Gösterime girdiğinde filmi ilk izleyenlerden İşçi Önderi Daliya Aktar ve işçi arkadaşları “Bu kadar kahramanca bir şey yaptığımızı bilmiyorduk. Ama bu tam da bizim hayatımız” demiş.
2019 yapımı “Bangladeş Malı” (Made in Bangledesh), bir uzak doğu ülkesi olan Bangladeş’te konfeksiyon iş kolundaki ağır sömürü koşulları ile kadın işçilerinin hak arama ve sendikalaşma mücadelesini konu ediniyor. Çin’den sonraki en büyük hazır giyim üreticisi olan Bangladeş’te büyük çoğunluğu kadın olmak üzere yaklaşık 4 milyon tekstil ve konfeksiyon işçisi çalışıyor. Levi’s, H&M, Uniqlo ve Zara gibi hazır giyimin dev markaları, üretiminin büyük bölümünü bu ülkede gerçekleştiriyor.
Filmin Yönetmeni Rubaiyat Hossain, ülkesindeki kadın mücadelesine destek olması ile biliniyor. Oyuncuların yanı sıra filmin kamera arkasında görev yapan çekim ekibinde de ağırlıklı bir şekilde kadınlar çalışmış. Film bu yönü ile erkeklerin egemen olduğu Bangladeş sinema sektörü içinde müstesna bir yere sahip.
Film tamamen gerçek mekanlarda çekilmiş. Gerçek konfeksiyon işçilerine de rol verilmiş. Profesyonel oyuncular, hazırlık aşamasında aylarca çalışarak dikiş makinesi kullanmayı öğrenmişler. Film Daliya Akthar isimli bir kadın işçi önderinin hayatından esinlenmiş. Gösterime girdiğinde filmi ilk izleyenlerden olan Daliya Aktar ve işçi arkadaşları, “Bu kadar kahramanca bir şey yaptığımızı bilmiyorduk. Ama bu tam da bizim hayatımız” demişler.
Made in Bangledesh 12 milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehirlerinden olan Dakka’daki derin yoksulluğu bir belgesel tadında gösteriyor. İşçi kadınlar, derme çatma barkalardan çıkarak, sokakları çöp ve çamur içindeki işçi mahallelerinden fabrikalara akarken, lüks mağazaların vitrinlerini süsleyen, batılı ünlü giyim markalarının, hangi koşullarda üretim yaptığını son derece gerçekçi bir şekilde gözler önüne seriyor. Film boyunca, karanlık ve izbe gecekondularda yaşamaya mahkum edilen kadın işçileri, güzel günler umudunun imgesi olarak birbirinden renkli ışıl ışıl kıyafetler içinde görüyoruz.
Bangeladeş, birkaç yılda bir patlayan işçi eylemleri ve konfeksiyon atölyelerinde sık sık tekrarlanan yangınlar ile dünya kamuoyunun gündemine geliyor. Ülkede konfeksiyon işçilerinin yangınlar ve iş kazaları sonucu ölümünü “fıtrat” olarak gören bir düzen var. Yangınlar sonrası yaşanan kitlesel ölümlerin kendi imajlarına zarar verdiğini düşünen Batılı markalar, zaman içinde sorumluluk almak durumunda kaldılar. Filmde de konfeksiyon atölyesini markalar adına gezen “beyaz adamların” atölye sahibine, “Yangın merdiveni var mı?” diye sorduğunu görürüz.
Film, konfeksiyon atölyesinde çıkan yangın sonrasında bir işçinin yaşamını yitirmesi ve sağ kurtulan işçilerin yaşadığı çaresizlik ile başlar. Ana karakter Shumu, yangın sonrası ücret alacağını almak için atölyeye gittiğinde eli sopalı güvenlik görevlileri tarafından aşağılanıp, tartaklanır ve atölyeye girmesine izin verilmez. Bundan sonra sendika ile tanışan Shumu burada öğrendiklerini işçi arkadaşlarına aktararak örgütlenme çalışmalarına başlar. İşçi kadınlar, sendikanın düzenlemiş olduğu eğitimlerde, haklarını koruyan bir iş kanunun olduğunu öğrenerek heyecanlanırlar. İşçiler, hakların bir kanunla düzenlenmesinin tek başına yeterli olmadığını, girdikleri sınıf mücadelesi içinde kavrayacaktır. Sendikalaşmak için gerekli sayıyı toplayıp başvurularını yapan işçiler, yalnızca işverenle değil, onun talimatı ile hareket eden çalışma bakanlığı bürokrasisinin oyalamaları ile mücadele etmek zorunda kalırlar.
Shumu, çocuk yaştayken yaşlı bir adamla evlenmeye zorlandığı için köyünü terk ederek Dakka’da işçi olmuştur. Konfeksiyon işçisi kadınların, ağır sömürü koşullarına karşı mücadele ederken, evde eşlerine karşı da bir direnç geliştirmek zorundadır. İşçi kadınlar çalışırken, erkeklerin, istismar ve tacizi ile muhatap olurlar.
İşçiler, sendikalaşma mücadelesi verirken, işveren de boş durmayıp İşçi Önderi Shumu’ya arkadaşlarına ihanet etmesi için rüşvet teklif eder. Bundan sonuç alamayınca eşine, ailesine şikayet etmek gibi yöntemlere başvurur. Sendikaya üye olup haklarını elde edeceğini düşünen kadınlar, işten atmalar başlayınca sendika temsilcisi seçtikleri Shumu’yu ekmekleri ile oynamakla suçlamaya başlar.
Made in Bangledesh, doğanın, fiziğin kanunları olduğu gibi, sınıf mücadelesinin de evrensel kanunları olduğunu anlatır bize. Ağır sömürü koşulları ve kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesi içinde karşılaştıkları engeller ile bu filmde anlatılanlar, Türkiye’de herhangi bir konfeksiyon atölyesinde birebir olarak yaşanmaktadır.
Büyük hazır giyim markalarının üretim için Bangladeş’i tercih etmelerinin en önemli nedeni 100 dolar civarında olan ücretlerin göreceli olarak düşük olmasıdır. Patronlar ve iktidar, bugün Türkiye’yi Çin ve Bangladeş ile rekabet edebilir hale getirmekten bahsederken esasen çalışma yaşamını Bangladeşleştirmeyi kastetmektedir. Bangladeşleşmek, zaten açlık sınırının altında olan ücretlerin, daha da düşmesi, alınmayan tedbirler yüzünden işçi ölümlerinin artması, sendikalaşma mücadelesinin şiddetle ezilmesi demektedir.
Film, Bangladeş’te özgün koşullarda devam eden işçi mücadelesi deneyiminden faydalanmak isteyenler için önemli bir kaynak durumundadır. Sermaye sınıfı ve iktidarın, ülkemizi Bangladeşleştirme projesi karşısında, güncelliğini ve önemini korumakta olan Made in Bangledesh, öncelikle konfeksiyon işçileri olmak üzere işçi sınıfının özgürlük mücadelesine ilgisi olan herkesin mutlaka izlemesi gereken bir eser.
Kaynak: Evrensel