fbpx

Kreuzberg Almanya’da mı?

Paylaş

Göçmenlerin kimliği ve ne derece vatandaş kabul edileceği tartışması pek çok ülkede olduğu gibi Almanya’da da sağcıların zorla halkın gündemine yerleştirdikleri temel tartışmalarından biri. Kimin “Alman” kabul edileceğine dair referansların örtük ırkçılığından kentlerin kime ait olduğuna açık ayrımcılığa kadar varan korkunç etkileri de var üstelik. En son Almanya’da ana muhalefet kabul edilen Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) lideri Friedrich Merz’in Berlin’in Kreuzberg semtine ilişkin perspektifini gördüğümüz sözleri, bu tartışmaya tuz biber oldu.

Bildiğiniz gibi yemeğin tadının ne olduğunu tuz biber ortaya çıkarır. Politikacıların gafları da onların politik hattını üstüne kurdukları ideolojik referanslarına dair işaretler verir. Merz, Bavyera eyaletindeki Gillamoos panayırında yaptığı konuşmada, “Almanya Kreuzberg değildir, Almanya Gillamoos’tur” demişti. Ben yeni öğrendim, Gillamoos, 700 yıllık tarihi olduğu iddia edilen bir festivalmiş. Almanya politik hattındaki muhafazakar sağ partilerinin güçlü olduğu, göçmenlerin ağırlıklı olarak çalıştığı güçlü bir sanayi ve hizmetler ile AB çapında 7. zengin eyaleti olan Bavyera’yı, Almanya’nın en düşük işsizlik oranına sahip bölgesinin tarihini temsil ediyor yani. Özellikle Almanya gibi ulusal birliğini geç kurup, geç kapitalistleşen ülkelerde bu tür festivaller ile tarih yazımı oldukça önemli. Her iktidar hedefi olan grup, kendine referans alması en uygun tarihi yeniden ve sürekli şekilde yazdığı için bu festivallerin de anlamı sürekli değişiyor. En arkaik ve gerici öğeleri kullanışlı bir yapıtaşı haline geliyor. Festivallerin kültür inşasındaki ve politik hattın temsilindeki rolü ise son derece kurgusal hale bürünüyor.

Kreuzberg neyi temsil eder?

Gillamoos ile Kreuzberg karşılaştırması oldukça tuhaf da kalıyor tabi. Biri Bavyera’yı sağcıların gözünden ideal bir Almanya olarak temsil ederken, Kreuzberg göçmenlik ve suçlarla bir arada tüm Almanya’da sembol olmuş durumda. Osnabrück’te çalışırken, halen Kreuzberg’de olan adresimi yazdığımda çalışma arkadaşımın gözleri büyümüş ve eve giderken korkup korkmadığımı sormaktan çekinmemişti. Sonradan sorunun nedenini anladım, Almanya’da bir suç haberi yapılsa bir şekilde Kreuzberg mutlaka gündeme geliyor, hatta gündemsiz kalan medya Kreuzberg’i temsil eden yerlerden aldıkları görüntülerle polisiye gündelik haberleri paylaşıyorlardı.

Bu duruma son derece aşinayız. Türkiye’de de Taksim’in arka sokakları ve Tarlabaşı büyük soylulaştırma projeleri öncesinde benzer muameleyi görüyordu. Ancak Türkiye’de politika yapan herkes bilir ki politik eylemlerin merkezi de son yıllara kadar aslında burasıydı. Kreuzberg’de önüne etnisite eklenmiş mafyatik çetelerle ana akım medyada anılsa da aslında Berlin’de sokak direnişlerinin merkezinde yer alıyor. Büyük bir direniş, ırkçılık karşıtı eylemlilik ve kent hakkı mücadelesi tarihi var, sadece göçmenler için değil, insanca yaşamanın herkesin hakkı olduğunu düşünen herkes için.

Bu arada birkaç bilgi vereyim, en fazla Türkiyeli göçmenin yaşadığı yer sanıldığı gibi Berlin değil, Kuzey Ren Vestfalya. Türkiyeli nüfus giderek azalırken, 2022’de biraz artmış. Ayrıca Almanya’da örneğin tıp alanında nitelikli emek gücüne olan ihtiyaç çok fazla; zira Almanya’da eğitim görmüş olanların eğilimi başka ülkelerde çalışmak. Yani Almanya’ya çalışmaya gelenlerden daha fazla Almanya’dan başka ülkelere gidenler var bu iş kolunda. Almanya’da Almanya pasaportu taşımayanların oranı ise yüzde 26. Çok çeşitli gruplardan oluşuyor. Aslında zaten Kreuzberg gibi tüm Almanya bir göç ülkesi, sadece göçmenler Almanya’da yaşadığı için değil, Almanya pasaportu sahipleri yurt dışında yaşamaya ve çalışmaya karar verdiği için. Kreuzberg bunun temsili.

Bir başka lacivert!

Merz gibi politikacıların tek rahatsız oldukları da göçmen kimliği değil, Almanya’nın aileci ve sömürgeci dinamikler üzerinden oluşan piyasacı sermaye birikimi politikasını durduran her şey. Bu açıdan hetero-normativite dışı ve dayanışmacı hayat pratiklerini de reklama dönüştürdükleri sürece katlanılabilir buluyorlar. Kreuzberg’in kamusal hayatının, sokaklarının ve gecelerinin renkli ve olasılıklara açık olması da bir başka rahatsızlık kaynağı. Ancak, en üst perdeden dillendirilen bu nefret, ne yazık ki Kreuzberg veya Berlin dahil olmak üzere farklı yoğunluklarda göçmen, queer, görünümü dolayısıyla kategorize edilmeyen açık olanların hayatını bir şiddet çemberine dönüştürebiliyor. Hatta Berlin’de 3 kadının katledildiğini hatırlatmak istiyorum. Mağduru olduğum gündelik şiddet vakalarının da müsebbibinin yine diğer göçmen grupları olarak varsayılması, önümüzdeki en önemli gündemler arasında.

Merz’in tuhaf karşılaştırması ile açığa çıkan göçmen düşmanlığı, her fırsatta kendini Almanya’da gündemi belirliyor. İşin garip yanı, sağcıların Almanya gerçeklerinden haberi yok veya gerçekleri yamultarak kışkırttıkları nefret dalgası üzerinden kazandıkları oy her şeye bedel görülüyor. Bugün bu nefret dilinin sahipleri, başka ülkelerdeki diktatörleri eleştirirken bile aslında kendi gibilere daha geniş siyasi oyun sahası açıyor ve onları da kendileriyle birlikte güçlendiriyor. Merz’in sözlerinin Erdoğan’ın nefret dolu sözlerinden mesafesi ise sandığımız kadar uzun olmayabilir!

Nevra Akdemir