fbpx

Burjuvazinin korkulu rüyası, Proletaryanın umudu, ‘Kızıl Rosa’

Paylaş

“Berlin’de düzen hüküm sürüyor!

Sizi budala zaptiyeler. Kum üzerine kurulu sizin düzeniniz.

Devrim daha yarın olmadan, zincir şakırtıları içinde doğacaktır!

Ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri içinde şunu bildirecektir:

 “Vardım, Varım, Var olacağım!”

Bu sözler söylemleri ve eylemleri ile dünya sosyalist hareketin ve bilimsel sosyalizmin en üst düzey temsilcilerinden biri olmayı başaran Rosa Lüksemburg’a aittir.

1871 yılında Polonya’nın Rus işgali altındaki Zamosc kasabasında dünyaya gelen Rosa Lüksemburg, Berlin’de tutuklanıp öldürülünceye kadar hayatı, olabildiğince tutkulu, coşkulu ve mücadele dolu geçer.

Liseli yıllarda gençlik örgütüne katılır. Eylemlerde yer alır. Polonya ‘da kadınların üniversite eğitimi alması yasaktır. İsviçre bu olanağı sunduğu için eğitimine Zürih’te devam eder. Burada yoldaşları ile tanışır. Marksizm’i benimser. Sprawa Robotnisca- İşçi Davası gazetesinin kuruluşunda yer alır.

Tutkulu bir o kadarda sorunlu bir aşk yaşayacağı Leo Jogiches ile 1889 yazında tanışır.  Mektup ustası olarak tanınan Rosa’nın, 2700’ün üzerinde mektup yazdığı söylenir.

Leo’ya yazdığı mektuplar ise ‘Sevgiliye Mektuplar’ kitabında yayınlanmıştır.

Zürih’ten Almanya’ya geçen Rosa burada SPD içinde yer alır. Politik faaliyetleri nedeniyle birkaç kez hapishaneye girer ama o içerde de makaleler yazmaktan geri kalmaz.

Parti içindeki revizyonizme karşı köklü bir mücadele başlatır, Bernstein ve Kautsky gibi partiyi reformcu çizgiye çekenlere karşı amansızca mücadele eder.

Bernsteine yanıt olarak kaleme aldığı, ‘Sosyal Reform mu? Devrim mi?’ başlıklı yazıları Rosa’yı Rosa yapan baş yapıt olur. Bu yazılar Rosa’nın hayatında önemli bir dönemeç yaratır. 

Lenin’le olan tartışmalarıyla öne çıkan Lüksemburg, Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı teorisine muhalefet eder. Ulusal sorundaki farklı bakışı her ne kadar onun Yahudi olması ve Almanya’da yaşıyor olmasının da etkin olduğu düşünülse de, Rosa’nın ‘sosyalist devrimin ulus egemenliğine son vereceği, ezen ve ezilen arasındaki sömürü ilişkilerini sonlandıracağı’ tezinin, ulus sorununa bakışında etkin olduğunu görürüz.

Parlamentarizme karşı olan Rosa, kapitalist sistemin parlamenter sistem ile değil, devrimle değişeceğini savunur.

Halk isyanı işçileri silahlandırarak değil, bilinçlendirerek gerçekleştirilmelidir fikrini öne çıkarır.  Lenin’in aşırı merkeziyetçiliğine karşı çıkarak, bunun, partiyi verimli kılma ve geliştirme yerine denetim altında tutmak olacağına ve bütünleşmeyi engelleyeceğine vurgu yapar.

Sosyal demokratların ihaneti ve başarılamayan devrim!

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın çanları çalındığında, Rosa kitleleri militarizme ve savaşa karşı olmaya çağırırken, Karl Liebknecht ise Reichstag’da savaşa ve savaş kredilerine karşı   “benim itirazım savaşa…savaşı doğuran kapitalist politikalara. Bu savaş bizim savaşımız değil. Her halkın ana düşmanı esas düşmanı kendi ülkesindedir.  Alman halkının ana düşmanı da Almanya’dır!” der ve savaş kredilerine ret oyu verir. Bu devrimci duruşuyla Karl tarihe geçer.

Her iki yoldaş, Rosa ve Karl Spartaküs Birliğinin ve Almanya Komünist Partisi, KPD’nin kurucuları arasında yer alırlar.

Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Almanya’nın kaybedeceği kesinleşir, askerler kaybedilmiş bir savaş için verilecek canlarının olmadığını ilan eder ve 3- 4 Kasım tarihlerinde 1918’de Kiel ve Wilhelmshafen’de gemilere kızıl bayraklar çekilir, işçi ve asker konseyleri kurulur.

Bu arada 1917’de Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşmiş, devrimin etkisiyle diğer ülkelerde olduğu gibi Almanya’da da   sosyalizm mücadelesi hız kazanmıştır.

9 Kasım’da genel grev patlak verir, kitleler ayaklanır, isyan başlar, belediyeler, karakollar, hapishaneler ele geçirilir, devrim ateşi yakılır. Devrim Komitesi bir sürü komisyon kurmuş olmalarına rağmen işlevsiz kalır. Çünkü zamanın çoğunu tartışmakla geçirir.

Rosa bu nedenle ‘ihmal edilen görevler’ başlıklı makalesini şöyle bitirir. „Konuşma, tartışma, eyleme geç!”   

Bu ayaklanmanın arkasından SPD Başkanı Friedrich Ebert kendisini başbakan ilan eder ve kitleleri ‘demokratik cumhuriyete” destek vermeye çağırır.

Aynı gün Karl Berlin Sarayı’nın balkonundan’ Sosyalist Cumhuriyet’ çağrısı yapar. Alman burjuvazisine devrim yapmama sözü veren SPD hükümeti, sosyalist devrimden yana olan Almanya Komünist Partisi’ne  (KDP)  karşı savaş ilan eder, tutuklamalar ve katliamlar başlar.

 Rosa Luksemburg ve yoldaşı Karl Liebknecht, Alman devletinin devrimci dalganın kırılması talimatıyla örgütlediği ‘Freikorps’ düzensiz silahlı birlikler tarafından 15 Ocak 1919’da Berlin’de  linç edilerek öldürülürler.  

SPD’nin ihaneti, alman devriminin yenilgiye uğraması maalesef daha büyük yenilgiye götürecek olan hitler faşizmine giden yolun taşlarını döşer.

Devrimin Kartalı, Kızıl Rosa

İyi bir hatip, baş eğmez bir ajitatör olması, tutkulu bir şekilde sosyalizme ve devrime olan inancı ve mücadele azmi onu ‘Kızıl Rosa’ yapan en önemli özellikleri arasındadır.

Yakın arkadaşı Clara Zetkin onun için, ” En büyük amacı sosyalizme giden tarih patikasını temizlemekti. Bütün hayatını devrime adamış keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi” diye tanımlarken, Lenin’in ise onu “Devrimin Kartalı” olarak nitelendirecektir.

Böylece Rosa dünya devrimci hareketin tarihine “Devrimin Kartalı” olarak yazılır.

Rosa için Marksizm bir doğma değil, yaşayan bir araştırma yöntemidir. Onun hem bu yaklaşımı hem de araştırmacı kimliği, zekâsı ve derya bilgisi bilimsel sosyalizmin en üst düzey temsilcileri ve kuramcıları arasına girmesini sağlar.

Bu özellikleriyle burjuvazinin korkulu rüyası, proletaryanın umududur. 

Ne yazık ki, komünist hareketin sayılı önderlerinden ve teorisyenlerinden biri olmayı başarmak Rosa için kolay olmamıştır. 

17 üyeli SPD Basın Komisyonu Lüksemburg’u Saksonya İşçi Gazetesi’ne baş editör olarak seçtiğinde, o zamana kadar hiçbir kadın baş editör olmamıştır, bazı parti üyelerinden gelen,

“O ne! Eteklikli siyaset! Olacak şey değil!” gibi protestolara ve cinsiyetçi bakışa maruz kalmıştır. Kim tarafından? Komünist olduğunu iddia eden kimi erkek yoldaşları tarafından.   

Sadece bu örnek dahi bize erkeklerin egemenlikçi, rekabetçi siyaset yapış tarzı, alaycı ve küçümseyici yaklaşımları nedeniyle Rosa’nın bir kadın olarak bu alanda kendisini var etmesinin hiç kolay olmadığını gösteriyor bizlere.   

Köşe taşlarını erkeklerin işgal ettiği partilerde, siyasal ve entelektüel alanlarda kadınların kendilerini var etmelerinin çok daha zor olduğu bir dönemde (halen öyle) Rosa’nın erkek yoldaşlarının engellemelerine ve entrikalarına karşı amansızca bir mücadele vermek zorunda kaldığını görüyoruz.

Ancak bu engellemelere ve pek çok ayak oyunlarına rağmen onun kadın sorunlarına ve kadın sorunlarına neden yoğunlaşmadığı sorusu ise halen tartışılan konular arasında yer almaktadır.

Yanı başında uluslararası kadın hareketinin gelişimine çok büyük katkılarda bulunmuş, kadın hareketinin önde gelen isimlerinden biri olan, en yakın arkadaşı Clara Zetkin’in olmasına rağmen onun verdiği kadın mücadelesine mesafeli yaklaştığı görülmektedir.

Spartaküs gazetede kadın eki yapmak istediklerinde ise Rosa, kadın sorunlarındaki yetersizliğinin farkına varır. Clara’dan işçi kadınların sorunlarıyla ilgili yazı yazmasını isterken, Rosa’nın, “bu konuda fazla bir şey bilmiyoruz” sözleri hem bir itiraf hem de öz eleştiri niteliğindedir.   

Rosa’nın kadın sorunlarına yoğunlaşmamasını kimileri Clara Zetkin ile aralarında bir işbölümü olabileceği üzerinden yorumlarken, kimileri tarafından ise kendi gelişimini sınırlayacağını düşünmesi nedeniyle mesafeli yaklaştığı değerlendirilmeleri yapılmaktadır.  

Maalesef Rosa gibi özgürlüğüne düşkün birinin, cinsiyet eşitsizliğine ve ayak oyunlarına maruz kalmasına rağmen kadın mücadelesine uzak durması çok büyük bir eksikliktir.

Onun kadın sorunlarına ve kadın özgürlük mücadelesine mesafeli durmasında, ulusal sorunda olduğu gibi kadınların kurtuluşunun sosyalist devrimle mümkün olduğu yaklaşımının etkili olduğu görüyoruz.

Dönemin komünistlerine baktığımızda büyük çoğunluğunda kadın sorunlarının çözümünü devrim sonralarına erteleyen, kadın örgütlenmelerini de sınıf eksenli mücadelenin yedek parçası gibi gören yaklaşımların etkili olduğunu görüyoruz.

Erkek egemenliğine ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele vermeden, kapitalizme karşı verilecek sosyalist devrim mücadelesinin tek başına ne kadınları ne de proletaryayı özgürleştiremeyeceği gerçekliği göz ardı edilmiştir. Görmek istememişlerdir.

Ayrıca kadınların, kadın özgürlük mücadelesi ekseninde örgütlenmesinin sınıf mücadelesini böler gibi son derece üstenci ve toptancı bir yanlış yaklaşım hâkim olmuştur.

Ne yazık ki bugün halen kimi devrimci hareketler ve örgütler tarafından aynı yaklaşımların  savunulması tesadüf değildir. Kadınların kurtuluş mücadelesine, feminizm ve feminist hareketlere kimi devrimci örgütlerin ve partilerin mesafeli durmalarının arkasında yatan ise   kökleri çok daha derinlerde olan erkek egemenlikçi bakışın sonucudur.

Hareket etmeyenler zincirlerini fark etmez.

Her şeye rağmen kadınlara dayatılan geleneksel yaşam tarzını ret ederek sıra dışı bir yaşam sürmüştür. Bizlerin, Rosa’dan ve onun mücadelesinden öğreneceğimiz çok büyük dersler vardır.

Erkek egemen cinsiyetçi bakışın egemen olduğu erkekler dünyasında devrimci ve önder bir kadın olmayı başarabilmesi açısından bile baktığımızda tüm kadınlara örnek ve esin kaynağı bir kişiliktir Rosa.

“Kapitalizmin çelişkileri insanlığı barbarlığa itecek derecede sertleşeceğini, işçi sınıfının görevi bunu engellemek için her şeyi yapmaktır” diyen Rosa buna geçerli formül olarak hepimizin yakından bildiği ve bugün halen yakıcı bir şekilde kendini dayatan o ünlü sözünü söyler.

Ya Barbarlık Ya Sosyalizm!

Kaynaklar:

Nettl, Peter, Rosa Luxemburg, Ataol Yayınları

Elzbieta Ettinger ,Bir Yaşam Rosa Luxemburg

Annelies Laschhitza, Im Lebensrausch, trotz alledem

Spartakistler ne istiyor? Rosa Luxemburg