fbpx

Saksonya ve Thüringen’de seçimler – M. Sinan Birdal

Paylaş

1 Eylül’de Almanya’nın Saksonya ve Thüringen eyaletlerinde gerçekleşen seçimler beklendiği gibi büyük bir yankı buldu. Tepkiler yorumcuların vurguladığı konulara göre değişiyor: Kimine göre Putin’in zaferi, kimine göre faşizmin yükselişi, kimine göre Berlin’deki hükümetin düşüşü. Seçim sonuçlarının sebebi olarak mevcut hükümetin politikalarını sorumlu tutanlar da var, daha uzun erimli tarihi süreçleri ya da yapısal dinamikleri öne çıkaranlar da. Seçim sonuçları kuşkusuz önemli bir değişimin gerçekleşmekte olduğunu göstermekte ancak bunun beklenmedik bir şok olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü aşağı yukarı aylardan beri kamuoyu yoklamalarından çıkan sonuçlar karşımızda.

Saksonya’da CDU yüzde 31.9, AfD 30.6, Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) 11.8, SPD 7.3, Yeşiller 5.1, Sol 4.5 elde etti. Böylece Hristiyan Demokratlar birinci konumlarını muhafaza ediyor ancak eski egemenliklerinden söz etmek mümkün değil. AfD’nin nefesini enselerinde hissetmekteler. CDU’lu Başbakan Michael Kretschmer SPD ve Yeşiller’le hükümete devam edemiyor. Parti daha önce ne Sol ne de AfD’yle ittifak yapmama kararı aldığı için bir şekilde BSW’nin desteğine muhtaç.

Thüringen’de durum benzer ancak sonuçlar merkez siyaset açısından daha ağır: AfD 32.8, CDU 23.6, BSW 15.8, Sol 13.1, SPD 6.1, Yeşiller 3.2. AfD rekor bir oyla ilk defa bir eyalette birinci konuma yerleşti. Nazi partisi NSDAP 1930’da ilk olarak Thüringen’de eyalet yönetimine geldiği için bu sonuç tarihsel travmaları tetiklemiş durumda. Yine Saksonya’dan farklı olarak Thüringen’de AfD yasamayı ve yargıç atamalarını kilitleyebilecek bir çoğunluğa sahip. Sol Partili Başbakan Bodo Ramelow hükümete veda etmek zorunda. Diğer bütün partiler AfD’yle ittifakı reddettiği için hükümet inisiyatifi yine Hristiyan Demokratlarda. Ancak burada sadece BSW değil Sol’un da desteğine ihtiyacı var.

CDU Lideri Friedrich Merz partisinin Sol’a ilişkin aldığı blokaj kararının BSW için geçerli olmadığını açıkladı. Karar alındığı vakit Wagenknecht Sol’un önemli sözcülerinden biriydi ancak Merz BSW’nin sosyalizm gibi bir hedefi olmadığının altını çizerek pozisyonunu meşrulaştırıyor. Buna mukabil Sol Partiden ayrılan Sahra Wagenknecht ilk girdiği eyalet seçimlerinde yakaladığı başarıyı federal düzeyde bir manivela olarak kullanmaya başladı bile. CDU’nun Adayı Mario Voigt “Dünya politikası kararları Thüringen’de alınmıyor” dese de Wagenknecht kampanya sırasında Ukrayna savaşı ve Almanya’daki orta menzilli Amerikan roketleri gibi konuları eyaletteki koalisyon görüşmelerinin bir parçası olarak gördüğünü açıklamıştı.

CDU eyalet düzeyinde hükümet kurmaya odaklanırken federal düzeyde Berlin’deki koalisyonu hedef tahtasına koyuyor. Aylardır SPD ve Yeşiller’i her vesileyle zora sokan liberal FDP hiçbir eyalette meclise giremedi. Partinin Lideri Lindner ise başarısızlığının üzerini yüksek tonda yaptığı mülteci ve göçmenler konulu bir konuşmayla örtmeye çalıştı. Bu gidişle Lindner sesi kısılana kadar konuşacak. Yeşiller son Avrupa seçimlerindeki hayal kırıklığı ve moral bozukluğunu yeniden yaşıyor: Saksonya’da kıl payıyla yüzde 5 barajını aşan Yeşiller Thüringen’de meclis dışında kaldı. Ana muhalefet CDU’nun hedefinde ise şansölye partisi SPD var: CDU‘lu Hessen Başbakanı Boris Rhein kardeş parti CSU’nun etkinliğinde hükümeti müflis olarak tanımladı, Meclis Grup Başkanı Jens Spahn Şansölye Scholz’u “Başarısızlığın Yüzü” ilan etti.

1780’den beri yayımlanan ve liberal muhafazakar çizgisiyle bilinen Neue Zürcher Zeitung’un yorumu CDU’nun AfD’ye uyguladığı blokajın çok sürmeyebileceğini düşündürüyor. 2014’ten beri sağa kayan gazete Saksonya’da CDU’nun BSW’yle kuracağı bir koalisyonun intihar olacağını iddia ediyor. Gazeteye göre Thüringen’de de parti Sol ve BSW tarafından öğütülecek. Bu yorumlar Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Marc Felix Serrao’nun ulusal kanalda AfD’yi dışlamanın işe yaramadığı ve partinin iktidara ortak edilerek ılımlılaştırılması gerektiği tezi ışığında ele alınmalı. AfD yavaş ama emin adımlarla iktidara doğru yürüyor. Hepi topu beş milyon seçmenin oy kullandığı seçimlerin Avrupa ve dünya politikası açısından önemi bu tespitte yatıyor.