fbpx

Parmaklıklar Ardına İtilen Sır – Ceren Ataş

Paylaş

Nevşehir Hacıbektaş ilçesine ilk olarak 2015 senesinde Ocak sonunda gitmiştim. O dönem master yapıyordum ve benim Alevilik araştırmalarımın yeni başladığı dönemdi diyebilirim. Tam olarak “resmi tarihçilik” çerçevesinde kitaplar okuyordum. Türklük, İslam ve erkekliğin iç içe geçirilerek oluşturulmuş bir Alevilik anlatısının tam ortasındaydım. Bu kavramları sorguluyordum ve Hace Bektaş, elbette ki şahsından bağımsız olarak, bu erkek tarih yazıcılarının odak merkezindeydi. Okumalarım beni saha çalışması yapmak adına Hacıbektaş ilçesine yönlendirmişti.

Ocak sonunda aniden gittiğimiz Hacıbektaş ilçesinde kar yer yer dizlerimizin üzerindeydi, dolayısıyla pek çok yer kapalıydı ve konuşacak az insan bulabilmiştim. İlçede yaşayan genç bir kadından bize ilçeyi gezdirmesini istedik. (Rızasını almadığım için adını paylaşmayacağım) Listemdeki her yeri gezdik. “Peki Kadıncık Ana?” diye sordu. Hacı Bektaş-i Veli Müzesine girdi ve elinde bir anahtarla geri döndü. Müze çalışanlarından almıştı anahtarı. “Sizi oraya hiç kimse götürmez, kimse Kadıncık Ana’ya hürmet de etmiyor, bakmayın. O yüzden bilmiyorsunuz. Zaten hava soğuk bunlar yerlerinden kımıldamaz” diyerek bizi peşine taktı. Müzeden Kadıncık Ana Evine yürümek beş dakika sürmüyor. Yolda Kadıncık Ana’yı dinledik kadın arkadaştan. “Hace Bektaş’ın akıl hocasıdır. Kerametleri vardı, şifacıydı, çok büyük erendi. Hace Bektaş buraya gelirken Horasan’dan ayağa bir tek o kalkıp selamını alıyor, ilk ona malum oluyor hünkarın gelişi. Burada küçük bir kız çocuğu kayboldu, sonra geri geldi. Günlerce aradılar. Kadıncık Ana evinde bir sürü insanın sofrada oturup yemek yediğini görmüş, bu kızı da masum diye içlerine almışlar; ama sonra annesinden ayırmak istememişler diye Kadıncık geri yollamış. Ya, öyle bir evliyadır Kadıncık”

Kadıncık Ana evine vardık; ancak içeri giremedik; çünkü kapıdaki kilit donmuştu. Tüm çabalarımıza rağmen anahtarı sokamadık. Ancak ben o sene oradan Kadıncık Ana’yı tanıyıp Hace Bektaş’ın kitaplarda anlatıldığı gibi biri “olmadığını” öğrenerek ayrılmış oldum.

2016 ve 2018 senelerinde de çalışmalarım dolayısıyla burayı pek çok kez ziyaret ettim. Yalnızca bir kere Hacı Bektaş-ı Veli festivali döneminde burada bulundum. İstanbul’dan ve başka şehirlerden gelen Alevi kurumları, Cemevleri, ziyaretçilere ilçeyi gezdirirken Kadıncık Ana’dan bahsetmiyorlardı. Hattâ gittiğimde Kadıncık’ın kapısı kilitliydi! Hem de festival döneminde… Kapıyı açtırdık elbette ama bu durum beni çok şaşırtmıştı.

2016 senesinde dahil olduğum 17+ Alevi Kadınlar adlı feminist Alevi kadın oluşumunun talepleri arasında bahsettiğim festival adının “Kadıncık Ana ve Hace Bektaş Festivali” olarak değiştirilmesi, Kadıncık Ana Evinin bakımının yapılması, Kadıncık Ana’nın Alevi yazılı ve sözlü tarihinde yerini alması talepleri bulunuyordu. Bunun üzerine çalışıyorduk, emek veriyorduk. Oluşumdan arkadaşımız, araştırmacı-yazar Gülfer Akkaya, Alevilikte kadın üzerine çalışmalar yapıyordu ve bu bağlamda Kadıncık Ana’yı inceliyordu. 2020 senesinde araştırmasının sonucu olarak “Yolun Kurucusu Kadıncık Ana” kitabını yayınladı. Burada resmi tarih, erkek tarih anlatısı tamamen reddedilip Hace Bektaş’ı yeniden yazdığı gibi, onun yalnız başına bir inanç filozofu olmadığını, Kadıncık Ana ile beraber felsefesini kurduğunu anlattı. Ayrıca Alevilik inancının, Alevi şahsiyetlerinin kadın-erkek meselesine nasıl baktığını da ortaya koymuş oldu. Tarihin, erkeklerin silmek istediği Kadıncık Ana, Gülfer’in emeği ile bir kadın bakışıyla yazıldı.

Türkiye’de, Avrupa’da ve Kıbrıs’ta Alevi kadınların Kadıncık Ana’ya yönelik talepleri arttı, ziyaretler çoğaldı. Festival döneminde kadınlar Kadıncık Ana evinde cem bağladılar. Bu gibi pek çok sahiplenmenin sonucunda Kadıncık Ana Evi restorasyonu başladı. Sonucu değerlendirmek için epey zamandır yazıp yazmamak arasında gelip gidiyorum. Ancak bu konuda sorumluluk hisseden bir Alevi kadın olarak, aynı zamanda araştırmacı biri olarak kafamdakileri yazmak ve aradaki farkı göstermek istedim.

Yukarıdaki fotoğrafı 29 Kasım 2016 tarihinde çektim, burası Kadıncık Ana’nın Evi olarak geçiyor. Eve girince sağ tarafta Kadıncık Ana’nın sır olduğu söylenen bir yer var, aşağıda paylaşacağım. Aynı zamanda Hace Bektaş’ın yaslandığı ve izinin kaldığı duvar da burada. Sol tarafta ise cem yapıldığı düşünülen bir oda var. Evin dış görünümü bu şekildeydi, beton oldukça az ve bahçe topraktı. Yeni hali:

Fotoğrafı Hacıbektaş resmi sitesinden aldım. Bahçenin yarısından çoğuna beton/ taş dökülmüş. Devam ediyorum.

Yukarıdaki fotoğrafı Ekim 2018’de çektim. Burası Kadıncık Ana’nın sır olduğu yer olarak aktarılıyor. Kadıncık Ana’yı tanıyan halk ve ziyaretçiler buraya kağıda yazdıkları dileklerini atıyorlardı. “Müze” çalışanları bu durumdan şikayetçiydi, şahit olmuştum. Bu boşluğun ne kadar derine gittiği bilinmiyordu. Değişim evresinde ilk önce buraya demirlik yaptılar:

Kadıncık Ana’nın sır olduğu yere böyle bir demirlik yapıldığını görünce çok şaşırmıştım. Cihana sığmayan evliyalarının mekanını hapishaneye çevirmişlerdi adeta. Daha sonra restorasyon yapıldı. Kadıncık Ana’nın sır olduğu mekanda demirlik yerine sanıyorum cam var. Henüz ziyaret edemediğim için bu noktadan emin değilim, fotoğraftan öyle anlaşılıyor:

Yukarıda bahsettiğim, cem yapılan yer ise yine oldukça mistik bir alandı. Ziyaretlerimde insanları buraya yönlendirdiğimde cem meydanında oturup sohbet ettik, semah dönüldü, deyişler çalındı, cem yapıldı diyebilirim. En çok Abdal Alevilerinin buraya hürmet ettiklerini görüyordum. Mistik havası gerçekten çok etkileyiciydi:

Yeni hali:

Eskiden insanların oturduğu, semah döndüğü, muhabbet ettiği bu alan, şimdi herhangi bir müzeden başka bir şey değil. Aynı Hacı Bektaş-ı Veli Müzesindeki gibi… 

Kadıncık Ana Evinin restorasyonunu yazmak istememin sebebi, bu mekan üzerinde esasında Alevi inanç merkezlerinin durumunu gözler önüne koymak. Dersim’de Duzgin Bava’nın dağını delip Cemevi, merdiven diken zihniyet, Nevşehir’de Kadıncık Ana’nın cem mekanını oturulması, muhabbet edilmesi yasak bir müzeye çevirdi. Alevilik, insan-doğa-yaratıcı üçlüsünün birbirine sürekli temas ettiği bir inanç. Kutsal yerinde mum yakılan, suyundan içilen, ağacına tapılan bir inanç. Dokunamadığına mesafeli bir toplumun inanç merkezlerinin, tarihi yerlerinin iç veya dış veya iç-dış birlikte müdahalelerde kurumsallaşmasının sonuçları korkutucu oluyor. Talep ettiğimiz bakım, restorasyon, asla ama asla bu değildi. Kutsal mekanlarımızda muhabbet erkanı kuramayıp, müze ziyaret etmek istemiyoruz. Senelerdir Hacı Bektaş-ı Veli Müzesinde yaşanan şey tam olarak bu değil mi? Eminim Kadıncık Ana evine daha önce gitmiş, mekanında oturmuş, orayı solumuş herkes benimle aynı fikirdedir.