fbpx

1915 Ermeni Soykırımı’nın Tarihsel Arka Planı

Paylaş

Özellikle vurgulamak gerekir ki, bu isyanların hiçbiri ulusal bağımsızlık için değil, Ermenilerin yaşadığı bölgelerde yaşam koşullarının iyileşmesi için yapılıyordu.

1915 Ermeni Soykırımı’nı anlamak için Ermeniler’in Türkiye coğrafyasında 16. yüzyıldan beri yaşadığı koşulları, Osmanlı İmparatorluğu içindeki konumlarını ve diğer Müslüman tebaa ile olan ilişkilerini bilmek gerekir. Bu yazıda kısaca 1915 Ermeni Soykırımı’na giden sürecin tarihsel arka planı üzerinde duracağım. Zira, arka plan anlaşılmadan Ermeni Soykırımı’nın neden gerçekleştiğini anlamanın zorlu olacağına inanıyorum.

Öncelikle, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki konumları, Ermeniler resmi Türk tarihi tezinin anlattığının tersine, Osmanlı’daki millet sisteminin bir sonucu olarak kendi içlerinde kısmi özerk, ancak devletle ve diğer Müslüman tebaa ile olan ilişkilerinde onlardan aşağıda, bir nevi ikinci sınıf statüdeydi. Örneğin, Müslümanlardan çok daha fazla vergi veriyor, yaşadıkları binalar Müslüman komşularının evlerinden daha yüksek olamıyor, ata binemiyor, silah taşıyamıyor, asker olamıyor ve Ermeni olduklarını belli eden bir kumaş parçasını elbiselerine takmak zorunda bırakılıyorlardı. Avrupalı devletlerin baskısı sonucu padişah II. Mahmud devrinde ilan edilen 1839 Tanzimat Fermanı’na kadar süregiden bu durum, bu tarihten itibaren Ermeniler’in diğer Müslüman tebaa ile en azından hukuksal alanda eşit statüye kavuşmalarına kadar sürdü.

Tanzimat Fermanı ile devlet her ne kadar bundan sonra tebaası arasında ayrımcılık yapmayacağının garantisini verse de hukukun fiilî uygulama alanında ve gündelik yaşam pratiklerinde vaat edilen eşitlik gerçekleşmiyor ve bilakis toplumun çoğunluğunu oluşturan Müslüman tebaada o zamana kadar kendilerinden aşağıda gördükleri Hıristiyanlar’a karşı kıskançlık duygusunun oluşmasına yol açıyordu. Buna, bir de Ermenilerin gelişen kapitalist üretim ilişkileriyle beraber genel olarak ekonomik alanda öne çıkmalarının yarattığı haseti de eklemek gerekir. Aslında Ermenilerin ekonomik alandaki üstünlükleri de yine Osmanlı imparatorluğundaki millet sisteminin doğal bir sonucuydu. O zamana kadar devlette memur olma ve askerlik yapma hakları yoktu, bu da doğal olarak Ermenilerin ticaret, finans ve bilim alanlarına yönelmelerine neden oluyordu.

Boşa çıkan reform vaatleri

19. yüzyılın ortalarına kadar Ermenilerin büyük çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında köylerde ve kasabalarda yerleşik yaşıyor ve hem devlet yetkililerine hem de Kürt Beyleri’ne vergi ödüyorlardı. Ağır vergiler altında ezilen Ermeniler sıklıkla da Kürt Beyleri’nin yağma amaçlı baskınları sonucu hem can hem de mal kaybına uğruyordu. Bu durum Ermenilerin olanaklar el verdiği ölçüde isyana kalkışmasına neden oluyor ama bu isyanlar Ermenilerin daha çok can kaybına uğradığı karşı saldırılarla sonuçlanıyordu. Bunun nedeni Osmanlı’daki millet sisteminin Ermenileri askerlik hizmetinden muaf tutması ve onlara silah vermemesi ile yakından ilgiliydi. Dolayısıyla iptidai silahlarla yapılan savunma da yetersiz kalıyordu.

İşte bu koşullarda Osmanlı devletinde çoğunlukla şehirlerde yasayan iyi eğitimli gençler arasında hızla milli bilinç yükselmeye başlamış ve önce 1885’de Van’da liberal Armenekan, sonrasında da 1887’de İsviçre’nin Cenevre şehrinde Marksist Hınçak, ve 1890’da da Tiflis’de Sosyal Demokrat eğilimli Hınçak Partileri kuruldu. Uluslararası politikada da 1878 yılında Berlin Antlaşması’yla Osmanlı, Batılı Devletlere Ermenilerin çoğunlukta yaşadığı yerlerde reform yapacağı taahhüdünde bulundu. İlerleyen yıllarda taahhüt edilen reformların hiçbiri yerine getirilmediği gibi, ağır baskılardan ve sürekli saldırılardan dolayı Ermeniler, en büyüğü 1891 Sasun vilayetinde olmak üzere irili ufaklı isyan hareketlerine giriştiler.

İsyan Dalgası

Özellikle vurgulamak gerekir ki, bu isyanların hiçbiri ulusal bağımsızlık için değil, Ermenilerin yaşadığı bölgelerde yaşam koşullarının iyileşmesi için yapılıyordu. 1894 yılında o zamanki Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid, Ermenilerin yaşam koşullarını düzeltici tedbirler alacağına, Doğu Anadolu bölgesindeki Kürt beylerinden teşekkül Hamidiye alaylarını kurdurttu ve Osmanlı ordusunun bir parçası olan bu ordu sadece isyan eden Ermeni direnişçileri değil, isyanla hiçbir ilişkisi olmayan sivil Ermeni halkı da katletti. Bu katliamlarda yaklaşık 200-300 bin Ermeni öldürüldü. 1895-96 yıllarındaki bu katliamlar o dönem Avrupa basınında da kendine geniş yer buldu.

Dönemin padişahı 2. Abdülhamid’in otoriter ve baskıcı yönetim anlayışı sadece imparatorluk içinde yaşayan gayrimüslim tebaayı değil, ülke nüfusunun görece çoğunluğunu oluşturan Müslüman-Türk unsurları da rahatsız ediyordu. 1889’da gizlice kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti sonraki yıllarda giderek güçlendi ve padişaha karşı en etkili muhalif unsur olmayı başardı. Özellikle genç subaylar ve iyi eğitimli alt orta kademedeki memurlar arasında yayılan Cemiyet, Ermeniler’in en güçlü politik örgütlenmesi olan Taşnaksutyunla II. Abdülhamid’i devirme konusunda iş birliğine girdi ve 23 Temmuz 1908’de padişahın yetkilerini son derece kısıtlayan, politik egemenliği meclise veren II. Meşruiyet ilan edildi.

İttihatçiliğin anlamı

II. Meşruiyet’in ilanı Fransız Devrimi’nin şiari olan eşitlik, hürriyet ve kardeşlik sloganları ile yapıldı ve başta imparatorluğun bütün unsurlarının eşitliğini teminat altına alacağını müjdeledi. Bu durum Ermeniler’de büyük bir coşku uyandırdıysa da, 1909’da Adana’da yaklaşık 20 bin Ermeni’nin öldürüldüğü katliamda bizzat İttihat Terakki idaresindeki Osmanlı Ordusu’nun ve yereldeki birçok İttihatçı memurun yer alması, Taşnaksutyun ile Cemiyet arasındaki ilişkileri gerdi ve karşılıklı güvensizlik giderek artmaya başladı. Kuşkusuz İttihat Terakki Cemiyeti’nin yönetici kadrolarının büyük ölçüde dönemin etkili dünya görüşü olan sosyal Darwinist bir bakış açısı ve ırkçılığı benimsemiş olmaları hızla kendilerini keskin Türk milliyetçiliği ve Turancı akımları benimsemeye yöneltti. 1912 ve 1913 yıllarında Balkan Savaşları’ndaki ağır yenilgi de bu durumu daha da kuvvetlendirici bir etki yarattı. Savaş, Osmanlı’nın Avrupa’daki topraklarının önemli bir bölümünün kaybı, Balkanlar’ın Hıristiyan tebaasının Doğu Trakya hariç, Osmanlı egemenliğinden kurtulması, ve Balkan coğrafyasında savaş sırasında irili ufaklı katliamlara maruz kalmış yüzbinlerce müslüman göçmenin Anadolu’ya gelmeleri ve burada da Ermenilerin yoğun yaşadıkları bölgelere yerleştirilmeleri ile sonuçlandı.

İttihat Terakki yöneticileri, 1913’e gelindiğinde artık Anadolu’nun sadece homojen Müslüman-Türk nüfusa sahip olması gerektiği konusunda fikir birliğindeydi. Müslüman ahalinin önemli bir bölümünde de Balkanlar`dan gelen Müslüman muhacirlerin yaşadığı kırımlardan haberdar olmalarıyla, Hıristiyanlara karşı daha öncesinde zaten var olan olumsuz duygular, öfke ve nefrete dönüştü. Balkan Savaşları’nın akabinde Rusya’nın Ermeniler’in belli bir yoğunlukta yaşadığı altı vilayette Osmanlı’ya bir reform planı antlaşması dayatması ve İttihat Terakki hükümetinin bunu istemeyerek olsa da 8 Şubat 1914’de imzalaması, yönetici sınıfta bağımsız bir Ermenistan’a giden yolun Batılı güçler tarafından açıldığı şeklinde değerlendirildi. 1914 Ağustos ayında 1. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Erzurum’da toplanan Taşnaksutyun Partisi’nin Kongresi`nde delegelerin Rusya Ermenileri’ni Rus Devleti’ne karşı, Osmanlı lehine ayaklandırma kararı almamaları, İttihat Terakki yöneticileri tarafından Ermeniler’in Osmanlı’ya karşı sadık olmadıkları ve elde hiçbir kanıt olmadığı halde Ermenilerin her an toplu bir isyana hazır olabilecekleri şeklinde yorumlandı. 1. Dünya Savaşı’na bu koşullarda girildi ve son olarak savaşın hemen başında 1914 Aralık ve 1915 Ocak aylarında Osmanlı Orduları Başkomutanı Enver Paşa’nın Rus Devleti’ne karşı Sarıkamış harekatındaki büyük başarısızlığı da ortada somut hiçbir delil olmaksızın hükümet tarafından Ermenilerin ihaneti sonucu olmuş gibi gösterildi ve işte bu koşullarda Ermeni Soykırımı’nın gerçekleşeceği 1915 yılına girildi.

Büyük Felaket

Ermeni Soykırımı sadece 1915’de 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı koşulların ürünü değil, fakat onun öncesinde en az dört yüzyıllık tarihsel süreçte ortaya çıkan dinamiklerin ve etkenlerin bir birikimi olarak ortaya çıkar. Soykırım, genelde Osmanlı Devleti’nde Ermeni sorununun yüzyıllarca hiçbir zaman hakkaniyet ölçülerinde çözülememesinin sonucudur. Daha özelde ise, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin merkezileşme çabaları ve buna paralel olarak artan otoriterlik, kısmi modernleşme ve sekülerleşmenin Müslüman ahalide Ermeniler’e karşı olumsuz duyguları arttırması, Ermenilerin belli coğrafyalarda kendilerini savunma amaçlı çıkardığı isyanlar, İttihat Terakki’nin iktidara geldikten sonra Türkçü politikalar izlemesi, Balkan Savaşları’nın yarattığı büyük tedirginlik ve bununla ilişkili olarak, “Bari Anadolu’yu Müslüman-Türk Yurdu haline getirelim”, düşüncesinin netlik kazanması, Batılı Emperyalist güçlerin Ermeni sorununu, Osmanlıyla olan ilişkilerinde dillerine dolamalarına karşın, somut olarak Ermeniler’in durumunu düzeltecek bir müdahalenin yapılmaması ve en nihayetinde 1. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu denetimsiz uluslararası politik ortam, bir milyonun üzerinde Ermeni’nin korkunç koşullarda öldüğü ve Ermenilerin kendi anayurdu olan Anadolu’dan kopartıldığı 1915 Ermeni Soykırımı’nın gerçekleşmesine yol açmıştır.