fbpx

Hayal Gücünün İktidarda Olduğu Şehir: Guadalajara

Paylaş

Bir şehir düşünün ki gezi kitaplarında veya internet sitelerinde ülkenin en popüler seyahat noktalarından biri olarak anılmasın, sayıları zaten çok da fazla olmayan gezilecek yerlerini saydığınızda insanları fazla etkilemesin, üstelik ülkeye düzenli şekilde yayılmış olan Maya ve Aztek kalıntılarına ya da güzel Pasifik sahil şeridine de pek yakın sayılmasın. Bunları bir araya getirdiğimizde böyle bir şehrin bir yazıya konu olması bile gayet şaşırtıcı olmalı. Bense bu şehirle alakalı düşündüklerimi yazarken onu bu yazıya konu etmekten daha öteye geçebilirim. Mesela diyebilirim ki Meksika seyahatimde en çok beğendiğim şehirdi ve tekrar üniversite öğrencisi olma fırsatım olsa bu şehirde okumaya can atabilirdim.


Bir süredir seyahat ediyorum. Okumanın ve gezmenin çok değerli olduğunu, bu iki eylemin birbirlerini tamamladıklarını ve hemen hemen aynı öneme sahip olduklarını düşünüyorum. Ama yurtdışı seyahatlerime başlayışımın onuncu yılında geriye baktığımda, seyahat etmenin kitap okumanın önüne geçtiğini düşündüğüm anlar da yaşadığımı görüyorum. Guadalajara’da geçirdiğim üç gün de böyle düşündüğüm anlara dahildi.
Guadalajara, merkezi bir aktarma noktası olmasının, uzun ismini telaffuz etmenin bana ilginç şekilde keyif vermesinin ya da üniversite yıllarımda hatırlayamadığım gecelere olan katkılarıyla bilinen tequila-tuz-limon üçgenini bana hatırlatmasının haricinde benim için pek de anlam ifade etmeyen bir şehirdi. Güzel ve renkli olduğunu düşündüğüm Meksika seyahatimde beni heyecanlandırmasına en az ihtimal verdiğim yerdi.

Bazı insanlar vardır, haklarında ciltlerce kitap okusanız da başkalarından dinleseniz de bunlar bir anlam ifade etmez. Onlar hakkında “yeteri kadar şey” bildiğinizi düşünürsünüz ama onlarla yüz yüze geldiğiniz andan itibaren sizi alır, etkiler ve bambaşka yerlere götürürler. O kişi hakkında bildiğiniz ve “yeterli” olduğunu düşündüğünüz o bilgiler de tam olarak o anda anlamını yitirir. Bu insanları anlatmak için bazen “şeytan tüyü” tabiri de kullanılır. Ben, şehirlerin de insanlar gibi karakterlerinin, karizmalarının olduğunu düşünüyorum. Bir şehir hakkında ne kadar araştırma yaparsanız yapın, ne kadar okursanız okuyun bence o şehre ayak bastığınız andan itibaren farklı bir hikaye başlar. Bu, beklediğinize yakın da olabilir, beklediğinizden iyi veya kötü de olabilir. Üstelik şehirlerle olan hikayelerimiz, kişiden kişiye değişen hikayelerdir de aynı zamanda. İşte tam olarak bu sebeple hepimiz aynı insanlardan etkilenmediğimiz gibi aynı şehirleri de sevmiyoruz. İnsanlarla ilk el sıkışmamızda ya da onlara ilk bakışımızda olduğu gibi bir şehre ilk ayak basışımızda da ne hissedeceğimizi okuyarak ya da araştırarak öngöremiyoruz.

Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra Guadalajara’ya ayak bastım. Önceden belirlediğim hostele giderken binaları inceledim. Guadalajara ilk bakışta, iki saat dilimine bölünmüş ve 129 milyon insanın yaşadığı devasa bir ülkenin ikinci büyük kentine benzemiyordu hiç. Hemen hemen tüm binalar bir ya da iki katlıydı. Büyük bir şehri bırakalım, Türkiye’de artık orta ölçekli bir şehirde bile rastlayamayacağımız bir şey bu. Sabah kalktığımda hostel sahibinden, bu bölgenin üniversite bölgesi olduğunu öğrendim. Akşam dolaştığımda hoşuma giden üniversite bölgesine karşı yavaş yavaş hayranlık beslemeye başladım. Binalar, bana eskiden yabancı turistler tarafından kullanılan terk edilmiş tatil sitelerini hatırlattı. Binalarda, onları terk edilmiş tatil sitelerinden ayıran değişik bir şey vardı ama bu değişik şeyin ismi kesinlikle bakım ya da onarım değildi. Üniversite öğrencileri bilerek veya bilmeyerek binaları kendi hallerine bırakmış ve dışlarını hayal güçlerine göre boyamışlardı. Yaptıkları resimlerin değişik yerlerinde kendilerinin ya da başkalarının yazdıkları yazılar da vardı. Bir kalp resminin altında gözünüze çarpan, ülke gündemine ilişkin bir sloganla karşılaşabiliyordunuz. Hoşuma giden şey de bu oldu. Ülke ile alakalı hiçbir şey öğrenme motivasyonu olmayan biri bile güzel duvar resimlerini incelerken Meksika Federal Anayasa Mahkemesi’nin kürtaj ile ilgili bir davaya baktığını görebiliyor ya da en basitinden Meksika’nın sömürgecilerden kimler tarafından kurtarıldığını öğrenebiliyor. Böylece insanlar, öğrencilerin hayal güçleri sayesinde, sadece sokaklarda dolaşarak kısa süre içerisinde ülke hakkındaki birçok bilgiye hakim olabiliyorlar. Bu durumun böyle bir kaygıları olmayan turistleri ne kadar mutlu ettiği bilinmez ama Guadalajaralı öğrencileri memnun ettiği kesin. Bahsettiğimiz yıkık dökük, duvar resimli evlerin bir kısmı sanat atölyesi, bir kısmı öğrenci evi, geri kalanları da cafe-bar ya da sahaf. Ortak özellikleriyse rengarenk lambalarla süslenmiş üstü açık teraslar. Arkadaşımla bu terasları gördüğümüzde, “Türkiye’de olsa kesin muşamba ya da camla kaplatıp ufo taktırırlardı.” diye dalga geçtik ister istemez. Şehrinizin ana semtini üniversite kampüsünün orta bahçesine kurmuşlar gibi. Bu durumun öğrenci olmayanların hatta yaşlıların da yaşam enerjilerini yükselttiğini gözlemledim. Şehrin havası ve gündemi değişiyor. Ana meydanda badminton oynayan 60-70 yaşında teyzeler de gördüm, bisiklet yarışlarına katılan esnafı da. Şehirde en çok kullanılan ulaşım aracının kaykay olması da bir süre sonra şaşırtmıyor sizi. İçinizde kalan, insanların tepkilerinden çekinip yapamadığınız her şeyi yapabileceğiniz bir şehir gibi. Hayal gücü iktidara gelmiş ve herkesi toplum baskısından kurtarmış gibi.

Koskoca şehir elbette öğrenci evlerinden ibaret değil. Meksika için klasikleşmiş olan büyük katedraller, geniş bulvarlar, modern sanat heykelleri ve yemyeşil parklar Guadalajara’da da var. Gitmek için can attığım, çok merak ettiğim ama covid kısıtlamalarından dolayı ziyaret edemediğim ve ışıklandırma eşliğinde rehberli gece turları yapılan devasa bir mezarlığı var, Pantheon de Belem. Doğum günü gecemde tequilayı fazla kaçırdığım için Guadalajara’ya bir saat uzaklıkta olan ve içkiyle aynı adı taşıyan şehre olan otobüs biletimi yaktığımı da eklemeliyim. Özetle Guadalajara, daha az fotoğraf çekeceğiniz, daha çok anı biriktireceğiniz; daha az yer gezeceğiniz, daha çok “burada yaşamak çok güzel olabilirdi” diye düşüneceğiniz bir şehir.


Benim Guadalajara’m ilk günden ayrıldığım ana kadar beni bambaşka yerlere götürdü, gülümseyerek hatırladığım şehirler arasındaki yerini aldı ve bana bu gülümsemeyi yazıya dökme ihtiyacı hissettirdi. Umarım bu yazı, sizin de kendi Guadalajara’nızla tanışmanız için sizi cesaretlendirir. Böylelikle kimin Guadalajara’sının daha güzel olduğunu mariachi* ve tequila eşliğinde tartışabiliriz. Elbette tuz ve limonla birlikte.

*Mariachi= Jalisco eyaleti çıkışlı olan ve Meksika Geleneksel Müziği dendiğinde akla gelen türlerden biri. Kalabalık gruplar halinde, çok sesli olarak; gitar, vihuela, guitarron, keman, trompet, arp ve bazen de marakas ile yapılır.

Örnek için: