Önümüzdeki Pazar günü, yani 12 Haziran’da, milletvekili seçimlerinin ilk turu yapılacak. Gerçi V. Cumhuriyet döneminde cumhurbaşkanlığı seçimleri siyaset sahnesini belirliyor, seçilen başkanın partisi (üç istisna dışında) mecliste de çoğunluğu sağlıyor(du). Bu kez rüzgar soldan esiyor. Macron başkan oldu ama meclis çoğunluğunu kazanamayabilir. Sonuç “pek yakında bu sinemada!”
Başkanlık seçimleri nisan ayında seçmen kitlesinin hatırı sayılır bir kesimi için bir “déjà vu” (biz bu filmi daha önce görmüştük), bıkkınlık ve çaresizlik havası içinde olup bitti. İlk turda Macron yüzde 27,85, Le Pen yüzde 23,15, Melenchon yüzde 21,95 oy almıştı. İkinci turda yüzde 58,55 oy alan Macron Marine Le Pen’i (yüzde 41,45) yenilgiye uğratarak cumhurbaşkanı seçildi. Burada akılda tutulması gereken şu : Adayların aldığı oy toplamı kendi gerçek seçmen kitlesini temsil etmiyor. Le Pen’in oyları içinde geleneksel sağcı parti tabanından aldıkları kadar ilk turda Melenchon’u destekleyen bir kısım seçmenin oyları da var. Macron’un ikinci turda yarattığı fark ise, belki yüzde 3-5 hariç, net bir şekilde cumhuriyetçi ve solcu seçmene ait. Geleneksel sağcı parti LR’in (Cumhuriyetçiler) adayı Pecresse ilk turda sadece yüzde 4,78 oy alabilmişti ; bunların da ne kadarının 2. turda Macron’a verdiği belli değil. Gerçi, bütün seçimlerin ikinci turunda seçmenin bir kısmı adaylardan ehven-i şer olana oy vermek zorunda kaldığı için, bu her zaman böyleydi ama şimdi her iki turda da ve her zamankinden fazla böyle oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından Fransız solunda beklenmedik bir hareketlenme yaşandı. Kafalarına saksı mı düştü ne olduysa, ilk turda birbirini gagalayan sol partiler milletvekili seçimlerine ortaklaşa girmek için kolları sıvadılar. Melenchon’un partisi LFI’nin (Boyun Eğmeyen Fransa) çağrısıyla başlayan görüşmeler peş peşe ittifak açıklamaları ile sonuçlandı. 7 Mayıs’ta taraflar bunu hep birlikte ilan ettiler. Yeni Ekolojik ve Sosyal Halk Birliği, kısaca NUPES adıyla anılan ittifak 19 Mayıs’ta da ortak programını açıkladı.
NUPES’in programı, ittifakın çoğunluğu sağlayıp hükümeti kurması halinde uygulanacak 650 önlemden oluşuyor. Bu önlemler 8 başlık altında (sosyal, ekoloji ve enerji, zenginliklerin paylaşımı ve vergi adaleti, kamu hizmetleri, VI. Cumhuriyet ve demokrasi, güvenlik ve adalet, ayrımcılığa karşı mücadele, Avrupa Birliği ve uluslararası ilişkiler) açıklanıyor. Asgari ücreti net 1500 avroya yükseltmek, ücretlerin ve çalışma sürelerinin yeniden belirlenmesi için bir sosyal konferans, 60 yaşında emeklilik, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarını dondurmak, Macron’un kaldırdığı varlık vergisini tekrar yürürlüğe koymak, başkanlık rejimine son vermek üzere VI. Cumhuriyete geçiş, yurttaş girişimiyle referandum, 2030’a kadar sera gazı salımını yüzde 65 oranında azaltmak, ekolojik yatırımlar sayesinde 1 milyon yeni istihdam yaratmak, sağlık hizmetlerinde tedavi ücretlerinin yüzde 100’ünün SGK tarafından karşılanması, kamu hastanelerine 100 bin yeni sağlık personeli almak ve taşradaki tıbbi çöllere karşı mücadele, kürtajın anayasal bir hak olarak kabulü ve kadına yönelik şiddete karşı 1 milyar avroluk bir bütçe ayırmak… programda hemen dikkati çeken acil önlemler. Üstelik hangi kaynaklardan ne kadar gelir elde edileceği, hangi yatırım ve uygulamalara yapılacak masrafın nasıl karşılanacağı da rakamlarla ortaya konmuş. Burjuva iktisatçıları bile, bazılarını muğlak bulmakla birlikte, bunlara “olmaz” diyemiyor.
Bu 650 önlem veya öneriden 33’ünde, yani yüzde 5’inde bütün partiler hemfikir değil. Farklı düşünenler itirazlarını her bölümün sonunda şerh düşerek belirtmişler. Mesela AB ile ilişkiler konusunda “programın uygulanması ile çeliştiği durumlarda AB kurallarına uymamak” şeklinde bir orta yol bulunmuş ama FKP ve LFI NATO’nun askeri kanadından çıkılmasını isterken SP buna itiraz ediyor. Keza, hisse senedi seçeneği (stock-option) uygulamasının iptaline SP, genel hizmet bankalarının millileştirilmesine hem SP hem Yeşiller karşı çıkıyor. FKP ise “yüzde yüz yenilenebilir enerjiye geçiş” hedefini de nükleer enerji projelerinin terkedilmesini de benimsemiyor, v.s. Uyuşmazlık konularının çözümü ise meclisin arabuluculuğuna bırakılmış. Yani, böylesi bir sorun gündeme geldiğinde partiler bağlayıcı grup kararı almayacak; vekiller istedikleri gibi oy vermekte serbest olacak.
Programın yanı sıra, hangi partinin kaç bölgeden seçime gireceği de karara bağlanmış durumda. Bu anlaşmaya göre NUPES her seçim bölgesinden tek bir aday çıkarıyor. Anlaşmayı imzalayanlar birbirlerinin seçim bölgesinde ayrı aday göstermeyecek, kendilerine ayrılmış bölgelerin dışında diğer müttefiklerin adayını destekleyecek. 577 seçim bölgesinde LFI 326, EELV (Yeşiller) 100, SP 69 ve FKP 50 aday gösteriyor. Troçkistler ittifakta yok; NPA (Yeni Antikapitalist Parti) NUPES’in bazı adaylarını solcu saymıyor, diğerlerini dışarıdan destekleyecek, LO (İşçi Mücadelesi) ise kendi bildiğinden şaşmıyor. Seçimden sonra her parti kendi grubunu kuracak ve mecliste ortak hareket edebilmek için de bir inter-parlamenter, yani gruplararası koordinasyon oluşturulacak.
NUPES gerçek bir kazan-kazan ittifakı. Çünkü, sonuçları şimdiden kestiremesek bile, içinde yer alan partilerin önceki seçimlerde kazandıklarından çok daha fazla vekillik elde edecekleri neredeyse kesin. Mesela 2017 seçimlerinde, bazı seçim bölgelerindeki istisnalar dışında ittifak yapmadıkları için, FKP yüzde 2,72 oy alarak 11, LFI çok daha yüksek (yüzde 11,03) bir oranla 17, SP yüzde 7,44 ile 30, onun müttefiki Radikal Sol Parti 3, ekolojistler yüzde 4,30 ile sadece 1, muhtelif sol 13 milletvekili çıkarabilmişti.
Kim bu Melenchon?
Yaşından (70) da tahmin edilebileceği gibi, genç kuşaktan değil. Yıldızının parlaması nispeten yeni olmakla birlikte, siyasete sonradan heves etmiş de değil. 1968’den itibaren Troçkist OCI (Enternasyonalist Komünist Örgüt) üyesi. 1976’da Mitterrand önderliğindeki SP’ye girmiş. Dört dönem Paris yakınlarındaki Esson ilinden senatör seçilmiş. Kısa bir süre Eğitim Bakanı Yardımcısı olmuş ama SP içinde pek dikkkati çekmeyen, kenarda kalmış veya bırakılmış biri. Son olarak, 2017’de, yeni kurduğu partiden Marsilya milletvekili seçilmişti.
Meziyeti, SP’deki sağcılaşmayı ve ona bağlı olarak gelişip genişleyen çöküntüyü zamanında görüp eski partisine karşı soldan ve cepheden saldırıya geçmiş olması. Aslında bu olgu, yani SP’deki sağa kayma, yeni bir şey değildi. Daha 1983 yılında, başkanlığının ikinci yılında, Mitterrand’ın Fransa’dan kaçmaya başlayan sermayeye güvence vermek üzere aldığı önlemler ve o nedenle FKP’nin koalisyonu terketmesi ile başlamıştı. Melenchon buna rağmen 20 küsur yıl daha SP’de kaldı. 2006’da kendisine yakın bir ekiple ayrılıp Sol Parti’yi kurdu. Sol Parti o dönemde bir ittifak politikası izleyen FKP, NPA’dan ayrılan bir grup ve başka örgütlerle birlikte Sol Cephe (Front de Gauche) içinde yer aldı ve bu zemin Melenchon’un görünürlük kazandığı ilk sıçrama tahtası oldu. Daha sonra SP’ye yönelik saldırı politikası, özellikle Hollande’ın cumhurbaşkanlığı döneminde sağa çarketmesi ve Macron’un da ayrı parti kurup yıkıcı darbeyi indirmesi ile, Melenchon’un siyaset sahnesinde iyice öne çıkmasını sağladı. SP’den komünistlere doğru geniş bir yelpazeden katılımlarla oluşturduğu LFI, SSCB’nin çöküşünden bu yana FKP’den uzak duran sol potansiyeli toparlayıp daha ziyade güvencesiz işlerde çalışan (preker) ve göçmen asıllı emekçilere yaslanarak, hızla büyüdü
“Kabahati” ise sadece SP’ye karşı değil FKP’den Yeşiller’e kadar bütün sol örgütlere karşı hırçın, itici, zaman zaman düşmanca bir tutum içinde olması, onları da çökertip mevcut potansiyeli kendi arkasına yığabileceğini sanmasıydı. 30 Yılını sosyal-liberal (ve sosyal-emperyalist) bir partide geçirdikten sonra radikal solun tek lideri olmak bir ham hayal(di) tabii. Ama o, belki de, 70’lerde Mitterrand’ı iktidara götüren yöntemleri taklit etmekteydi. Son olarak, iki yıl önceki mahalli seçimlerde belli başlı büyük şehirleri solun kazanmasını sağlayan ittifak politikasına ve bunun tekrarlanabileceği yolundaki beklentiye rağmen, başkanlık seçimlerinde de aynı tutumu sürdürdü. Geçen yıl 8 Kasım’da, diğer herkesten çok daha önce, cumhurbaşkanlığı için adaylığını ilan etti.
Dışarıdan bakınca çok başarılı olduğu sanılabilir. Belirtmek gerekir ki bunda kendi örgütünün ve programının yanı sıra başkalarının da payı var. Mesela FKP 2012 ve 2017 başkanlık seçimlerinde ayrı aday çıkarmayarak Melenchon’u desteklemişti. Son seçimde ulaştığı yüzde 22’lik oranın da herhalde üçte birini, belki daha fazlasını “faydalı oy”lara borçlu. Mart ayının ikinci yarısında Le Pen’in oy oranındaki dikkat çekici artış solda pek çok seçmeni “faydalı oy” kullanma eğilimine yöneltti. Melenchon da “stratejik oy” çağrılarını üst üste tekrarladı. Böylece, FKP, SP ve EELV taraftarlarından normal şartlarda sandığa gitmeyen anarşistlerin bir kesimine kadar pek çok solcu seçmen, Marine Le Pen’in önünü daha ilk turda kesme düşüncesiyle, kendi tercihlerini bir yana bıraktı ve Melenchon’a oy verdi. Yoksa, söz gelimi 15 Mart’ta, İfop-Fiducial tarafından gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklaması, diğerlerini saymazsak, solcu adaylar için şu sonuçları veriyordu: Mélenchon (LFI) yüzde 12 – Jadot (Yeşiller) yüzde 5 – Roussel (FKP) yüzde 4,5 – Hidalgo (SP) yüzde 2% – Poutou (NPA) yüzde 1 – Arthaud (FO) yüzde 0. Başkanlık seçimlerinin ilk turundan hemen sonra OpinionWays şirketinin yaptığı bir araştırmada, “Faydalı oy kaygısı olmasa kimi seçerdiniz?” sorusuna verilen cevaplar da şöyle: Melenchon yüzde 11 – Jadot yüzde 9,6 – Roussel yüzde 4,8 – Hidalgo yüzde 3,7 – Poutou yüzde 1,6, Arthaud yüzde 1,2.
Gerçi siyaset aynı zamanda budur ve başkanlık seçimlerinde yüzde 22’ye yaklaşmak sonuç olarak Melenchon’un başarısıdır. Verili koşullarda yaptığı atılımlarla ve izlediği taktiklerle LFI’yi Fransa’nın en büyük sol partisi ve sonunda NUPES’in halaybaşı haline getirdi. Kendisi de Fransız siyasetinde ilk üç isim arasına yerleşti. Gene de unutulmamalı ki bu başarıda hatırı sayılır miktarda “emanet oy” katkısı var, dolayısıyla kalıcı olacağı kuşkulu ve her seferinde yeniden teyit edilmesi gerekecek. Melenchon da bu olguyu kabullenmiş görünüyor; hem yükselen faşizm tehlikesinden ötürü, hem de 1936’daki Halk Cephesi politikasının ve de bizzat yaşadığı 1970’lerdeki (SP-FKP) “Ortak Program” deneyiminin bilgisiyle, nihayet işin oluruna ve ittifak politikasına yöneldi.
Siyaset sahnesinde bloklaşma
NUPES’in ortaya çıkması diğer kesimlerin de harekete geçmesine ve siyaset sahnesinin Türkiye’de olduğu gibi üç kutuplu hale gelmesine yol açtı.
Merkez sağda epeydir yaşanan bir süreç birdenbire kristalleşti: Macron kendi partisinin adını Rönesans diye değiştirdi. Hemen ardından Rönesans, eski De Gaulle’cu partiden kopan (Macron’un ilk başbakanı) Edouard Philippe’in kurduğu Horizons (Ufuklar), SP’den kopan (Macron’un Dışişleri bakanı Jean Yves Le Drian ile bütçe bakanı Olivier Dussopt gibi) isimlerin kurduğu “sosyal demokrat” Territoires de Progrès (İlerleme toprakları) eski Radikal Parti’nin devamı merkezci MoDem (Demokratik Hareket) bir araya geldiler ve milletvekili seçimlerine, NUPES’in yaptığı gibi, seçim bölgelerini paylaşarak, Ensemble (Birlikte) listesi ile girme kararı aldılar. Aslında bu süreç bir ölçüde 2017 seçimlerinde, daha ileri bir düzeyde 2021 mahalli seçimlerinde de yaşanmıştı. Jack Chirac’ın siyasetten çekilmesi ve ölümü, Sarkozy’nin ekonomide açıkça neoliberal ve dış politikada Amerikancı bir rota tutturması ile merkez-sağcı Golizm (Gaullişme) siyasi ömrünü doldurmuş bulunuyordu. Keza merkez-solcu SP de Mitterand’ın ölümü, Jospin liderliğindeki partinin 2002’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde faşist (baba) Le Pen’in gerisinde kalması üzerine erimeye başlamıştı. 2012’de bazı bakımlardan iddialı bir sol bir programla seçilen Holland’ın Sarkozy çizgisini devam ettirmesi ile de fark neredeyse ortadan kalkmıştı. Holland’ın ekonomi bakanı yaptığı “finans alemininin Mozart’ı” Macron “ne sağcıyım ne solcu” diyerek kendi partisini kurunca SP’nin (ve Yeşiller’in de) sağa kaymış kadroları blok halinde bu yeni partiye katıldılar. Geleneksel merkezci Radikal Parti’nin kalıntıları ise Giscard d’Estaing’in başkanlığından sonra pek bir varlık gösteremeyip bazen solcu, çoğu kez sağcı hükümetleri desteklemiş, MoDem de Macron’a payanda olmuştu. Hükümet katında Macron’un başbakanlarını hep geleneksel sağcı partiden (LR) seçmesi ve bakanlıkları da SP, LR ve Yeşillerden gelenler ile MoDem arasında paylaştırması şeklindeki uygulama bu parti ve kesimlerin son mahalli seçimlerde birbirlerinin adaylarını desteklemesi ile tabana inmişti zaten. Yeni olan, bütün bu siyasi güç ve yapıların artık neredeyse tek bir Macroncu blok haline gelmesi.
Aynı bloklaşma aşırı sağcı-faşist kampta da beklenmeli. O tarafta Marine Le Pen tekleşme stratejisi izliyor. Kendi partisinden kopup Zemmour’u destekleyen veya ayrı baş çeken kadroları aforoz etmişti. Dupont-Aignant ve partisi ile anlaşamayacağı ise daha 2017 seçimlerine belli olmuştu. Bununla birlikte Le Pen’in tekleşme stratejisi aşırı sağcı-faşist seçmen tabanını NUPES ve Ensemble karşısında “faydalı oy” kaygısıyla pekala RN’i desteklemeye sevkedebilir. Le Pen’lerin 2002, 2017 ve 2022 cumhurbaşkanlığında ikinci tura kalmalarına rağmen genel seçimlerde çok az (2002’de 0, 2012’de 2, 2017’de 8) milletvekili çıkarmış olmalarının yarattığı hınç da bu kez tutkal rolü oynayabilir.
NUPES’in başarı şansı nedir?
Programını ve dolayısıyla toplumsal dönüşüm hedeflerini şimdilik bir yana bırakıp konuyu kısa vadeli hedefler açısından ele alalım: NUPES’in ilk hedefi ise mecliste çoğunluğu sağlayarak hükümeti kuracak konuma gelmek ve böylelikle Macron’u “cohabitation”a zorlamak. Türkçeye “birlikte yaşama” diye çevrilen bu terim, Fransız siyasetinde, cumhubaşkanı ile başbakanın (ve hükümetin) rakip partilerden olduğu rahatsız iktidar paylaşımı için kullanılıyor. Cumhurbaşkanının savunma ve dış politikada kendi yetki alanı var ama seçimi kazanan partinin liderini de başbakanlığa atamakla yükümlü ve hükümetin politikalarına karışamıyor. Bu durumda NUPES neoliberalizmin tekerine çomak sokmuş olacak ve Fransa’nın yönünü sola döndüren bir yığın önlemi uygulamaya sokacak. Melenchon da bu perspektifle ve güçlü egosunu bir kez daha öne çıkararak, henüz ortada ittifak bile yokken, “Başbakan ben olacağım” diye iddia ve ilan etmeye koyulmuştu.
Olur mu? Kolay değil ama imkansız da değil. Olmasının belli şartları var.
Bir tanesi rakiplerini bölmek. Bunun gerçekleşmeyeceğini, tersi bir sürecin yaşandığını yukarıda belirttim. Kayda değer tek “bölünme” geleneksel sağcı parti LR’in (Cumhuriyetçiler) Macron’u desteklemeyen kesiminde. Onlar seçime ayrı giriyor ve yüzde 10 ‘un üzerinde oy alabilecek gibi görünüyor. Bunun yanı sıra Zemmour’un partisi (Reconquête!), Dupont-Aignant’ın partisi (Debout la France) ile Le Pen’in eski sağ kolu olan Philippot’nun partisi de var yarışta. Belki sağın ve aşırı sağın birkaç puan oyu ile birkaç milletvekilini götürebilirler.
İkincisi, oy kullanmayan seçmeni sandığa ve kendi yanına çekebilmek. Fransa’da (diğer birçok avrupa ülkesinde de olduğu gibi) seçmen kitlesinin hatırı sayılır bir kesimi mevcut siyasi partilerde ve politikalarında kendi ihtiyaç ve taleplerine karşılık bulamıyor, onlara güven duymuyor ve seçimlerde oy kullanmıyor. Üstelik bu kesimin oranı gitgide artıyor. Kayıtlı seçmenlerin 2002’de yüzde 36’sı, 2007’de yaklaşık yüzde 40’ı, 2012’de yüzde 43’ü ve 2017’de yüzde 51’i milletvekili seçimlerinde oy kullanmadı. İkinci turda sandığa gitmeyenler daha da artıyor. Mesela 2017’de yüzde 57’yi bulmuştu ve bu 1958’den beri ilk kez kırılmış bir rekordu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılım genellikle daha yüksek oluyor. Ama bu yıl orada da rekor kırıldı : Sandığa gitmeyenlerin oranı ilk turda yüzde 26,31 iken ikinci turda son 50 yılın en yüksek rakamına çıkarak yüzde 28’i buldu. Üstelik bu seçmen kitlesi daha çok solun geleneksel tabanında; işçiler, geçici veya düzensiz işlerde çalışan emekçiler, işsizler, kent ve kır yoksulları arasında. NUPES onlara yeniden heyecan, umut ve güven verebilir. Fakat, bazı istisnaları olsa da, cumhurbaşkanlığını kazanan taraf milletvekili seçimlerinde de daha moralli ve seferber oluyor. Yani Macron kampı baştan daha avantajlı durumda. Dolayısıyla pek çok şey NUPES’in yürüttüğü kampanyaya, son 15-20 yılda “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” duygusuna kapılmış ve seçimlere ilgisini kaybetmiş olan bu kitlelerle ilişkilerini tazeleyip pekiştirmesine bağlı olacak. NUPES bunu başarabilirse, önümüzdeki yıllar için Fransa siyasetindeki bütün verileri değiştirecek bir halk hareketi ve dinamizm yaratabilir.
Üçüncüsü, sağdan sola, soldan sağa salınım halinde olan seçmen kitlesini azami ölçüde kendi yanına çekmek. Böyle bir kitle özellikle taşrada, sanayisizleşme, fabrikaların taşınması ve madenlerin kapanması üzerine harap olan şehir ve kasabaların yoksul yığınları arasında çoktan beri var. Oralarda eskiden FKP’ye oy veren bir kısım seçmenin aşırı sağa kaymış ve kaymakta olduğu bir gerçek. Aynı şey gitgide eriyip tükenen SP tabanında da geçerli. Yeni bir parti olmasına rağmen LFI bile bundan muaf değil. Başkanlık seçimlerinin ilk turunda Melenchon’u destekleyen seçmenlerden yüzde 17’sinin ikinci turda Le Pen’e oy verdiği hesaplanıyor. Hem de Melenchon’un “Aşırı sağa tek bir oy yok” çağrısına rağmen! NUPES’in gerçekten birlikte hareket etmesi, burjuva partilerine karşı iktidar alternatifi olduğunu gösterebilmesi halinde, bu kitlenin öncelikle kararsız kesimleri geri kazanılabilir. Ayrıca siyaset sahnesindeki bu yenilik Le Pen’in partisi RN’i iktidar alternatifi gibi görülmekten çıkarabilir; seçmenlerinden bir bölümünün oradan kopmasına, çekimser kalmasına veya sandığa gitmemesine yol açabilir ve faşistleri ciddi bir şekilde geriletebilir.
NUPES’e oy vermek niyetinde olanlar ittifakın kuruluşundan beri kamuoyu yoklamalarında hep ilk sırada yer aldı; şu günlerde ise Macron’cu bloktan 1 puan, Le Pen’in partisinden 8,5 puan önde görünüyor. Gene de bu oranlar mecliste çoğunluk sağlanmasını garanti etmiyor. Fransa’da seçim sistemi nispi temsil değil, her seçim bölgesinde seçmen tabanı en geniş olanları avantajlı kılan “dar bölge çoğunluk sistemi”. Kayıtlı seçmen sayısının yüzde 25’inden fazla oy alıp kullanılan oyların da mutlak çoğunluğunu kazanan ilk turda seçiliyor. Yoksa seçim ikinci tura kalıyor ve kayıtlı seçmenlerin yüzde 12,5’undan fazlasının oyunu alan başka aday da varsa ikinci turda üç, bazen de dört aday yarışıyor. LFI ve EELV adaylarının birçoğu seçim bölgelerinde geniş ve kararlı bir tabana henüz değil. Seçmen kitlesini önemli ölçüde kaybetmiş olan SP’nin adayları için de aynı şey söylenebilir. FKP ise, 50 seçim bölgesindeki adaylarından 16’sının “seçilebilir yerden” gösterildiğini tahmin ediyor.
Sonuç olarak NUPES parlamento çoğunluğunu elde etme hedefine ulaşamasa bile, en azından geçen dönemdeki toplam solcu milletvekillerinin iki-üç katı kadar bir sayıya ulaşacak, sol muhalefet hem nicelik hem de nitelik bakımından güçlenmiş olacaktır. Bir kere NUPES içindeki SP artık pek de eski parti değildir; François Hollande başta olmak üzere eski ağır topları (Fransızcada “filleri” deniyor) partinin bu ittifaka girmesine karşı çıktılar. Katılanlar az çok sol eğilime sahip olanlar ve mecliste grupların ortak program dahilinde birlikte hareket etmesi de bunu pekiştirebilir. İkincisi, çok sesli de olsa böyle güçlü bir muhalefetin varlığı Fransız siyaset sahnesine solu geri döndürecek, bundan sonra ülkenin gündemi sol ile sağ arasındaki tartışma ve yarılmanın derinliğine göre belirlenecektir. Üçüncüsü, ama en az önemlisi değil, ırkçı, aşırı sağcı ve faşist partiler, önemsiz hale gelmeseler bile, artık yakın tehdit ve tehlike olmaktan çıkacak ve bu muhtemelen diğer Avrupa ülkelerinde de belli bir etki yaratacaktır.
Çağrı
Buraya kadar gelişmeleri ve ihtimalleri olabildiğince nesnel bir bakışla aktarmaya çalıştım. Fakat ben tarafsız bir gözlemci değilim. Pazar günü oyumu kendi seçim bölgemdeki NUPES adayına vereceğim. Bütün Türkiye kökenli seçmenleri de öyle yapmaya, hatta tanıdıkları Fransız seçmenleri bu yönde teşvik etmeye çağırıyorum. Haydin kızanlar, uşaklar, erenler, dostlar, yoldaşlar, hevaller ve kirveler! Bi’ el verin, bu umudu hep birlikte büyütelim!