gün ve gece boyunca partiye katılmak için kuyruğa girdi ve üyelik yükseldi. Her organizatörün bildiği gibi, etkili bir seferberlik için destekçilerin ilgisini canlı tutmak gerekir. Silah haklarının Cumhuriyetçi kimlikteki rolü göz önüne alındığında, silahlı mitingler destekçileri harekete geçirebilir ve bağış toplamayı artırabilir. Ancak otomatik silahlar taşıyan kalabalıkların barışçıl mitingleri bile karşıt görüşteki insanları korkutabilir.

Son olarak, siyasetçiler seçimle ilgili olmayan şiddet eylemlerinden kişisel olarak fayda sağlayabilirler. Güney Afrika’da eski devlet başkanı Jacob Zuma, memleketi olan Kwa-Zulu Natal eyaletindeki şiddet yanlısı suç gruplarıyla bağlarını geliştirmek için yıllarını harcadı. Görevden alınıp yolsuzluktan yargılandığında ve mahkemeye saygısızlıktan hapis cezasıyla karşı karşıya kaldığında, Güney Afrika’da apartheid döneminden bu yana görülmemiş ölçekte bir şiddet ve yağma olayını teşvik etmek için bu bağlantıları devreye soktu. Büyük eşitsizlik, işsizlik ve diğer sosyal nedenler makul bir inkar edilebilirliğe izin veriyordu – siyasi bağları olmayan birçok yağmacı sadece kavgaya katılıyordu. Zuma, bu yazı yazıldığı sırada, açıklanmayan “tıbbi nedenler” nedeniyle hapse girmekten kaçındı.

Seçim kuralları, kimlik bölünmelerinden faydalanarak kazanmayı mümkün kılar: Amerika Birleşik Devletleri gibi bölünmüş toplumlardaki çatlaklar seçim sistemleri tarafından hafifletilebilir ya da güçlendirilebilir. ABD seçim sistemi, küresel olarak daha fazla şiddetle ilişkili özellikler içermektedir. Az sayıda seçmenin sonuçları değiştirebilmesi nedeniyle, kazanan herkesin oy kullandığı seçimler özellikle şiddete meyillidir. İki partili sistemler de, belki de kutuplaşmayı derinleştiren biz-onlar dinamikleri yarattıkları için, çok partili sistemlere göre şiddetle daha fazla ilişkilidir. Çok partili sistemler, Almanya için Alternatif veya Yunanistan’daki Altın Şafak gibi daha aşırı partilerin temsiliyet kazanmasına olanak tanısa da, diğer partilerin ortak bir tehdide karşı birlikte çalışmasını da sağlar. ABD sistemi daha kırılgandır. İki partili sistem, Amerika Birleşik Devletleri’nde yıllarca yaşandığı gibi, uç görüşlerin temsil edilmesini engelleyebilir; örneğin Amerikan Bağımsız Partisi adayı George Wallace 1968’de halk oylarının yüzde 14’ünü kazanmış ancak temsil edilmemiştir. Yine de parti ön seçimleri yüksek partizan seçmenlerin katıldığı düşük katılımlı yarışmalar olma eğiliminde olduğundan, küçük gruplar ana akım bir parti üzerinde büyük bir etki kazanabilir. Böyle bir durumda aşırı uçtaki politikacılar siyasi yelpazenin yarısını kontrol altına alabilir ve bu da o partinin seçmenlerine gidecek hiçbir yer bırakmaz.

Şiddete karşı zayıf kurumsal kısıtlamalar: Amerika Birleşik Devletleri bugün özellikle üç kurumsal zayıflıktan muzdariptir: yürütme ve yasama organları arasındaki anlaşmazlıkları karara bağlamanın başkanlık çoğunluk sistemlerine özgü zorluğu, eyalet yasama meclislerinin seçim gücünü artıran son yasal kararlar ve kolluk kuvvetleri ile mahkemelerin siyasallaşması.

Juan Linz, Amerika Birleşik Devletleri dışında çok az başkanlık çoğunlukçu sisteminin sürekli demokrasiler olarak ayakta kalabildiğini belirtmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri yürütme ve yasama organları arasındaki anlaşmazlıkların çözülmesi sorunuydu. Her ikisi de halk tarafından seçildiğinden, farklı partilerin elinde olduklarında ikisi arasındaki çıkmazlar şiddet yoluyla çözüme davetiye çıkarmaktadır. Böyle bir dinamik on dokuzuncu yüzyıl boyunca sadece Yeniden Yapılanma Güneyinde değil, Pennsylvania, Maine, Rhode Island ve Colorado’da da eyalet düzeyinde seçim şiddetine yol açmıştır. Bu nedenle, geçtiğimiz yıl dokuz eyaletin partizan organlara, özellikle de eyalet yasama meclislerine daha fazla yetki veren yasalar çıkarması özellikle endişe vericidir. ABD Yüksek Mahkemesi de yakın zamanda eyalet yasama meclislerine seçimler üzerinde daha fazla yetki veren birkaç karar almıştır. Bu eğilimler, gelecekteki siyasi şiddete karşı kurumsal koruyucuları zayıflatmaktadır.

Hukuk ve adalet kurumlarının bir partiye veya kimlik bölünmesinin bir tarafına daha yakın olduğuna inanıldığında, siyasi şiddet daha olası hale gelir. Uluslararası örnekler, sonuçlarına katlanmadan şiddet uygulayabileceklerine inanan grupların bunu yapma ihtimalinin daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. ABD adalet sistemi, polisi ve ordusu, yaygın seçim şiddetiyle karşı karşıya kalan gelişmekte olan demokrasilerin çoğundan çok daha profesyonel ve daha az politize olmuş durumdadır. Polisin bir tarafı kayırdığına dair uzun süredir devam eden algılar, 2020 yılı boyunca polisin sol görüşlü protestolarda sağ görüşlü protestolardan çok daha fazla güç kullandığını gösteren Silahlı Çatışma Yeri ve Olay Verileri Projesi (ACLED) verileriyle desteklenmektedir. Bu muhafazakâr ideolojik eğilime rağmen, parti aidiyeti ve duygular daha karmaşıktı: Kolluk kuvvetleri aynı zamanda sağcı milislerin de hedefiydi ve sendika üyeliği ve polisi Demokrat Parti’ye bağlayan diğer kesişen kimlikler nedeniyle (bağışlara dayalı) partizan bağlılık daha önce karışıktı. Ancak 2020’de bireysel kolluk kuvvetlerinin siyasi partilere yaptığı bağışlar artmış ve Cumhuriyetçi Parti’ye daha fazla yönelmişlerdir. 2020’deki kutuplaştırıcı olayların polislerin kendilerini sağa çekmelerine ve partizanlıklarını derinleştirmelerine yol açtığını düşündürmektedir.

Bu Trendler Nasıl Tersine Çevrilebilir?
Beş temel alanda yapılacak müdahaleler Amerika Birleşik Devletleri’nde siyasi şiddet tehdidinin etkisiz hale getirilmesine yardımcı olabilir: 1) seçim güvenilirliği, 2) seçim kuralları, 3) polislik, 4) önleme ve yönlendirme ve 5) siyasi söylem. Atılacak en iyi adımlar iktidarda kimin olduğuna ve şiddeti kimin uyguladığına bağlıdır. Seçimlerin güvenilirliğini artırmaya ve polisi eğitmeye yönelik teknik tedbirler devletin kasıtsız şiddetini azaltabilir. Ancak, çoğu zaman olduğu gibi, iktidardaki parti şiddeti teşvik ediyorsa bu tür teknik çözümler başarısız olacaktır. Bu durumda, partilerin ve liderlerin anlaşmalar yapmasına veya şikayetlere arabuluculuk etmesine yardımcı olmak için perde arkasındaki çabalar bazen şiddeti uzak tutabilir. Örneğin Kenya’da 2007 yılında seçim şiddetine öncülük etmekle suçlanan iki muhalif siyasetçi güçlerini birleştirerek başkan ve başkan yardımcısı olarak aday oldular; ittifakları 2013 yılında barışçıl bir seçim yapılmasını sağladı. İronik bir şekilde, güçlü kurumlar, düşük yolsuzluk seviyeleri ve kurumsallaşmış elit anlaşma yapma yöntemlerindeki (Kongre tahsisatları gibi) azalmalar ABD’de bu tür pazarlıkları daha zor hale getirmektedir. Bununla birlikte, ABD’ye seçimler ve kanunların uygulanması açısından alışılmadık derecede yüksek federalizm düzeyi yardımcı olmaktadır, çünkü “devletin” bir bölümü reforma karşı hareket ediyorsa, başka bir düzeyde hala mümkün olabilir.

Daha güvenilir seçimler: Her ne kadar 2020 ABD seçimlerinde yaygın bir sahtekarlık yaşanmamış olsa da, uluslararası seçim uzmanları ABD seçim sisteminin eskimiş ve başarısızlığa meyilli olduğu konusunda hemfikir. Siber güvenliği artıran, seçim görevlilerini koruyan, oy pusulaları için kağıt izi sağlayan ve diğer önlemlerin yanı sıra seçim yönetimi için uygun eğitim ve finansman sağlayan Oy Verme Özgürlüğü Yasası önerisi, her iki tarafın da lehine olacak ve sorunlu bir sistemi destekleyecek türden iki partili bir uzlaşma sunabilir. Ancak muhtemelen olduğu gibi siyasi bir sopaya dönüştürülürse, mükemmel hükümlerine rağmen seçmenlere güven vermeyecektir.

Seçim kurallarının değiştirilmesi: Politikacıların şiddeti bir kampanya stratejisi olarak kullanıp kullanmayacağı seçim sisteminin doğasına göre şekillenir. Steven Wilkinson tarafından Hindistan üzerine yapılan ufuk açıcı bir çalışma, politikacıların kazanmak için azınlık oylarına ihtiyaç duydukları yerlerde azınlıkları koruduklarını; ihtiyaç duymadıkları yerlerde ise şiddeti teşvik etme olasılıklarının daha yüksek olduğunu öne sürmektedir. Bu mantıkla, Kongre’de Afro-Amerikan temsilini sağlamak için çoğunluğu azınlık olan bölgelerin belirlenmesine izin veren 1965 tarihli ABD Oy Hakkı Yasası’nın 2. Bölümü, kalan bölgelerde Cumhuriyetçilerin kazanması için azınlık oylarını gereksiz hale getirerek istemeden de olsa şiddeti teşvik edebilir. Azınlık temsili başlı başına değerli bir demokratik hedef olsa da, Cumhuriyetçilerin kazanmak için azınlık oylarına ihtiyaç duyduğu -ve Demokratların kazanmak için beyaz oylara ihtiyaç duyduğu- bölgeler yaratmak şiddet olasılığını azaltabilir.

Aşırılık yanlılarının seçilip seçilmemesi ve seçmenlerin temsil edildiklerini hissedip hissetmemeleri ya da demokrasinin barışçıl sürecinden hayal kırıklığına uğrayıp uğramamaları da seçim sistemi tasarımından etkilenebilir. Bu nedenle çatışma sonrası ülkeler genellikle seçim kurumlarını yeniden tasarlar. Örneğin, Kuzey İrlanda’daki sorunları sona erdiren 1998 Hayırlı Cuma Anlaşması’nın önemli bir maddesi, temsil duygusunu arttırmak için çok üyeli bölgelerle bir tür sıralı seçim oylaması getirilmesini içeriyordu. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde çeşitli reform tedbirlerini savunan kuruluşlar bulunmaktadır – örneğin, ön seçimlerin kaldırılması ve sıralı seçim oylaması biçimlerinin getirilmesi veya milletvekillerinin seçilmek için oyların çoğunluğunu kazanmasının zorunlu kılınması (şu anda sadece bir avuç eyalette durum böyledir) – bu, seçmen memnuniyetini ve temsilini artırırken daha az aşırılık yanlısının güç kazanmasıyla sonuçlanabilir.

Daha adil polislik ve hesap verebilirlik: Kutuplaşmanın yüksek olduğu ortamlarda bile, dışsal caydırıcılık ve toplumsal normlar genellikle insanların siyasi şiddete başvurmasını engeller. Şiddete meyilli partizanlar, partileri iktidarda olsa bile sorumlu tutulacaklarını bilmelidir. Bu arada azınlık toplulukları da devletin kendilerini koruyacağına dair güvenceye ihtiyaç duymaktadır.

Bir dizi polis reformu önlemi yardımcı olabilir. Gerginliği azaltma teknikleri ve şiddet içermeyen protesto ve kalabalık kontrolü konularında polis eğitimi, psikolojik baskı altındaki memurlara destek, iç tehditlere ilişkin daha iyi istihbarat toplama ve paylaşımı ve daha temsiliyetçi polis güçleri hem siyasi şiddeti hem de polis şiddetini caydırmaya yardımcı olacaktır. Bu tür çabaların kamuoyuna duyurulması, hükümetin siyasi şiddete müsamaha göstermeyeceğini topluma gösterecektir.

Bu arada, yetkililere yönelik şiddet, kışkırtma ve inandırıcı tehditler için hızlı adalet – örneğin kısa da olsa hızlı hapis cezaları – sinyal verme ve caydırıcı değeri açısından da çok önemlidir. Taciz, gözdağı ve siyasi şiddeti suç sayan yasalar da böyledir.

Önleme ve yeniden yönlendirme: Laboratuvar deneyleri, iç normların, bireylere bir gün aşırılık yanlısı inançlar aşılamaya çalışabilecekleri ya da siyasi şiddet eylemlerine katılmalarını sağlayabilecekleri yönünde uyarılar “aşılanarak” güçlendirilebileceğini ortaya koymuştur. Kimse manipüle edilmekten hoşlanmadığı için, önceden uyarılanlar buna karşı zihinsel savunmalarını düzenlerler. Bu teknik, gençlerin radikalleşmesini önlemek için umut verici görünse de, inançları güçlü bir şekilde yerleşmiş olan daha yaşlı partizanlar arasında daha fazla test edilmesi gerekmektedir.

Aşırı sağcı şiddet eylemlerine katılanların önemli bir kısmı da ruhsal sıkıntı içindedir. İnternette aşırı sağcı şiddet içeriklerini arayan kişilerin ruh sağlığı reklamlarına tıklama olasılığı yüzde 115 daha fazladır; planlı nefret suçları işleyenler, genel suçlu nüfusuna göre daha fazla ruhsal hastalık belirtisi göstermektedir. Moonshot CVE gibi gruplar, aşırı sağcı içerik arayan kişileri depresyon ve yalnızlık için yardım hatlarına ve şiddet yanlısı gruplardan ayrılmak için yardıma yönlendirebilecek hedefli reklamlar denemektedir.

Siyasi söylem: Siyasi liderler kendi taraflarındaki şiddeti kınadıklarında, partizanlar onları dinler. Biden ve Trump’tan alıntılar kullanılarak yapılan deneyler, liderlerin söylemlerinin şiddeti azaltma ve caydırma gücüne sahip olduğunu göstermektedir – eğer kendi taraflarına karşı konuşmaya istekliyseler.

Sosyal ve siyasi parti örgütlenmesindeki uzun vadeli eğilimler, izolasyon, güvensizlik ve eşitsizlik, pandemi ile birlikte bireysel psikolojik sağlığı ve sosyal uyumu büyük bir baskı altına sokmuştur. Kalmoe ve Mason’ın anketleri, Şubat 2021’de Cumhuriyetçilerin beşte birinin ve Demokratların yüzde 13’ünün, yani 65 milyondan fazla insanın acil şiddetin haklı olduğuna inandığını ortaya koymuştur. Sadece küçük bir kısmı ciddi olsa bile, bu kadar büyük sayılar bir ülkeyi stokastik terörizm riski altına sokar – yani, kamuya mal olmuş bir figürün şiddeti kışkırtması halinde bir yerlerde birilerinin (kim olduğunu tahmin etmek imkansız olsa da) harekete geçeceği istatistiksel olarak neredeyse kesin hale gelir.

Dolayısıyla, sosyal faktörler koşulları yaratmış olsa da, siyasetçiler çırayı yakacak kibriti ellerinde bulundurmaktadır. Son yıllarda, sağdaki bazı adaylar şiddet içeren söylemler kullanmaya ve nefret yayan gruplarla ilişki kurmaya özellikle istekli olmuştur. Ancak Demokratlar da bu eğilimlerden muaf değil. Aşırı solda şiddet sağa kıyasla çok daha düşük olmakla birlikte artmaktadır. Ateşli silah endüstrisi ticaret birliği, 2020 yılında tüm yasal silah satışlarının yüzde 40’ının ilk kez silah satın alanlara yapıldığını ve bu beş milyon yeni silah sahibinin yüzde 58’inin kadın ve Afrikalı Amerikalı olduğunu ortaya koymuştur. Kalmoe ve Mason’ın Şubat 2020’de yaptığı ankete göre Demokratların yüzde 11’i ve Cumhuriyetçilerin yüzde 12’si, kendi siyasi hedeflerine ulaşmak için muhalif siyasi liderleri öldürmenin en azından “biraz” haklı olduğunu düşünmektedir. Hem solun hem de sağın giderek daha fazla silahlanması, karşı tarafı kötü ya da insanlık dışı olarak görmesi ve siyasi şiddetin meşru olduğuna inanması, 2020’den bu yazıya kadar Portland, Oregon’da antifaşist protestocular ile Proud Boys arasındaki çatışmalar gibi kısasa kısas sokak savaşı olasılığını artırıyor. Demokratların bu inançlarla hareket etme olasılığı daha düşükse, bunun nedeni muhtemelen Demokrat siyasetçilerin şiddete karşı büyük ölçüde ve yüksek sesle konuşmuş olmalarıdır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde siyasi şiddet artıyor olsa da, hala diğer birçok ülkeden daha düşüktür. Ancak şiddet bir kez başladığında kendi kendini besler. İnsanların dehşet içinde geri dönmesini sağlamak bir yana, bugün yaşanan siyasi şiddet, gelecek için şiddeti normalleştiren en büyük faktördür. Bu nedenle aşağı doğru bir sarmalın önlenmesi zorunludur.

*Journal of Democracy’de yayınlanan bu makaleyi orijinal dilden çeviren: Nihal Kalender / gasteavrupa