fbpx

Fransa: Krizden kaosa – Peter Wahl

Paylaş

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin en önemli sonucunu kimse radarına almamıştı: Macron’un yenilgisinin ve Le Pen’in başarısının ardından Milli Meclis’i yeniden seçtirme kararı çok büyük bir önem taşıyor; bu karar, kıyaslandığında tali öneme sahip olan AB seçimlerinden çok daha büyük bir önem taşıyor.

Macron’un gerekçesi durumu netleştirmek istemesi. Aslında 2019’da sarı yelekler protesto hareketiyle cumhurbaşkanlığının içine düştüğü kriz, şu anda tüm ülke için kaotik bir duruma dönüşmüş durumda. Beşinci Cumhuriyet’te ilk kez, Ulusal Meclis’te üç büyük kamp karşı karşıya geliyor ve bunların hepsi de 289 sandalyelik mutlak çoğunluktan ve dolayısıyla istikrarlı bir hükümet kurma becerisinden son derece uzak.

Macron için seçenekler

Macron, yaptığı yanlış hesapla kendi ayağına kurşun sıkmış ve kendi kampını zayıflattı. 2027’deki görev süresinin geri kalanında sadece yurt içinde değil, yurt dışında da topal ördek olarak görülecek.

Öte yandan, anayasa tekrar aday olmasına izin vermediği için artık kaybedecek fazla bir şeyi yok. Lekelenmiş olsa bile, kurnaz bir iktidar politikacısı olarak rakipleri için tehlikeli olmaya devam ediyor ve bu yalnızca Le Pen değil, en azından aynı ölçüde Nouveau Front Populaire’in (NFP) en güçlü gücü olan Mélanchon’un La France Insoumise’i (LFI).

Başlangıçta, göreli sandalye çoğunluğuyla zafer kazandığını düşünen sol kampın cumhurbaşkanlığı makamına talip olması muhtemel. Şimdiye dek demokratik teamül bu yöndeydi, ancak bu anayasa tarafından garanti altına alınmış bir hak değil. Macron bunu kabul etse bile, solcu bir hükümet diğer iki kampa karşı yapılacak ilk güven oylamasından sağ çıkamayacak.

Cumhurbaşkanı olarak Macron’un başbakanı atama konusunda anayasal hakkı var. Ancak bu kişinin en güçlü parlamento grubunun adayı olması gerekmiyor. Cumhurbaşkanı, 10 Temmuz’da yayımladığı “Fransızlara Açık Mektup”ta tüm siyasi güçleri “cumhuriyet kurumlarını, hukukun üstünlüğünü, parlamentarizmi tanıyan, Avrupa yanlısı ve Fransız bağımsızlığı yanlısı […] sağlam ve mutlaka çoğulcu bir çoğunluk oluşturmak için” diyalog kurmaya çağırmıştı. Bu kalıba kimlerin uymadığını açıkça söylemese de “Avrupa yanlısı” kriteri, soldan AB karşıtı tutumuyla LFI’yi ve milliyetçi motivasyonlu “anavatanların Avrupası” kavramıyla RN’yi dışlayacaktır. Aynı zamanda Macron, mevcut Başbakan Attal’ı hükümet kurulana kadar vekil olarak görevde tutacağını açıkladı.

Bu strateji beklenen bir şeydi. Bir yandan amacı sol ittifakı bölmek, Sosyal Demokratları ve Yeşilleri saf dışı bırakmak ve Mélenchon’un LFI’sını tecrit etmek. Bunun için muhafazakârlardan destek alabilir. Parlamento grup başkanları Wauquiez, bir koalisyon hükümetine katılmak istemese de bir “yasama paktı” hayal edebileceğinin sinyallerini verdi bile.

Öte yandan, kendisini “siyasi merkez” olarak gören parti yeniden güçlü hale getirilmek isteniyor. Liberal basından, Brüksel’den ve diğer başkentlerden destek alacağından emin.

Bu strateji hemen işe yaramayabilir. Ne de olsa geçici başbakan da bir güven oylamasıyla düşürülebilir ve her şey başa döner. Fakat bir süre devam eden abluka ve kaosun ardından pek çok sosyal demokrat ve bazı Yeşiller’in devlete desteklerini göstermeleri ve “yurttaşlık sorumluluğu” çerçevesinde yeni bir merkezci bloğun kurulmasını kabul etmeleri muhtemel. Les Républicains’in de katılması halinde, sol ittifaktan 61 milletvekili cumhurbaşkanlığı ittifakına mutlak çoğunluk sağlamak için yeterli olacaktır (bkz. Grafik 2).

İki geri dönüş tutumu da düşünülebilir; ya teknokratik bir hükümet, yani dışarıdan gelen ve parti-politik tarafsızlık imajına sahip, mutlak çoğunluk tarafından tolere edilen personel. Bu, İtalya’da birkaç kez uygulanmış bir model, en son 2021-2022’de Mario Draghi ile uygulanmıştı. Ya da Le Pen tarafından tolere edilen muhafazakârlarla —elbette RN’ye karşılık gelen programatik tavizlerle— Macron ittifakının bir azınlık hükümeti.

Tüm seçenekler, Macron’un cumhurbaşkanlığı yetkilerini tam olarak kullanmasını sağlayacak.

Fransa dışındaki etkisi

Ancak hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin, iç siyasi kaosun Fransa dışında da etkileri olacak. Fransa’nın geleneksel olarak yurt dışında sahip olduğu büyük itibar, yumuşak gücü zarar görüyor. Ve bu durum, uluslararası sistemde artan gerilimler, çatışmalar ve savaşlarla birlikte tarihi bir çalkantının yaşandığı bir ortamda gerçekleşiyor. Frankofon Afrika’daki sömürge sonrası etki alanından çıkarılmasıyla mevcut olaylardan önce zaten gözle görülür bir şekilde görülen jeopolitik düşüş hızlanıyor.

Fakat en büyük ikinci ekonomisi ve tek nükleer gücü olan AB’nin sadece sınırlı ölçüde hareket edebilmesi halinde, halihazırda krizle boğuşan AB’deki çalkantı da şiddetlenecek. Hesaplanamazlık ve belirsizlik artacak. Şu anda AB’nin tüm politika alanlarına nüfuz eden jeopolitik dünya gücü statüsü özlemi de sönümlenecek. Bu durum dış politikanın en önemli parametresi olan transatlantik ilişkileri de etkileyecek. Kapıda Trump’ın olduğu ABD seçimleri öncesinde “stratejik özerklik” elde etme çabaları ağırlık kaybedecek.

Halihazırda bir süredir çalkantı halinde olan Fransız-Alman ekseninde denge Almanlar lehine değişmeye devam edecek. Her ne kadar trafik lambası koalisyonunun başı dertte olsa ve iktisadi ve altyapısal gerileme belirtileri ona şimdiden “Avrupa’nın hasta adamı” unvanını kazandırmış olsa da AB’deki güç politikalarının odağı artık doğu olmaya başlıyor. Rusya ile çatışmada kendilerini cephe ülkesi gibi hisseden Polonya ve diğer Doğu Avrupalılar da bundan istifade ediyor.

Le Pen her zamankinden daha güçlü

Rassemblement National mutlak çoğunluğun oldukça gerisinde kaldı. Bununla birlikte, parti şu anda yüzde 30 civarında istikrarlı bir seçmen potansiyeline sahip. Sondan bir önceki seçim sisteminin teorik olarak parlamentodaki sandalyelerin mutlak çoğunluğunu sağlayacağı doğru. İşçi Partisi’nin oyların üçte birini alarak sandalyelerin üçte ikisini kazandığı İngiliz Avam Kamarası seçimleri bunu gösterdi. Fransız sistemi, oylar ve sandalyeler arasındaki oranları bu kadar bariz olmasa da benzer bir şekilde çarpıtmaktadır. RN, 8,7 milyon oyla [yüzde 32], ikinci tur oylamada NFP’nin [yüzde 25,7] 1,7 milyon, başkanlık kampının ise neredeyse iki buçuk milyon önünde açık ara öndedir.

Bu bağlamda, solun zaferi ve Macron’un birliklerinin parlamento sandalyelerindeki ikinciliği bir perspektife oturtulmalı. Toplumdaki güç dengesinin gerçekçi bir değerlendirmesi için bu durum halının altına süpürülmemelidir. Her halükârda sandalye dağılımı hala Le Pen’in parlamento seçimlerinde elde ettiği en iyi sonuç.

Seçimler Alman nispi temsil sistemine göre yapılsaydı, RN de yüzde 30 civarında bir oy oranına sahip olacaktı, fakat uygun iktidar koalisyonları oluşturarak muhalefette kalabilirdi. En güçlü parti olmasına rağmen CDU’nun mevcut durumu da bu. İtalya’da Komünist Parti İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 40 yıl boyunca bu şekilde hükümet dışında tutulmuştu.

İç siyasi gelişmeler nasıl gelişirse gelişsin, RN’nin daha fazla kazanım elde etme şansı var. Siyasi sistemdeki öngörülebilir belirsizlik ve kaos onun değirmenine su taşıyor. Karışıklık ve kaos koşullarında artık hükümet ikramiyesi diye bir şey yok, daha ziyade muhalefet ikramiyesi var.

Bu durum, diğer şeylerin yanı sıra, 15 yıldır düzenli olarak halkın ruh halini kaydeden bir anket enstitüsü araştırma derneği tarafından da doğrulanıyor. En son yayımlanan 2023 raporuna göre halkın yüzde 82’si ülkeyi düşüşte görüyor. Siyasete yönelik öfke, korku ve güvensizlik tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Yüzde 83’ü siyasi partilere, yüzde 67’si medyaya, yüzde 57’si AB’ye ve hatta yüzde 55’i yargıya güvenmiyor. Buna karşılık, polis ve ordu en yüksek güven seviyelerine sahip. Benzer eğilimler diğer ülkelerde de görülmekle birlikte, özellikle Fransa’da ileri düzeyde.

Hangi hükümet seçeneği seçilirse seçilsin, istikrarsız güç dengesi, sosyal kutuplaşma, konut sıkıntısı, sağlık sistemindeki kriz, metropoller ve geri kalanlar arasındaki ayrışma, banliyölerdeki göçmen çevrelerin entegrasyonundaki başarısızlık, iklim değişikliğine karşı yetersiz tedbirler ve yüksek ulusal borç dahil olmak üzere ülkenin sorunlarına önemli çözümler getirilmesine izin vermeyecek. Dolayısıyla memnuniyetsizlik ve protesto davranışları artmaya devam edecek.

Bu çerçevede, Le Pen’in cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki şansının artması muhtemel. Kendisini düzensizlik ve kaosa karşı düzen ve güvenliğin gücü olarak sunabilecek.

Peki ya sol?

Yeni Halk Cephesi sol bir proje olarak görülüyor. Yarışa birlikte girdiği program, özellikle sosyal ve iktisadi politikalar açısından büyük ölçüde sol görüşlü. İlgili bölümler LFI ve CP’nin özelliklerini taşıyor. Ancak Ukrayna’daki savaş gibi yakıcı bir konuda Sosyal Demokratlar ve Yeşiller galip geldi. LFI aslında müzakerelerden yana ama şimdi Rusya’nın askeri yenilgisini ve Putin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde mahkum edilmesini savunan, Kiev’in resmi savaş hedeflerini benimseyen ve “gerekli silahları tedarik etmek” isteyen bir tutumu destekliyor. Bu, Baerbock ve NATO’nun sesinden daha az solcu.

Programatik farklılıklardan daha da önemlisi ittifak içindeki liderlik rekabeti. Sosyal Demokratlar, Hollande döneminden sonra tamamen yıkıma uğradı. Fakat Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 13,8 ve yüzde 9,9 ile LFI’nin önünde yer aldılar. Ulusal Meclis seçimlerinde de PS, LFI hala ittifakın en güçlü gücü olmasına rağmen, daha düşük sıralardaki adayların çekilmesinden büyük fayda sağladı.

Macron’un dağılmakta olan partisinden PS’ye doğru bir göç var gibi görünüyor. Dahası, sosyal demokrasinin gökyüzündeki yeni yıldızı Raphael Glucksmann solcu değil, Yeni İşçi Partisi tipi sosyal demokrasiye mensup ve fanatik bir Rus düşmanlığıyla hareket ediyor. Eski Cumhurbaşkanı Hollande da NFP listesinden parlamentoya girmeyi başardı ve yeniden ön saflarda yer almaya çalışacak. Amaç LFI’yi geride bırakmak. Sonuçta NFP’nin kuruluşu bir dostluk maçı değil, her şeyden önce bir RN hükümetini önlemek için olumsuz bir koalisyondu. “Merkezin” mutlak çoğunluğu için baskı arttıkça, Yeni Halk Cephesi’nin dağılma riski de artıyor.

Bu LFI için o kadar da kötü olmak zorunda değil. Le Pen’i muhalefet primindeki tekelinden mahrum bırakacak ve belki de 2027’deki bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde soldan Le Pen’e karşı ciddi bir denge unsuru olmasının önünü açacak. Nihayetinde, yanlış zamanda hükümete katılmak zararlı olabilir. Tarih tekerrür etmese bile, bir zamanların büyük ve gururlu Fransız Komünist Partisi’nin Cumhurbaşkanı Mitterand döneminde küçük ortak olarak gerilemesi, siyasi harakirinin klasik bir örneği.

Kaynak: makroskop.eu

Çeviri: Emre Köse