fbpx

Hasretliğinde yağmur yağıyor ıslanıyor yüreğim

Paylaş

Eksile eksile eskiyen günler yaşıyoruz. Her gün içimizden biri göçüp gidiyor bu diyardan sonu olmayan başka bir diyara.  Kiminde kurşun yarası, kiminde yürek yarası, hasretlik yarası kiminde. Yaş dediğimiz göreceli, yaşamak dediğimiz göreceli, yaşadıklarımız geride kalan, paylaştıklarımız ömrümüzce biriktirdiklerimiz. Kiminin dağlarda izi var kiminin kentlerde. Ve kiminin de zindanlarda izi var silinmeyen. Umutların damıttığı, özlemlerin güzellediği, kiminde dağ sesi, kiminde varoş sesi ille de mahpusta duvardan duvara yürek ezgisi var.
Nerede olursa olsun bazen bir türküyle efkarlı anlar yaşar, bazen bir acı haberle sarsılır insan. Bütün yaşanmışlıkları gelir bir film kadrajı gibi gözlerinin önüne. Geçip gidersin zaman tünelinin içinden. Bir muhasebe yaparsın, farkındalık yaşarsın ister istemez. Farkı fark etmek önemli, farkı farkettirmek de gösterişsiz, kibirsiz. Ne güzelsin ey kolektif hayat! “Biz” olmak ne güzel vefası, duruşu, yaşanacak bir dünya kavgasının dışında kalmadan hiçbir zaman. 
Bugün “yolun sonu” diye diye yaşadığı bir dost daha “vedasını bıraktı” haberiyle eksildiğimizin hissini yaşadım. “Dede” dediğimiz Serdar Vezirköprülü yaşama veda etti.

Çok üzüldüm, hem de çok. 2017 yılında İstanbul – Silivri 2 Nolu L Tipi hapishanesinde bir süre birlikte kaldığımız koğuş arkadaşım Dede için üzüldüm. Kadıköy’de herkes ona “Dede” dermiş, biz de içeride ve dışarıda “Dede” derdik Serdar Vezirköprülü arkadaşıma.
20 Mart 1960 yılında İzmit de doğar. Ailesi ise Samsun Vezirköprü’den İzmit’e göç edenlerden. Bu nedenle Samsun – Vezirköprü geçiyor nüfus kütüğü. Ama “ben İzmitliyim” diyen Serdar Vezirköprülü, iki evlilik yaptı. İlk eşinden bir kızı olup öğretmenlik yaptığını anlatmıştı. Bir de torunu vardı çokça sevdiği. Ne hikmetse torunlar Dede ve Neneler tarafından çok seviliyor hep. Torunu olan daha iyi bilir yaşar bunu. 
Dede, 1979 yılında bir “Kamulaştırma” eylemi iddiası ile tutuklanır. 1996 yılında tahliye olur. Tahliye olduktan sonra da yaşamını bir yandan idame ettirmenin çabasına girerken öte yandan da “Nerede kalmıştık?!” dercesine kaldığı yerden mücadelesine devam etmek ister. Her ne kadar “eski çamlar bardak olsa da” arayışını sürdüren olur. Sonraları da arada bir girer çıkar bazı nedenlerle. Kısacası Ömrünün 20 yıldan fazlasını çoğu 12 Eylül 1980 darbesi yıllarında, İstanbul, Bartın ve Çanakkale hapishanesinde azını ise 2017 yılında İstanbul Silivri de hapiste geçirmiş biriydi Serdar Vezirköprülü. Kurtuluş geleneğinden gelen biriydi. Kurtuluş ile başladığı mücadeleci yaşam yolculuğu SDP (Sosyalist Demokrasi Partisi) sonra da Devrimci Parti güzergahında sürmüştü. Devrimci Parti davasından tutuklanarak gelmişti bizim koğuşa (hücreye). Üç kişilik olarak dizayn edilmiş hücre, siyasi tutsakların artması sonucu 2017 yılı ortalarında 9 kişilik olarak dizayn edildi yeniden. “Ortak yaşam alanı” dediğimiz mutfak ve yemek yeme, TV izleme olarak kullandığımız yere iki katlı iki demirden ranza daha konmuştu. Çoğumuz aynı dava tutsağıydık. Kolektif bir yaşama sahiptik. “Dede” gelince o da kolektif yaşamımızın öznesi oldu. İlk orada tanıştım. İrice yapısı, uzun sakalı, ciddi sağlık sorunlarıyla birlikte “Asi bir delikanlı” ruhuna sahip biri olarak tanıdım hapishanede. Yabancısı değildi taş duvar, demir kapıların. “Gün görüp geçirmiş” biriydi. Devrimci bir duruşa sahipti. Görece hepimize göre ekonomik olarak hali vakti yerindeydi. Kimi ihtiyaçlar için Kantin listemizi herkesin asgari ihtiyacını karşılayacak biçimde yapardık. Dede’nin sağlık sorunları olduğu için ona tolaranslı davranış içinde olurduk. Sınırlı düzeyde “Özel liste” yap derdik. O ise bizlerin neredeyse yaptığı liste kadar liste yapardı bizlerin durumunu gözeterek. İtiraz ederdik, “yapma etme” diye. İlginçtir, “bana haftalık geliyor, bunu birlikte tüketen olacağız” deyip itirazımızı dinlemezdi çoğu kez. Sağlık sorunları nedeniyle mutfak – yemek nöbeti tutturmazdık, o bir biçimiyle yapılan işlerin parçası olurdu. Birden çok hastalığı vardı, koa hastalığı ise en gelişkin olanıydı. Geceleri nefes, solunum sorunu yaşıyor, uyuyamıyordu. Bu nedenle onun yerini bir genç arkadaşla değiştirdik. Ama onun gönlü pek razı olmadı. 
İki üç ay sonra kendi dava arkadaşlarının kaldığı koğuşa (hücreye) gitti. İlk geldiğinde bizleri henüz tanıyamadan dilekçe yazarak istemişti bunu. İsteğine aylar sonra olumlu yanıt geldiğinde ise üzülmüş, hüzünlü bir sesle “keşke yazmasaydım, ama olan oldu, onlarında yanında olmalıyım” demişti. Haftada bir 10 kişilik ortak sohbet hakkımızı kullanır, sohbete çıkardık. Değişik hücrelerde kalan arkadaşlarla böylece görüşme, sohbet etme fırsatımız olur, özlem giderirdik. “Dede” fazla çıkmak istemezdi bu sohbete. Zorlardım çıkması için, ikna olur gelirdi. Başka hücreye gittiğinde de benim çıktığım grupla denk gelirse çıkar, sohbet ederdik. Kendi özgül koşulları içinde “güzel” anlardı paylaştığımız.
Benden önce Dede tahliye oldu, kısa zaman sonra da ben tahliye oldum. Tahliye olduğumuzda görüşeceğimize dair sözümüz vardı. Bir gün haber göndermişti Dede, “tahliyeleri kutlayalım” diye. Kadıköy’de “Fürreya” mekanında buluştuk. Benim aklımda hep “Süreyya” kaldı nedense. Bugün bile bir ortak arkadaşımıza sordum mekanın adını. Sarıldık birbirimize, gözleri dolu dolu tanıştırdı beni kimi dostlarla. “O’na ve Onlar’a” diyerek içerideki ve dışarıdaki arkadaşlar için kaldırdık kadehleri. Sözümüzü yerine getirmenin gönül rahatlığıyla akşamı erken inmeyen anlardan güzel bir akşamdı ömrümüze eklediğimiz.
Sonraki günlerde de sık sık arar haberleşir, bazende buluşup efkar dağıtırdık. Bir buluşmamızda tahliye olan arkadaşlarla “Silivri Sakinleri ile mekanda buluşalım” önerisi yaptı ısrarla. “Tamam” dedim. Kimini ben kimini kendisi arayıp belirlenen gün ve anda buluşmaya davet ettik. 10 – 12 kişi buluştuk. Gelemeyenler de oldu. Kimi yolda kalmış, kiminin acil işi çıkmıştı. Gelenlerle güzel bir buluşma oldu. Anıları yadettik. Çok mutlu oldu. Bunu tekrarlayalım derdi her görüşmede. Ama günün koşuşturmacası içinde bir türlü başaramadık bunu. Kendi dışarıda ama bir yanı içerideydi. Onlarla yazışır, kimi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı. İçeriden gelen mektuplarını getirir okurdum. Vefalı bir insandı. Vefa insanın erdemidir. O bu erdeme sahipti.
Dik başlı, inatçı, kurtuluş davasına da bir o kadar bağlı biriydi. Ancak bir o kadar da çokça duygusal biriydi. Tüm iyi özelliklerine karşın bir önemli zaafı vardı. Alkol ile kurduğu ilişki kötü bir ilişkiydi. Olumsuz, tehdit eden ve ilerleyen sağlık sorunlarına rağmen alkolle ilişkisini bir türlü kesmiyordu. Sevdiklerinin ısrarı ile bir süreliğine bırakıyor yeniden başlıyordu. Bir insan kendisine ne kadar acımaz, kötülük eder derseniz “Dede gibi…” diyesim gelir. Bektaşi misali “akşamdan akşama…” içerdi. Kahır kahır kahırlanarak, efkardan, sitemden, bazen de dostlarla buluşmanın sevincinden içerdi. Ömrünü kısalttığını bile bile bir çok şeyle ilişkisini kesip arasına mesafe koysa da alkolle ilişkisini kesmedi.
18 Kasım da kendi sosyal medya hesabı üzerinden vedasını aşağıdaki mesajla paylaştı;
“Arkadaşlar herkese selamlar… Bizler; yani uzunca yıllar mahpuslarda direnen ve dövüşen siper yoldaşları, günler ve aylar doludizgin koşarken bizlerde şahlanışımızı yitirmeden koşmayı sürdürdük (ÇEKİP GİDENLER VE DÜZENE YASLANANLAR DIŞINDA)… Teker teker yıldızlara yürümelerimiz başladı sanki… Atlarına binip gidenleri mi özledik yoksa… Neyse, gelelim konumuza.. Sanırım bende yola çıkmakta biraz acele eder gibiyim…
Biraz daha yaşamın fırtınasında kalsamıydım!!!! Ne deli dolu koşmalarımız ne de coşkulu oysa. Kısacası bende muzdarip bir hastalığa yakalandım… KARACİĞER YETMEZLİĞİ diyorlar adına… Doktorlarımın demesine göre vücut artık tedaviye cevap vermiyormuş ve organ nakli gerekiyormuş. Ne demeli; selamlarınızı  vede özlemlerinizi iletmeyi unutamam ki!!!… SEVGİYLE KALIN EMİ….”
Her şeye rağmen bu mesaj bile hayatta duruşunu en yalın haliyle ifade ediyor aslında. Mesajı okuyunca arayıp konuştuk uzun uzun. Yine Vedalaşır gibi konuştu.
Ömrünün son yıllarında ya da deminde ise bir başına “yalnız efe” misali yaşıyordu. Kimine dargın kimine sitemliydi dostlarının bu hayatta. Bir ara da bilen bilir Mavililere meyil verdi. Kulağıma eğilip mırıldandı bir gece vakti “Maviye maviye çalar gözlerim” deyip durdu. Hayat işte…
En son veda mesajı sonrası bir ay önce telefonda görüşmüş, hayatın son demlerini yaşadığını, “yolun sonu gözüküyor” demişti. “Kendim hazırım, ölüm ne zaman kapımı çalarsa hoş geldi sefa geldi, çarkı bozuk düzen değişmedi, değiştiremedik ona yanarım” diye de sitem edip bir küfür bastı. 
Öncesinde olduğu vedasının ardından tanıyan dostlarının da anlattıkları gibi her daim cesur, yiğit, fedakar, vefalı ve paylaşımcı bir dost, bir arkadaş, bir yoldaştı hayat kavgasının içinde dururken. Gönlü güzel, yüreği temiz, sımsıcak, her durumda gençleri sahiplenen, sarıp sarmalayan ve de kollayan biriydi. Bunları yazarken aklıma Aşık Mahsuni’nin “70 yaşlı çocuğum ben, ihtiyar oldum” türküsü geldi. 60 yaşlı çocuktu Dede. Şimdi ihtiyar oldu. Ebedi uykusunda anılarıyla yaşayacak belleklerde ömrümüzce.