Trump’ın ABD başkanlığına yeniden seçilmesine en çok sevinenlerden biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Biden döneminde ABD-NATO eksenine daha fazla bağlanma yönünde attığı adımlara rağmen ABD’den beklediği ilgiyi ve yakınlığı göremeyen Erdoğan, bir kez daha Trump’ın “samimiyetine” güveniyor. Geçtiğimiz günlerde Trump ile “samimi” bir telefon görüşmesi yaptığını ve kendisini Türkiye’ye davet ettiğini açıklayan Erdoğan, “Zaman zaman fikir ayrılıkları yaşansa da Türkiye ve ABD’nin model ortaklığı tartışılmaz” diyerek iş birliğini geliştirme arzusunda olduklarını söyledi.
Erdoğan’ın yeni Trump dönemiyle ilgili beklentileri konusunda iki noktanın öne çıktığını söyleyebiliriz.
Birincisi, Trump’ın daha önce yaptığı “savaşı bitirme” açıklamalarıyla bağlantılı olarak Rusya-Ukrayna savaşında ara buluculuk rolünü üstlenmek. Erdoğan iktidarı, bu rolün Türkiye’nin Avrupa’daki pozisyonunu güçlendireceği ve temsilciliğini yaptığı burjuva gericiliğin hareket alanını genişleteceği hesabını yapıyor.
İkincisi ve daha önemlisi ise, Trump döneminde ABD’nin Ortadoğu’da Türkiye’ye daha ileriden roller vereceği beklentisi üzerinden Suriye Kürtlerine karşı yeni operasyonlar başta olmak üzere bölgede yayılmacı ve güvenlikçi politikalar için fırsat kapısının açılmasını umuyor.
Erdoğan’ın önceki gün Atatürk’ü anma töreninde “Terör örgütleriyle sınırlarımız arasındaki irtibatı tamamen keseceğiz. İnşallah önümüzdeki dönemde sınırlarımız boyunca oluşturduğumuz güvenli bölgenin eksik kalan halkalarını da tamamlayacağız” sözleriyle yeni operasyon mesajını vermesinin arkasında da bu beklenti bulunuyor.
Peki, Trump ve ekibinin yeni dönemde bölge (Ortadoğu) politikasının nasıl şekillenmesi bekleniyor?
Öncelikle Trump’ın ekibi tarafında Çin, “en büyük ulusal güvenlik tehdidi” olarak tanımlanıyor. Zaten Rusya ile uzlaşı yönünde yapılan açıklamalar da asıl olarak öncelikle Çin’in durdurulması gerektiği yönündeki yaklaşım ve kaygılardan kaynaklanıyor. Ancak Çin’in öncelenmesi ne ABD emperyalizmi için Ortadoğu’nun öneminin azaldığı ne de İran’ı hedefe koyma politikasından vazgeçildiği anlamına geliyor. Aksine Trump ve ekibi, Asya-Pasifik’te Çin’e karşı uygulanacak politikanın başarısı için Ortadoğu’daki pozisyonunu güçlendirmeyi ve İran’ı zayıflatmayı zorunlu görüyor.
Trump ilk döneminde de bölgede bu yönlü bir politika sergilemişti: Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasını ve Golan Tepelerinin ilhakını tanımış, İsrail ve iş birlikçi Arap ülkelerini kendi politik ekseninde birleştirmek üzere “Yüzyılın Anlaşması” planını uygulamaya koymuş, dahası nükleer iş birliği konusunda İran’la imzalanan P5+1 anlaşmasından çekilmiş ve İran’ın bölge politikasının uygulanması bakımından en önemli ismi olan Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye yönelik suikastın emrini vermişti.
Trump’ın damadı ve Eski Danışmanı Jared Kushner’in İsrail’in Gazze’deki saldırı ve işgalini desteklemekle kalmayıp Filistinlilerin Necef Çölü’ne gönderilmesini savunması, Trump’ın yeni dönemdeki olası politikası hakkında da fikir veriyor.
Erdoğan iktidarının yeni dönemde ABD’den beklediği bölgesel rolleri anlamak bakımından Trump’ın ilk dönemki yönetiminde yer alan isimlerin ‘Heritage Foundation’ (NeoCon bir düşünce kuruluşu) için hazırladıkları ‘Project 2025’ raporuna bakmak açıklayıcı olacaktır. Bu rapor, İran’a yönelik caydırıcılık konusunda ABD’nin bölgesel ortaklarının daha büyük rol üstlenmesi gerektiğini belirtiyor.
Trump’ın yeni dönemi için Trump’ın eski yönetiminde yer alan yetkililer tarafından hazırlanan ve 2022 yılında Trump tarafından da övülen Proje 2025, ABD’nin bölgesel ortaklarının İran’ı caydırmada daha büyük bir rol üstlenmesini öngörüyor. Rapor, bu politikanın başarısı için ABD’nin Suriye Kürtleri yerine Türkiye’deki Erdoğan yönetimini desteklemesini öneriyor. Başka bir deyişle bu rapor, ABD’nin bölgesel çıkarlarının ve İsrail’in korunması için Türkiye’ye İran’ı dengeleyici bir rol biçilmesini savunuyor ve ABD’nin Suriye Kürtleri ile sürdürdüğü iş birliğini bu politikanın önünde engel olarak görüyor.
Erdoğan iktidarı, ‘Kalkınma Yolu’ ile eş güdümlü olarak Irak merkezi ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yaptığı “güvenlik” anlaşmalarıyla bu role dünden hazır olduğunu ortaya koyuyor. Ancak bir “terör sorunu” olarak tanımladığı Kürt sorununu bu politikanın/rolün uygulanabilmesinin önünde bir tehdit olarak görüyor ve bu nedenle de ABD’nin Suriye’de Kürtler ile sürdürdüğü iş birliğinin sona erdirilmesini istiyor.
Hatırlanırsa Trump, 2018 aralık ayında Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi sonrasında ABD askerlerini Suriye’den çekme kararını açıklamış ancak daha sonra Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığının devreye girmesiyle bu karardan geri adım atmıştı. Buna karşın ABD, Erdoğan iktidarının ekim 2019’da Rojava’ya yönelik ‘Barış Pınarı’ adı altında gerçekleştirdiği operasyona destek vermese de alan açan bir tutum izlemişti.
Yeni dönemde Trump’ın Ukrayna savaşında Rusya ile olası uzlaşı arayışının Suriye sahasında da etkisini göstermesi şaşırtıcı olmayacaktır -ki, Trump’ın ilk döneminde de Suriye’de İran ve Hizbullah etkisinin sınırlandırılması karşılığında Rusya ile uzlaşma yönünde ABD, İsrail ve Rusya arasında gizli görüşmeler yapıldığı ortaya çıkmıştı. Bugün Suriye’nin Arap Birliğine geri dönmesinin de Körfez’deki Amerikancı Arap rejimlerinin Suriye’yi İran etkisinden uzaklaştırma politikasıyla doğrudan bir ilişkisi bulunuyor.
Böylesi bir tabloda Erdoğan iktidarı, her ne kadar lafta “İsrail tehdidi”nden söz etse de gerçekte yeni Trump döneminde bölgede İran’ı dengeleyecek güçlü bir aktör olarak devreye girmenin ve yeni Osmanlıcı emellerle sürdürdüğü bölgesel liderlik rolüne geri dönebilmenin hesabını yapıyor. Yoksa Erdoğan’ın, İsrail’e desteğini açıktan ilan eden Trump’tan övgüyle söz etmesinin ve yeni döneme dair beklentilerinin başka bir izahı olamaz. Ancak Erdoğan iktidarı, ABD’nin kendisine biçeceği rolle bağlantılı olarak Suriye Kürtleri ile iş birliğini sonlandırmasını ve bu temelde yeni operasyon için kendisine kapıları açmasını da bekliyor.
Bu noktada ABD’nin siyaseten tanımadığı ve sadece askeri olarak iş birliğini sürdürdüğü Kuzey Suriye Özerk Yönetimi ile ilişkilerinin seyrini (Bu iş birliğinin devam edip etmeyeceğini ya da hangi biçimde devam edeceğini) yine kendi bölgesel çıkarlarının belirleyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Bununla birlikte, geçmiş dönemde Rojava’daki petrol kaynaklarını Suriye Kürtlerini, Irak Kürdistan Bölgesi Yönetimi ve Barzani çizgiyle birleştirmek için kullanan Trump yönetiminin böylesi bir politika üzerinden Erdoğan iktidarının kaygılarını gidermeye yönelmesi de sürpriz olmayacaktır.
Erdoğan’ın yeni dönemine dair beklentileri yüksek olsa da Trump’ın ilk dönemine Rahip Brunson krizinin, S-400’ler nedeniyle uygulamaya konulan CAATSA yaptırımlarının ve Erdoğan’a “aptal olma” diye seslenip “ekonomiyi çökertme” tehdidinde bulunduğu mektubunun damga vurduğunu da unutmamak gerekiyor. Sonuçta ABD emperyalizminin “dostluğunun” ve “samimiyetinin” ölçüsünü iş birlikçilerinin kendi çıkarlarına ne kadar hizmet ettiği belirliyor.
Trump her ne kadar “savaşları bitirme”den söz etse de eldeki veriler, ABD emperyalizminin yeni dönemde de İsrail saldırganlığını desteklemeye ve bu saldırganlığı bölgeyi kendi çıkarları temelinde dizayn etmek için kullanıp gerilimi tırmandırmaya devam edeceğini gösteriyor. Türkiye’deki Erdoğan iktidarının bu politikaya umut bağlamakla kalmayıp yeni roller peşinde koşması, bize bir kez daha bölgede ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizmine karşı çıkmanın ve ülkede Kürt sorununun eşit haklar temelinde çözümüne dayalı demokratik ve barışçıl bir gelecek kurmanın ülkedeki iktidara karşı mücadeleden başladığını gösteriyor.
Kaynak: Evrensel